top of page

Kriptik bir dil


Alper Turan’ın küratörlüğünde gerçekleşen ve 2 Şubat 2019'a dek Amerikan Hastanesi, Operation Room’da devam eden Pozitif Alan sergisi, farklı medyaları kullanan sanatçıların işlerini birbirleriyle temas ettirerek, bir anlamlar epidemiği olan HIV/AIDS’i deşifre etmeyi amaçlıyor. Turan, Derya Bayraktaroğlu’nun Pozitif Alan ile ilgili sorularını yanıtladı

3263 kelime

Pozitif Alan sergi görüntüsü

Pozitif Alan sergisini şekillendirmene etkisi olan sanatsal üretimleri sormak isterim. Sadece sergiyi oluşturduğun çalışma sürecinden değil, pratiğinle ve çalışmalarınla kesişimi bakımından evvel zaman etkilenimlerinden de söz ediyorum. Sergiyle aynı tema üzerine kurulmuş sinema, edebiyat veya plastik sanat yapıtları içerisinde aklına ilk gelenler hangileri?

Félix González-Torres diyebilirim. Torres’in AIDS’i, virüsü ele alma biçimi bununla birlikte katılımcı sanatı yaygınlaştırmaya yönelik keşifleri çok değerli. Kendinden sonraki dönemde sanat üretimine olan etkileri açısından da Torres’in üretimi ilgimi çekiyor. Kendi pratiğime gelince AIDS, sanat ve aktivizm ilişkisine ilgi duyuyordum ama düşüncelerimin yoğunlaştığı bir alan olmaktan çok, zaman zaman içerisine bakmak ve sevdiğimi almak gibi bir ilişkim vardı konuyla, ta ki Sabancı Üniversitesi’ndeki öğrenimimin başlangıcına kadar. Şimdi ise üzerinde çalışıyorum diyebildiğim bir konuya dönüştü. Diğer yandan Dasart Project ile küratoryal çalışmalar yürütüyoruz. Çalışmalarımı bu ikisinin ortaklaşma ve kesişme alanlarını düşünerek sürdürüyorum.

O halde sergi doğrudan, bahsettiğin kesişimden türüyor. Peki sergi fikri ortaya çıkarken yer ve zaman nasıl, ne kadar belirleyiciydi?

Türkiye’de AIDS konusunun kültür-sanat alanında bir yeri olmadığı geniş kapsamlı bir araştırma yapmadan da fark edilebiliyor. Burada böyle bir sergi yapıyor olsam ne yapıyor olurdum sorusu belirleyiciydi. Amerika’daki AIDS salgını sürecinde üretilmiş ya da o süreci ifade eden sanat işlerinden oluşan dar bir alana sıkıştırmak istemedim sergiyi. Ele aldığı konuyu kimliğe ve deneyime indirgeyen küratoryal tavırdan veya HIV+ sanatçıların işlerini birleştiren bir vaka çalışmasından farklı birşey ortaya çıkarmak istedim. AIDS’in buradaki anlamları neler olabilir ve böyle bir sergi yapsam hangi işleri dahil edebilirim diye düşündüm. Dünyada ne yapılıyor olduğuna da baktım. Son birkaç yıldır bu tema üzerine geçmiş dönemde aktif üreten David Wojnarowicz gibi sanatçıların üretimlerinin retrospektif gibi geniş kapsamlı içeriklerle sergileniyor olması dikkatimi çekti. David Katz’in kürasyonunu yaptığı ve kıtanın çeşitli yerlerini dolaşan Art AIDS America sergisi bir başka örnek olabilir. Son dönemde Avrupa’da da benzer işler yapılıyor.

Bahsettiğin sergileri görmedim, zamanın AIDS krizinin izini nasıl sürüyorlar, bugüne temas ederken taze bakışlar öneriyorlar mı?

