top of page

Kitsch kimin hakkı?

Kitsch kavramı, uzun yıllar boyunca düşük sınıf zevkinin bir fazlalık, parazitlik veya bozulma hali olarak kodlandı. Bu yazı, bu yerleşik tanımı tersine çevirerek, kitsch’in asıl olarak üst sınıfın estetik sömürüsü içinde üretildiğini savunuyor


Yazı: Pınar Üzeltüzenci



Murat Alat, Gülsün Karamustafa’nın yeni sergisini ele aldığı yazısında kitsch için “Bugüne kadar okuduğum, duyduğum en iyi tanımlardan biri kitsch’in bir nesnenin/imgenin ait olduğu konumun dışında belirmesiyle ortaya çıkan şey, bir anomali olduğu. Tıpkı plastik bir lalenin toprakta can bulan bir laleden uzağa düşmesi gibi ya da La Giaconda’yı Louvre’un salonundansa bir kebapçının duvarında görmek gibi.”  diyor. Karamustafa’nın sergisini görmediğim için o özel bağlam hakkında yorum yapamayacağım. Ben Alat’ın kitsch tanımını bir çıkış noktası olarak alarak, bu kavramın sınıfsal boyutu üzerine düşünmek istiyorum.


Alat’ın tanımı, kitsch’in bağlam dışı bir yönü olduğunun altını çizmesiyle çarpıcı. Ancak ben bu tanımın ötesine geçerek, kitsch’i yalnızca bağlamsal bir anomali değil sınıfsal bir sapma olarak düşünmeyi öneriyorum. Zira kitsch, estetik bir nesnenin “ait olmadığı yerde” belirivermesiyle oluşmaz. Mesele, o nesnenin ait olmadığı sınıfta belirmesidir: O estetik formu “anlamlandıramayacağı” varsayılan bir sınıfta. Burada coğrafi veya bağlamsal kaymadan çok daha güçlü bir şekilde söz konusu olan şey sınıfsal bir sapmadır. Yani sanatsal bir imgenin, bir estetik formun, bir zevk göstergesinin, alımlayıcılarının kültürel sermayesinin yetersiz görüldüğü bir toplumsal uzamda belirmesiyle tetiklenen bir değersizleşme pratiğidir kitsch. Sorun estetiğin kendisi değil o estetiğe temas eden öznenin, bu teması kurmak için yeterince yetkin/meşru görülmemesidir.


Mona Lisa’nın bir kebapçı duvarında anomali olarak belirmesi ilk bakışta bir “kültürel aidiyet” meselesi gibi görünse de aslında çok daha derin bir sınıfsal kodlamayı içinde barındırıyor; zira burada “yer”, nötr bir coğrafi konumu değil belirli birinin mekânını, belirli bir sınıfın kültürel temsilini imliyor. Louvre, “yüksek sanat”ın doğal habitatı olarak düşünülürken, bir kebapçı bu meşruiyeti ihlal eden “uygunsuz” bir yerdir. Ama Mona Lisa aynı şekilde bir orta-üst sınıf evinde, lüks bir davet salonunda veya bir sanat dergisinin kapağında belirse kimse bunu kitsch olarak nitelendirmez. Demek ki kitsch’in ne zaman ve nerede ortaya çıktığını değil kimin alanında ve hangi sınıfsal aidiyetle ortaya çıktığı asıl mesele. 


Zira aynı anomaliler orta-üst sınıfların estetik evrenine girdiğinde bambaşka muamele görür. Müzik tarafından bakalım; Türkiyeli ve şehirli müzisyenlerin (örneğin Lin Pesto’nun veya Anadol’un) müziğinde beliren arabesk veya Orta Doğu motifleri kitsch olarak değil, “postmodern bir yeniden yazım” olarak değerlendirilir. Benzer şekilde Gülsün Karamustafa veya Jeff Koons gibi sanatçıların çalışmalarında beliren o dünyaya ait olmayan unsurlar, ya ironik bir katmanla ya da bir üst okumayla değer kazanır. Oysa aynı şey tersinden bir sınıfsal yer değiştirme olduğunda, yani Mona Lisa’nın bir kopyası yoksul bir evde, bir kahvehanede veya kebapçıda belirdiğinde eğreti durur. Bu da gösteriyor ki kitsch dediğimiz şey aslında kültürel imgelerin yanlış bağlamda değil, "yanlış sınıfta" belirmesidir. Yani kebapçıdaki Mona Lisa bizi düşündürür çünkü akla esas takılan şey eseri yanlış yere koyan kişinin sınıfsal meşruiyetsizliğidir.


