top of page

Mamut 2017 için notlar


Mamut Art Project bu yıl 5. yılını kutluyor. Akkök sponsorluğunda, Küçükçiftlik Park'ta 30 Nisan Pazar gününe kadar devam edecek olan etkinlik şimdiden binlerce ziyaretçiyi ağırlamış durumda. Mamut yoğun bir hafta sonuna hazırlanırken Ahmet Ergenç sergi alanı ziyaretinin ardından aklında kalan 10 sanatçıyı değerlendirdi.

EDA ASLAN

Bu seneki Mamut seçkisinde en iyi işlerden biri Eda Aslan’a aitti. Kendisini Sınırlar ve Yörüngeler sergisindeki Kamp Armen işiyle tanımıştım. Kamp Armen’den alınan taşları birer arkeolojik nesne gibi sergilemiş, kaybolmak üzere olan bir hafıza mekanını böylece kayboluştan kurtarmayı denemişti. Mamut’taki iki işi de aynı ‘hafıza’ hamlesine dayanıyor. Yine politik mekanlardan alınma taşları, birer buluntu nesne olarak sergiliyor. Bu politik mekanlardan biri Gazi Mahallesi, diğeriyse Galatasaray Meydanı. Gazi mahallesinden alınan taşlar yaşanan ‘siyasi mücadele’nin izlerini taşırken, Galatasaray Meydanı’ndan alınan taşlar, Cumartesi Anneleri’nin unutuluşa karşı verdikleri mücadeleyi sürdürüyor. Eda Aslan’ın bu politik-arkeolojik çalışmasının gelecekte nasıl devam edeceğini merak ediyorum.

MERT ÖZTEKİN

Mert Öztekin, biraz Yüksel Arslan’ı andıran yağlıboya ve kara kalem portre çalışmalarıyla, kendisine ayrılan alanın önünde uzun süre durmamı sağladı. Bilhassa da fotorealizme yaklaşan Arshile Gorky portresi çok etkileyiciydi. Dünyada tanınan ama Türkiye’de unutulan (ve unutturulan) bu bohem ressama böylece bir ‘saygı duruşunda’ bulunulduğunu görmek heyecan vericiydi. Öztekin’in fotorealist estetiği hafif bir kaymayla bozan ‘burunlu’ otoportresi de kayda değer bir işti. Aynı tuval üzerinde yan yana birkaç figürün birer ‘kafa’ olarak betimlendiği ve gitgide bulanıklaştığı işler de, özneden özne-dışına geçişi göstermesi açısından önemliydi. Mert Öztekin bu işlerle portrenin hem bir ‘var olanı yansıtma’ hem de yeni bir bakış ‘yaratma’ işi olduğunu hissettiriyor.

ÇAĞLA SEL

Çağla Sel bakana sırtını dönen Bakma Bana serilerinde sunduğu ‘otopotreleri’nde bir içe kapanışa, bir başka aleme geçme isteğine işaret ediyor ve otoportreyi tersine çevirerek çağa baskın olan ‘görülme’ arzusuna karşı duruyor. Bir figür olarak kendisini çoğaltması ve o çoklu benlikler arasında bir dayanışmaya işaret etmesi de ördüğü iç dünyayı bir kozaya çeviriyor. Bu otoportrelerin önemi onay ve sergileme çağında, bir reddiye ve gizleme ihtimaliyle meşgul olmaları.

BEYZA ÇORUHLU

Beyza Çoruhlu ise başka türlü bir ‘potre’ çalışması sunuyor. Maske: Personanın Ardından adlı fotoğraf serisinde yüzü tamamen beyaz bir maskeyle kaplı bir çocuk var. En genel tabirle ‘tekinsiz’ bir his yaratan, olağan gerçeği bir maske efektiyle bozan bu ‘teatral’ kompozisyonlar, çok tanıdık bir ‘yabancılaştırma’ efektine başvursa da, bir rüya alemi, yer yer de bir korku filmi atmosferi yaratıp gerçek temsilindeki hassas dengeyi, gerçeğin her an gerçek-dışına kayabileceğini hissettiriyor. Fotoğraflardaki çocuğun ‘masumane’ hali ile maskenin tehlikeyi çağrıştıran halinin karışması da bu gerçek-gerçekdışı gerilimini arttırıyor.

NUR PINAR ÖZEN

Nur Pınar Özen fotoğraf hissi yaratan, yani fotorealist bir estetik taşıyan kara kalem ve pastel çizimleriyle ‘tekinsiz’ bir atmosfer yaratıyor. Bir ormanı, terk edilmiş bir doğa parçasını ya da yol kenarını gölgeler ve bulutlar içinde resmederek gerçekle gerçekdışı arasında duran manzaralar sunuyor. Hem gerçeğe, hem de rüya estetiğine ‘göz’ kırpan karanlık manzaralar kendi içinde ‘başka bir dünya’ oluşturuyor. Hem dış dünyaya referans veren, hem de dış dünyadan bağımsız bir özerk dünya tasavvuru gibi.