Bu sergiler, kanımca bir tema olarak AIDS’e dair geçmiştekine benzer temsiller ortaya koyuyor. Yalnızca benim kanım değil, Visual AIDS’in kurucularından yazar Theodore Kerr de bu yeni dalgadan benzer biçimde bahsediyor. Tüm travma vakalarında olduğu gibi, bir komünitenin (burada küresel anlamda gay komünite söz konusu) ne olduğundan söz edebilmesi ve buna ilişkin üretim yapabilmesi için yaşadığı travma ile bugün arasına koyacağı on yıllara ihtiyaç oluyor. AIDS söz konusu olduğunda süreç bugün hâlâ kendi içinde devam ediyor. İşin iyi kısmı bu yeni dalga yakın geçmişe dönüp bakıyor ve gay kültürüne dair mirası kurguluyor. Gay miras demekten gocunmuyorum. AIDS’in gay hastalığı olmadığını söylemek fazla doğrucu bir yaklaşım olurdu. Her ne kadar bu konuda aktivizim yürüten sivil toplum örgütleri dünya çapında hastalığı eşcinsellikten, bu etiketten arındırmaya çalışıyor olsalar da hastalığın gay’leri daha çok etkilediği bir gerçek.

Katılıyorum, 80’lerde eşcinsellerin arkadaşlarını, yoldaşlarını, Amerikan toplumunun ise sanatçılarını peş peşe kaybettiği salgını hesaba katarak, bir kültürel mirastan söz edilecekse, AIDS’i cinsel yönelim ve cinselliğin alanından ayrıştırmamanın toplumsal hafıza için bir anlamı ve politik işlevi var. Aktivizm alanına gelince, bu konuda çalışan sivil toplum örgütlerinin hastalığı eşcinsellikten arındırma çabaları, eşcinsel HIV+ bireyi gündelik yaşamda deneyimlediği dışlanma, ayrımcılık vb muamelelerden korumaya yönelik önlemler veya stratejiler olarak makul bulunamaz mı ne dersin?

HIV özelinde Türkiye’de çalışan derneklerin çalışmaları çok değerli, birçok insan için onların varlığı önemli bir dayanak; fakat politikalarında tartışmaya açık bulduğum nokta “LGBT” derneği olmadıklarının altını ısrarla çizmeleri. Bunu yaparak HIV’nin sadece homoseksüellere bulaşan bir virüs olmadığını söylemek istiyorlar elbette, aynı zamanda hem kendilerine fon sağlayabilecek bakanlıkların homofobisinden muaf oluyorlar hem de virüsü her ne yolla kapmış olursa olsun kendisini heteroseksüel olarak tanımlayan danışanlarının içlerini rahatlatıyorlar. Ama bir yandan da danışanlarının büyük çoğunluğunun eşcinseller olduğunu da kabul ediyorlar. Burada bir sorun olduğunu düşünüyorum. Biliyoruz ki HIV/AIDS eşcinsel mirasının büyük bir parçası, bunu açıkça söyleyememeyi dürüst bulmuyorum.

Sergideki yapıtların çoğu Pozitif Alan için üretilmiş. Sanatçılarla işbirliği süreci nasıl yürüdü?

Başlangıçta aklımda birkaç isim vardı. Hayatlarında HIV’in bir yeri olduğunu bildiğim isimlerdi bunlar. Onun dışında Leyla Gediz’in 2009 tarihli yeni tanı almış HIV+ bir kişiyi resmettiği işi gibi önceki araştırmalarımda keşfettiğim işler de vardı. Bu işin Türkiye’de daha önce gösterilmemiş olması, gizli kalmış olması da sembolik olarak ilgimi çekmişti. Bulaşma metaforu üzerine düşünmüş çalışmış Sabo Akdağ’ın ve Sadık Arı’nın virüs ve mikroplarla uğraşan geçmiş işlerini biliyordum. Bunların dışında, örneğin serginin sanatçılarından İz Öztat bana Artıkişler’in üretiminin sergiye katkısı olabileceğini söyledi ve Artıkişler’i önerdi. Güneş Terkol ile konuştum, Güneş de bana Özgür Erkök Moroder’i tavsiye etti, Özgür’le konuştum ve sergiye dahil oldu. Bir yandan kaba tabirle piyasa yoklaması yaptım, pek çok insanla konuştum. Sanatçılarla diyalog yaz ortasında başladı ve sergi başlangıcına kadar aralıklarla sürdü, ama sen de biliyorsun bu işler bazen de son bir ayda olur, bazı işler en son noktaya dek belirmez.