Demek ki mesele “nerede” değil “kimde” ve “nasıl” sorularında düğümleniyor. Bu da gösteriyor ki kitsch sınıfsal sınırları korumaya yarayan ideolojik bir etikettir. Zira burada dikkat çeken o eserin orada görünmesine dair sınıfsal bir uygunsuzluk, bir “yer hatası”dır. Kitsch sınıfsal bir ihlaldir. Ve o ihlalin nesnesi, çoğu zaman düşük sınıfların kendi alanlarına dahil ettiği yüksek sanatın kopyalarıdır; yani gerçek sorun bu yönüyle bir temsiliyet suçudur.


Kültürel kapitali hasbelkader görebildiğim (bir anadolu lisesindeki) eğitim sayesinde sınıfsal bir mobilizasyonla edinmiş biri olarak, kendi taşralılığımı bir ev objesi, bir tekstil deseni veya bir kıyafet tercihi üzerinden estetik olarak sahiplenmem şimdiki algılanan sınıfım yüzünden ironik veya postmodern bir jest olarak okunur. Oysa örneğin annemin aynı tercihi, sınıfı ve estetik nesne arasında mesafe olmadığı için, kitsch olarak yaftalanır. Burada belirleyici olan nesne değil onu taşıyan öznenin sınıfsal meşruiyetini kurma biçimidir. Kitsch, bu yüzden alt sınıfların değil onların temsil hakkını gasp eden üst sınıfların perspektifinin eseridir; ne var ki bu estetik, kültürel hiyerarşide tersyüz edilerek alt sınıflara veya sonradan görmelere aitmiş gibi gösterilir.


Kitsch, “yukarıdan aşağı düşürülen” bir zevk hırsızlığı, alt sınıfın üst sınıfa ait estetik biçimlerinin başarısız taklidi olarak kodlanır. Oysa alt sınıfa ait estetik malzemenin üstten bir bakışla stilize edilmesi, sınıfsal bağlamından koparılarak yeniden dolaşıma sokulması meşru ve sofistike kabul edilir. Oysa aynı nesne, düşük sınıfın alanında işlevsel ya da gündelik bir estetik tercihi olarak var olduğunda değersiz ve ucuzdur. Ben bu yazıda, bu etiketi yerinden oynatmayı öneriyorum.


Estetik sömürü olarak kitsch ve Greenberg’in tersine çevrilmesi


Clement Greenberg’in Avant-Garde and Kitsch adlı makalesi, kitsch’i yüksek sanatın yoz bir taklidi olarak tanımlar. Ona göre kitsch, yüksek sanatı içeriğini anlamadan tekrarlayan, “sahtelik” üreten, içsel derinliği olmayan mekanik bir kopyadır. Greenberg, bu kopyalama eylemini “parazitlik”le ilişkilendirir: Kitsch, “gerçek kültürden” beslenerek onun estetik otoritesine yapışan, onu taklit eden bir parazittir.


Bu metafor, parazitin aşağıdakiler olduğunu varsayar: “Gerçek” estetik yukarıdadır, kitsch ise onun asalak tüketicisi. Bu hiyerarşik kurgu, aşağıdakilerin kültürel deneyimini baştan itibaren geçersiz ve tehlikeli ilan eder. Ne var ki Greenberg’in bu çerçevesi, estetiğin yaşanma biçimlerini değil estetiğe dair meşruiyetin nasıl dağıtıldığını faş eder. Kitsch’in asıl “suçu” yanlış sınıf tarafından sahiplenilmiş olmasıdır.


Parazit, başka bir canlıya yapışıp beslenerek varlığını sürdüren bir organizma demekse eğer, asıl parazit alt sınıfların yaşam pratiklerinden, gündelik estetik dilinden, kolektif duygulanımlarından beslenip bunları birer nesneye dönüştürerek kendi kültürel sermayesini büyütenler değil midir? Zira tarihsel olarak baktığımızda halk estetiğini kendi bağlamlarında dönüştürüp yeniden estetize ederek sistemli bir şekilde dolaşıma sokan burjuva sınıfıdır. Bu dönüşümde anlamlar değil yalnızca formlar korunur; hisler, bağlamlar ve tarihsel deneyimler silinir. Parazitlik, estetik bir formun orijinal bağlamını boşaltarak onu yeniden paketleyen bu yukarıya doğru sınıfsal aktarımın ta kendisidir.