GÜZ NİSYAN

Güz Nisyan Başlangıç adlı yerleştirmesinde gerçeklik hissini sorgulayan ve yeni gerçeklikler üretmeye imkan tanıyan bir atmosfer yaratıyor. Bu yerleştirme bir perdeden geçilerek girilen karanlık teatral bir sahneden oluşuyor. İçerideki korku romanlarını, hayaletli Viktoryen konakları andıran atmosfer hem bir korku hem de bir cazibe yaratıyor. Burası dünyadaki ‘gerçek’ten (gerçeklik ilkesinden) koptuğu için güvensiz ve tedirgin edici ama tam da bu yüzden, haz ilkesine yakın durduğu için cazip bir alan. Burada hangi korkuların ve hangi yeni haz ihtimallerinin belireceğini ise, tabii ki, içeri giren belirliyor. İşin adının ‘başlangıç’ olması da bu açıdan manidar. Başka bir öteki-alana adım atmaya yönelik korkutucu ve aynı zamanda cazip bir davet gibi.

ESİN NAZLI ÇINAR

Esin Nazlı Çınar Tüm Bunlar Yarın Olacak adlı yerleştirmesinde yeni bir alan sunuyor. Ama bu alan fantazyanın alanı değil, açıkça bir ‘yıkım alanı.’ Hem siyasal hem de fiziksel olarak devam eden mevcut yıkım politikalarının açık bir metaforu olarak okumak mümkün bu yıkık yerleştirmeyi. Mevcut halin şiddetini doğrudan hissettiren bu iş Mamut’taki en sert ve radikal iş olabilir. 2011 ve 2012’de yapılan Yıkım ve Gerçeklik Terörü sergilerini de hatırlatan bu yerleştirme, yıkımın hakim olduğu bir ülkeden çıkması beklenecek acımasızlıkta, adeta balyozla yapılmış bir iş.

HALLEDERİZ İNŞ.

Hallederiz İnş. Kooperatifi yıkım kültürüne daha ironik bir yerden yaklaşıyor. İnşaatların üzerine yansıtılan ‘Aynen’ ve ‘Sıkıntı Yok’ gibi, son yıllarda lümpenizmin alamet-i farikası olmuş ifadeler, süregiden yıkım ve saldırgan inşaat kültürünü (hem politik hem de fiziksel anlamda) mümkün kılan kabullenme refleksine işaret ediyor. Bir karşı çıkış ihtimalinin yerini ‘sıkıntı yok’ lafında gizli olan gevşek kabullenmişlik ve ‘aynen’ lafında gizli olan yaygın konformizmin alması, bütün ‘yıkım’ projeleri için harika bir zemin olsa gerek. Bu ironik kooperatifin hazırladığı ve Diyanet Takvimi’ni anımsatan yıkalım-yapalım takvimleri de, İslami sermaye, iktidar ve inşaat kültürü arasındaki bağı çok iyi gösteriyor. Uzun zamandır unutulan alaycı bir ‘kültür bozumu’ projesini canlandıran bu kooperatifin bundan sonraki işlerini merakla bekliyor olacağım

ÖZLEM VARGÜN

Mamut’taki bir diğer yerleştirme de Özlem Vargün’e ait. Vargün kumların arasına uzaydan düşmüş gibi duran dev bir küre yerleştirmiş. Başlı başına poetik bir hisse sahip olan ve hipnotik bir etki yaratan bu iş, adı gereği (Hayvan Çiftliği) açık bir fikirsel gönderme yapsa da, çoklu okumalara ve hislere açık duran, kendi adını aşan duyusal bir etkiye sahip. Son zamanlara hakim olan ‘gerçek-dışı’ siyasi ve kültürel atmosfer de bu küreyi ‘uzaydan düşmüş bir yabancı nesne’ olarak yorumlama ve hissetme ihtimalini arttırıyor.

ÖMER DİNLER

Son olarak, Ömer Dinler’in işinden bahsetmek isterim. Dinler eğitim sistemi denilen üretim bandından geçmiş herkesin yakından bildiği ‘okul sıraları’nı birer buluntu nesne gibi kullanarak bir ‘eğitim sistemi eleştirisi’ geliştirmiş. Bu sıralar ve üzerlerinde hüküm süren kaos, bütün o yazılar, küfürler ve çizimler, eğitim sisteminden (en basitinden, sıkıcı derslerden) duyulan sıkıntının ifadesi olduğu için, aslında bu sistemi ‘eleştirmek’ için çok iyi bir malzeme. Tektipleştirici bir eğitim sistemi içinde ‘karnavalesk’ bir ifade alanı olarak bile düşünülebilir bu sıralar. Bütün bu düşünce ihtimallerini basit ama etkili bir hamleyle araladığı için, son derece kayda değer bir iş. Adı da gayet ironik: Eğit-Tim Mi? Sistemi.

bottom of page