Güneş Terkol, Dünyadan bir ıslık geçti-1, 2014, Kumaş üzerine dikiş, 250x85cm

İnternet’te gördüğüm kimi metinlerde “Dünya AIDS Günü nedeniyle hazırlanan sergi” ifadesi yer alıyordu. Sergi 1 Aralık’ta açıldığı için yapılan bir ilişkilendirme mi bu, yoksa doğrudan dünya AIDS Günü’ne adama niyeti söz konusu mu? Buradan hareketle Hastanenin Pozitif Alan sergisine mekân olmasından bahsetmeni isterim. Operation Room programına dahil olması için bir öneri mi geldi yoksa Pozitif Alan sergisi için öngördüğün mekân zaten bir hastane miydi?

Başından beri mekân bir hastane düşünmüştüm. Amerikan Hastanesi Operation Room’a ben öneri götürdüm. Spesifik olarak Amerikan Hastanesi olmasının en önemli sebebi şuydu; burası hastane bünyesinde sürekli bir sergi alanı, bir galeri. Yani hastane, içerisindeki sergilerin prodüksiyonunu finansal olarak destekleyen bir alan açmış ki sergi yapmak için bu desteğe ihtiyacım vardı. Bunun ötesinde Operation Room’un direktörü Ilgın Deniz Akseloğlu’yla kurduğumuz diyalog ve işbirliği benim açımdan müthişti. Başlangıçta mekân düşünürken olası müdahaleleri, gelebilecek değişiklik taleplerini hesaba katıp kaygılanırken, buranın mekân olması ve Ilgın’ın yaklaşımı kaygıya yer bırakmadı. Herşeye rağmen bu serginin Türkiye’nin en pahalı hastanesinde olması bir handikap mı bilmem. Gerçek şu ki, böyle bir sergi burada olabiliyor. Dahası, elitist herhangi bir tavrı reddeden ve AIDS temasına odaklanan bir sergiyi İstanbul’un kalburüstü bir semtinde yapmanın kendisini çekici bulduğumu söyleyebilirim. Burada insanlar bedenlerini daha çok önemsiyorlar. Bunun karşısına başka ihtimaller koymak, başka haller göstermek ilginç geliyor. Randevusuna on dakika kala hastaneye gelen birinin geçerken “burada ne varmış” deyip içeriye girip bakmasını önemsiyorum. Bu sergi eninde sonunda bir araştırma ve bir araştırma her zaman yapılabilir, ama yine de AIDS günü ile kesişmesi rastlantı değil. Aktivist çevre için de bu günün bir anlamı var. Etkinlikler, toplantılar düzenliyorlar bir araya geliyorlar. Örneğin, Freddie Mercury’nin filmi bu ara vizyonda. Kamuoyu oluşturmak bakımından tüm bunlarla kesişmek anlamlıydı.

Tıp, hastalıkları tanımlamak, ve çözüm sunmakla yetkili bilim dalı olması bakımından “salgın” mevhumuna dair distopik kavrayış ve anımsayıların da doğrudan muhatabı. Halen mevcut “eşcinsellik hastalıktır” gibi söylemler bir yanda, salgına tedavi sunmayan 80’ler Amerikan tarihi diğer yanda, daha geniş çerçevede neoliberal sağlık ve sosyal güvenlik politikaları çerçevesinde işleyen sağlık sektörü bugün dünyanın her yerinde pek çok konuda kendini aklayamamışken, modern tıbbın şifa öngörüsünün biricik mekânları olarak hastane, serginin ele aldığı konuyu klinikleştirme, kötürümleştirme potansiyeli barındırmıyor mu?

Serginin hazırlıklarını yürüttüğüm süreçte görüştüğüm LGBT ve HIV çalışan, aktivizm yürüten örgütlerin de çekinceleri olmuştu. Üzerinde durdukları sav şuydu; “Eğer izleyici olarak HIV+ bireyleri tercih ediyorsan, hastaneler onlar için travmatik yerler.” Sergi başlamadan ve henüz izlenmeden önce Facebook yoluyla bana ulaşan bir eleştiri ise şunu söylüyordu; “HIV ve AIDS hakkında bu kadar az bilgi varken, insanlar hala HIV+ tanısı konulur konulmaz anında öleceklerini düşünürken, bu serginin bir hastanede olması HIV+ bireylerin hastanede olduklarını söylemek demek oluyor.” Bu görüşleri tamamıyla haksız bulmuyorum. Fakat bana kalırsa, mekân konuyu kötürümleştirmiyor. Burada bir yer var, sergiyi yapmaya imkan veriyor, içeriğe müdahale etmiyor, istediğimi, istediğim gibi yapabiliyorum, bu harika. Aksine bunu bir bulaşma teknolojisi gibi görmeyi sevdim. Bulaşma ve dönüştürme imkanı daima var.

Günümüz toplumlarına musallat olan anksiyete bozukluğu, anorexia bunlarla birlikte isimlerini bilmediğimiz türlü bağışıklık sistemi hastalığı ile insan bedeni, cinsel yönelim ve cinselliğini denetlemeye güdümlü biyoiktidar arasında yadsınamaz ilişkiler var. Dışlanma, takdir edilmeme sebebiyle beliren hastalıklar veya HIV+ gibi deneyimlerin toplum içerisinde algılanışı sebebiyle eşcinsel bireyin karşılaştığı yalnızlaşma, tüm bu sebep sonuç ilişkileri bakımından hastane belki de bir ortaklaşma zemini, paydaşlıkların altını çiziyor.

Kesinlikle. Buna katılıyorum. Ek olarak sergiye doktorların gelmesini çok önemsiyorum. HIV+ sonucunun kişinin eline ulaştığı yer aslında doktorun muayene odası. Biliyoruz ki sağlıkçıların olumsuz yaklaşımları ya da tavırları tedavi sürecinde belirleyici oluyor. Hala pozitif bireyle temastan kaçınan, örneğin operasyona girmek istemeyen doktorlar var. Serginin hastanede olması, bu durumu dönüştürme anlamında ne kadar söz sahibi tartışılır elbette ama doktorların en çok bulunduğu yerde kurulmuş bir sergi bu. Türkiye’de HIV aktivizmi en başında doktorlar tarafından yürütülmüş. 2005 yılında Pozitif Yaşam Derneği kuruluncaya kadar yapılanlar devlet destekli veya doktorların insiyatif alarak yürüttüğü çalışmalar. Bu hem oldukça iyi birşey hem de tıp sektörünün batıya dönük yüzü malum, bu tip bir aktivizmi nasıl yürütmüşler, vakayı klinikleştirmeden konuya yaklaşabilmişler mi, tamamen tartışmaya açık. Örneğin; eğer vücudundaki virüs testlerde tanımlanabilir miktarın altındaysa senin virüsü bulaştırma riskin sıfır. Bu, dünyada doktorlar tarafından kabul gören ve paylaşılan bir kanı iken biliyoruz ki Türkiye’deki doktorlar bunu söylemekten geri duruyor.

Oysa bu bilgi HIV+ bireyin duygu durumunu, ilişkilerini, yani gündelik yaşamını değiştirmeye muktedir.

Tabii.

Onur Karaoğlu, Dünyaya Düşen Son Uydu, 2018, İki Kanallı Video Yerleştirmesi, 14’35”

Artıkişler’in sergide yer bulan Yanlış Anlamazsan Birşey Sorsam isimli videosu az önce bahsettiğimiz anlamda bir paydaşlığın araştırması diyebilir miyiz? AIDS söz konusu olduğunda dil üzerine kurulu iletişimle kurulmaya çalışılan empatinin imkansızlığını ortaya koyuyor. Birbirine yabancı iki insan arasında diyalog yoluyla bir güvenli bölge gerçekten oluşturulabilir mi gibi soruları tartışıyor. Sergi için üretilmiş yeni tarihli bu video serginin temasına nasıl ekleniyor, nasıl ortaya çıktı biraz bahseder misin?

Artıkişler, öneri götürmemle birlikte pek çok fikirle geldi. Sonrasında zamanla bu düşünceler sağaldı. Videonun ortaya çıkma sürecinde kollektiften daha çok Alper (Şen) ile iletişim içindeydim. Videoda Alper’le birlikte söyleşi temelli bir pratiği olan başka bir sanatçıyı, ve sivil toplum çalışanı iki farklı kişiyi daha görüyoruz. Bu kişiler HIV+ bir kişiye sorular yöneltiyor. Alper’in videoda kendi deyimiyle ifade ettiği gibi soru soran kişiler HIV+ biriyle bir duygudaşlık kurmaya çalışıyor fakat böyle bir duygudaşlığa gerek var mı, bu mümkün mü, video bu imkansızlıkla ilgileniyor. Alper’in kendini belirli bir yere konumlandırdığı, aslında etnografik bir çalışmaydı. Bununla birlikte izleyici ya da okur için bu bilgi ne ifade eder bilmiyorum ama aslında orada diyalog kurulan, soruların sorulduğu pozitif kişi benim.

Senin için nasıl bir deneyimdi, ne hissettin arka arkaya sorular sorulurken?

Kötü veya tuhaf hissetmedim, sorun yoktu. Alper şöyle birşey kurgulamak istedi; ben orada oturayım dört - beş saat süresince hiç aralıksız insanlar gelsin gitsin ve sorular sorulsun. Bana da mantıklı göründü ve bu şekilde oldu. İşe yaradığını söyleyebilirim, birçok şey keşfedebildim, tahmin etmediğim çeşitli şeyler hatırladım. Soruyu kendine çevirmek, etnografik çalışma, benim araştırma ve çalışmalarımın da parçası. Videonun serginin temasıyla nasıl ilişkilendiği konusunda söyleyebileceğim; diyalog-ikililik konusu başka şekillerde serginin diğer bazı işlerinde de görülebilir. Bu özellikle sevdiğim ve dikkat ettiğim birşeydi. Ardıl’ın birbirinin replikası gibi duran otoportre resimleri de benzer şekilde kuruluyor. HIV söz konusu olduğunda mevzunun en başında ve her zaman iki kişiye dair olması durumu üzerine düşündürüyor bu ikiz / ikili işler. Onur’un videosunun ele aldığı söylenemeyenin gerilimi, aradaki ağırlık, bir bakıma yeniden açılmak zorunda olmak gibi durumlar hakkında düşünmemizi sağlıyor.

Felix Gonzalez-Torres, Untitled (Perfect Lovers), 1987-1990 , Wall clocks, Original clock size: 13 1/2 inches diameter

Edition of 3, 1 AP © Felix Gonzalez-Torres, Courtesy of The Felix Gonzalez-Torres Foundation *

Can Küçük’ün üç parçadan oluşan üretiminin bir bileşeni olan beyaz sergi duvarına iliştirilmiş kırmızı kurdeleler okumayı sökmemizin ardından yakamıza iliştirilen kurdelelerle ödüllendirilişimizi anımsattı bana. Hastalığa methiye düzüyor gibiler. Duvara monte ettiği ağzı kapalı çöp kutusunun içine elimi soktuğumu ve içerisinde gezindiğimi söylemeliyim. Girişe bıraktığı dövmeler de benzer biçimde dokunma isteğini harekete geçiriyor. Can’ın üretimleri seninle ve bu sergiyle nasıl kesişti?

Haklısın hastalığa methiye düzüyor. Can, deneyimimin, araştırmamın başından beri içerisinde olması bakımından projenin kalbindeki insanlardan biriydi. Benim çok yakın arkadaşım, aynı zamanda ev arkadaşım. Pozitif süreci anlamında da deneyim paylaşıyoruz. Ve bu bir kinship (akrabalık) yaratıyor. Hoş o bana daha iyi baktı tanıyı ilk aldığım zamanlarda, ben ona o kadar iyi bakamadım. Can’ın bu sergideki tavrı hastalığı öcüleştirmeden, onun kime ait olduğunun tanımını net bir şekilde ortaya koymak, ‘pozitiflerin dünyasında bu gibi şeyler oluyor, bu o kadar korkulacak birşey değil, bununla yaşanabiliyor’ demekti bir anlamda. Aslında serginin genelinin yapmaya çalıştığı buydu denilebilir. Dediğin gibi okuma yazma kurdelelerini veya yakamıza kanser, AIDS için taktığımız kurdeleleri de düşünebiliriz ama Can’ınki bir sürelik veya destek amaçlı takılan bir kurdele değil. Can’ın girişte duran bir diğer işi küçük dövmeleri de düşünebiliriz. Buradaki durum geçici değil kalıcı. Tıpkı dövme gibi. Ama bu işler, hastalığın aynı zamanda dönen ve dönüştüren birşey olduğunu da söylüyor

Dövme ve çöp kutusu, izleyicinin kirli (abject) ile olan muhasebesine odaklanıyor gibi. Sanatçı kendi dili ve iletişim biçimiyle bir oyun kuruyor ve cezbolan izleyici (eğer cezbolan izeyici varsa) hemen orada, ya da alıp evine götürdüğü mini dövmelerle yarın öbür gün başka yerde yeniden oyun kuruyor.

Kirlilik üzerine kurulan bu imgenin ve buradan hareketle hastalık durumun aslında bir taraftan hep gizli saklı bir yanı da var. İnsanların nasıl da gizli, kriptik bir dil kullanarak iletişim-oyun kurduğu, bu sergi oluştuktan sonra tam anlamıyla fark ettiğim bir şeydi. Sergi sürecinde keşfettiğim belki de en güzel şey bu görsel kriptik dildi. Can’ın çöp kutusu üzerine işlediği baskılar, Sadık’ın paravanındaki görsel dil, aynı şey belki de Furkan Öztekin’in kolajlarında da var. Bu dil üzerine düşünmek bana keyif veriyor.

Can Küçük, Konteyner, 2018, Paslanmaz çelik, kauçuk, yapışkanlı folyo baskı, 63 x 30 x 30 cm, Pozitif Alan sergi görüntüsü

Sergide bir arşiv-kolaj da görüyoruz, deneyimin kendisine veya o deneyime ilişik hafızaya odaklanan yapıtlar da var. Güneş Terkol’un Dünyadan Bir Islık Geçti üretimini veya İz Öztat’ın duvardaki üçgen armasını düşünerek soruyorum, doğru bir sınıflandırma olur mu veya böyle konuşmak ister misin sergiyi emin değilim ama bu sergi içerisinde senin deyiminle travmayı veya kayan yıldızları anımsayan camp neresidir?

(Gülüyor) Bu soruna kişisel olmayan bir cevap veremiyorum. Sergi benim için bir bütün olarak camp. Diğer yandan yaşamda olmayanları anmak bilinç düzeyinde karar verilmiş birşey değildi. AIDS nihayetinde Amerikan bir konu. Benim niyetim ise bunu biraz kırabilmekti. Foucault, Saatler filmindeki AIDS’li yazar veya Murteza Ergin, tüm bu insanların ardından onların yasını tutmaktan çok, toplamda bir komüniteyi ve komünitenin geride kalanlarının deneyimlediği travmayı anımsamayı onun üzerine düşünmeyi önemsiyorum. Beni kendi jenerasyonum açısından düşününce daha çok ilgilendiren bunun uluslararası ve jenerasyonlar arası bir travma oluşu. Kendi deneyimimi düşününce; ben ne zaman öğrendim HIV olduğumu bu bir yana, bu sanki hep tenimde, bildiğim birşeydi. Ve bu konuda yalnız olmadığıma eminim. Benim gibi 90 sonrası doğan nesil, televizyonda bunu görmedik, her gün insanların öldüğüne tanık olmadık ama bu bilgi buna rağmen bir şekilde bize aktarılmış. Biz bu mistik bilgiyle, korkuyla yaşamışız. Sergide yer alan Ardıl Yalınkılıç’ın diğer işi, annesine mektuplarındaki o gerçeklik, o gerçek durum, bu sebeple aşırı ilgilendiriyor beni. Bu bir travma. Gay erkeklerin seksle kurduğu ilişkiye dair bir şey. Seksi kirli gördükleri, prezervatif kullanmak durumunda olduklarını bildikleri bir şey.

Siyah ve beyaz alan bölümlemen, yerleştirme tercihlerin nasıl şekillendi?

Sergi mekânını labirente benzer bir formda kurmayı düşünmüştüm. İçerisinde gay hamamları ve gay klüplerindeki siyah odayı andıran mekânlar oluşturmak istemiştim. Sonrasında labirent fikrinden uzaklaştım ama karanlık alanı tutmak istedim. Arka kısımdaki karanlık alan bu fikirden hareket aldı. Bir de karanlık alanı ayıran beyaz sergi duvarının önündeki serginin giriş kısmı olan beyaz alan var. Bu ikili bölümlemenin, ten X beden, içeri giriş izni veren X vermeyen, iç X dış, kamusal X özel vb ikilikleri çağrıştırmasını istedim. Belli ki kaçınılmaz olarak pozitif X negatif’e de gönderme yapacaktı bu durum, her ne kadar öncelikli amacım pozitif negatif bölümlemesi yapmak olmasa da.

Elmgreen & Dragset’in yere öylece bırakılmış, form itibariyle içerisindeki bedenin izlerini hala içinde taşıyan boxer’lı pantolonları hastanenin hayli yoğun bir trafiğin aktığı ana giriş kapısından rahatlıkla görülebiliyor. Nasıl geri dönüşler geliyor bu yapıtla ilgili, geliyor mu?

Dışarıdan pantolonları görüp içeri girip “sergi bitti toparlandı sandık” diyen oldu.

Elmgreen & Dragset, Powerless Structures, Fig.19, 1998, Calvin Klein iç çamaşırı, Levi’s 501 kot, Ölçüler değişebilir

Sergi kurulumunda çalışan ustalar soyunmuş ve giysiler orada kalmış gibi mi görünüyor? Olabilir sahiden.

Oraya koymayı hem planladım hem de pantolonlar, başka bir yerde görsel olarak iyi işlemediğini düşündüğüm için oraya yerleştiler. Aslında bu iş son hafta hayli gerilmeme sebep olmuştu. Amerikan Hastanesi’ndeyiz, pantolonların içinde Calvin Klein marka donlar var, kafamı çevirdiğimde Leyla Gediz’in resmindeki figürün ayağında Nike amblemi var. Sergi yerelleşmeden söz ediyor ama bir anda etiketler dünyasında gibiyiz. Bir yandan da hiçbirimiz tam anlamıyla bu etiketlerden muaf değiliz. Kimimiz alıp giyiyoruz. Kimimiz almıyoruz ama bu donlar gay kültürü söz konusu olduğunda dünyanın heryerine ait, paylaşılan bir pornografik imge.

Furkan’ın küçük boyutlu kolajları yakından baktıkça, ya da mekânı bildikçe kendini açan katmanlarla genişliyor. Sergide gördüğümüz Sekme (2018) isimli seri nasıl detayları bir araya getiriyor?

Furkan’ın kolajlarında benim en çok ilgimi çeken şey zamanı ve mekânı ortaya koymalarından çok, onlara dair sadece bir ritm ortaya koyuyor olmaları. Detaylandırmak gerekirse kolajlarda Serdar Soydan’ın arşivindeki Murteza Ergin’e dair haberlerdeki imajlar da var, Kaos (GL) arşivinden alınmış görsel de var. Hastane çevresini gösteren görsel var, mikroskobik virüs görüntüsü formundaki çizim ve hasta odası görüntüsü de var. Hafızanın bir virüs gibi sekmesi ve dağılmasını gösterirken, en başından beri bizim burada olduğumuzu imliyorlar.

Pınar Marul, Reçine, hidrojel, silikon, cam, zincir, Ölçüler değişebilir

Ünal Bostancı’nın o her gördüğünde patlatmak isteyebileceğin, ambalaj malzemesi baloncuklu naylondan oluşturduğu heykel-panosu ismini Susanne Vega’nın Ninety-Nine Point Nine Fahrenheit Degrees albümündeki aynı isimli parçadan alıyor. Vega’ya, parçanın sözleri ile ilgili bir soru soruluyordu; “Bu parça da albümdeki diğer birkaç parça gibi çocuk tacizi ile mi ilgili” diye; şöyle yanıtlıyordu; “… Kimileri ise bu şarkıda AIDS’i konu ettiğimi söylüyor, benim ilgimi çekense birinin bağlamı bilmeksizin kendini bir an için o şeyle birlikte tanımlaması.” Bu anlamda hem Ünal’ın sergideki üretiminin hem de serginin Vega’nın bahsettiğine benzer bir etki yaydığını düşünüyorum. Bir korku var, neden olduğu belirsiz. O zaman korkunun neden olduğundan çok korkuda ortaklaşma öne çıkıyor. Bu işten ve genel olarak Ünal’ın pratiğinden biraz bahseder misin?

Ünal tıpkı daha eski nesil güncel sanatçılar gibi, tek bir malzemeye bağlı kalmayıp temanın ve durumun ihtiyacına göre üretim yapan insanlardan, ben bu tavrı hayli seviyorum. Ünal’ın işi bu serginin ele aldığı konuya birçok yerden bağlanıyor fakat benim için Ünal ile işin üretim sürecindeki serüvenimiz özellikle anlamlı. Ünal yazıdaki tüm harflerin içini HIV+ birinden alınmış kanla doldurmak istedi fakat bu asla mümkün olmadı. Hiçbir kurum, bu hastane dahil, birinin kanını alıp, bize verip bu şekilde değerlendirilmesine izin vermedi.

Bu noktada prosedürün izin vermediği tam olarak nedir?

Senden bir tüp kan aldıktan sonra onu işleme sokmak durumunda olduğunu söylüyor. Ayrıca kaydını tutmak durumunda olduğunu söylüyor. Prosedür açısından buna benzer pek çok soru ve sorun doğdu. Sergi dışında düşünelim, bu aslında birinin kendi kanına asla sahip olamaması demek. İşin malzemesi olacak kanı edinmek için merdiven altı yollara yönelmeyi de düşündük. Sonunda bir özel laboratuvar kabul etti ama ebat olarak çok küçük tüp başına 50 tl gibi bir ücret istedi ve o baloncukları doldurmak için çok fazla tüp gerekliydi. Bu sebeple bunu yapamadık. Yalnızca ‘blood’ kelimesinin içini dolduracak miktar kanı alabildik. Geriye kalanı ise sentetik kanla doldurarak, işin böylece oluşmasını istedi Ünal. HIV+ kan bir provokasyon yaratıyor bu noktada, ve iş bunu sorgulamaya fırsat veriyor. Her şekilde asılsız bir provokasyon yaratıyor çünkü bahsettiğimiz tehlikesiz bir kan. Ünal işin fontlarını süreç içerisinde sürekli değiştirdi. Kanın bir malzeme olarak yapısıyla onu baloncukların içerisine enjekte ederken sürekli şekil değiştirmesi ile de ilgili bir durumdu bu. Bu süreç Ünal’ın kendi pratiği açısından ilginçti, benim için de öyleydi. Başlangıçta fontlar daha alışıldık, düz ve çizgiseldi. Sonra süreçte olan bitenin de etkisiyle bunu gürültü (noise) ile bir ritm dahilinde kurduğunda fontlar farklılaştı.

Sergi Amerikan Hastanesi Operation Room’da 2 Şubat 2019’a dek izlenebilecek, bu arada herhangi bir yan etkinlik gerçekleşecek mi?

Benim ve farklı sanatçıların eşlik edeceği sergi turları gerçekleştiriyoruz. 26 Ocak’ta da bir tur olacak.

*Felix Gonzalez-Torres'in Untitled (Perfect Lovers) çalışması, Pozitif Alan sergisinde yer almamaktadır.

All rights reserved. Unlimited Publications.

Meşrutiyet Caddesi No: 67 Kat: 1 Beyoğlu İstanbul Turkey

Follow us

  • Black Instagram Icon
bottom of page