Parazit, alt kültürün estetik kodlarını sömürerek, onları yeniden üretip dolaşıma sokan; bu döngüdeki duygusal ve tarihsel bağlamı yok sayan ve bunun üzerinden prestij, söylemsel otorite, estetik ayrıcalık ve maddi karşılık kazanan üst sınıf pratiklerdir. Parazit, Mona Lisa’yı kebapçı duvarına asan değil; bir kebapçı resmini bir galeriye yerleştirip ona ironik bir katmanla yeniden değer kazandıran bakıştır. Bu yüzden kitsch, aşağıdakileri temsilsizleştirerek kendi estetik sınırlarını yeniden inşa edenlerin suçudur.


Bu çifte standart gösteriyor ki kitsch kavramı estetikten çok, sınıfsal temsiliyetin bir düzenleme aracıdır. Bu durumda, kitsch estetik bir suçsa sömürülenin değil, sömürenin suçu olması gerekir. Zira bu bağlamda bir tür kültürel mülksüzleştirme ve stilize etme süreci olarak, estetik alandaki bir mutenalaştırma biçimine dönüşür.


AKP kitsch’i: Sessiz mutabakatların bozuluşu


Bu şekilde son zamanlarda kitsch deyince akla ilk gelen şeyin, altın varaklı mobilyaların, plastik şehir heykelleri ile “AKP estetiği”nin neden bu kadar çirkin, rahatsız edici, hatta travmatik bir etki yarattığını kurcalamak da mümkün hale gelir. Cam minareli camiler, LED’li Kur’an panoları ve Osmanlı motifli AVM’ler yalnızca birer görsel tercih değildir. Bunlar, bugüne kadar meşru sayılan estetik mutabakatlara karşı da bir hamledir. Bu estetik, seküler-burjuva zevkin “doğal” kıldığı şeylere bir el koyma, kamusal alanı yeniden sahneleme biçimidir.


Bu da bir nevi meşru estetiği kimin tanımladığına ve kimin zevkinin alay edilebilir olduğuna dair o sessiz mutabakatı bozar. Velhasıl bu estetik karşısında hissedilen rahatsızlık ideolojik ve sınıfsal da bir sarsıntıdır. Eleştiriler çoğu zaman bu estetiğin zevksiz olduğunda ısrarcı olurken, aslında onun neyi yerinden oynattığını konuşmayı reddeder. Sorun tam da burada yatar: AKP’nin “çirkin” estetiği yeni ve iyi bir şey kurmuyor olabilir ama mevcut temsil rejimini bozar ve bu bozuşun ifşa ettiği şey, “iyi zevkin” ideolojik bir anlaşmayla belirlendiğidir.


Bu yeni estetik karşısında duyulan alaycı öfke, farkında olmadan seküler burjuva estetik terbiyesinin nasıl içselleştirildiğinin bir semptomu olarak da görülebilir; zira beğeni de bir tür mülkiyettir. “Bu şey çirkin” dediğimizde, aslında “bu şey bana ait değil,” deriz ama kitsch, bu mülkiyet isteğine musallat olur; onu yine bizim nezdimizde karikatürleştirerek, parodileştirerek veya çoğaltarak; AKP örneğinde ise bizzat kendi kitlesel temsil alanlarını inşa ederek. Kitsch kavramının AKP ile özdeşleşmesi tam da bu yüzden rastlantısal değildir; bu estetik, aidiyetsizliğin değil meşruiyetsizliğin ürünü olarak görülür. Bir şeyin estetik olarak gülünçleşmesi, meşru görülmeyen bir grup tarafından sahiplenilmesinden kaynaklanır. Kitsch, burada artık yalnızca estetik bir yanlış değil, sosyo-kültürel bir taşkınlıktır ve estetize edilen de bizzat bu hadsizliktir.

Ben bu estetiği sadece çirkin, gerici veya tahakkümcü olarak değerlendirmenin ne anlama geldiği konusunda endişeliyim ve bu yüzden, asıl sorunun şu olması gerektiğini düşünüyorum: Estetik konusunda kim, ne zaman ve neden rahatsız olur? Ve bu rahatsızlık kimin pozisyonundan konuşur?


İşte belki de AKP estetiğinin en çarpıcı yönü, yerine daha iyi bir şey inşa etmese bile olanı bozma hakkını/cesaretini kendinde görebilmesidir. Estetik normları altüst etme, meşru sayılan beğeni rejimlerine müdahale etme konusundaki bu çekincesizlik, daha önce dışarıda bırakılmış geniş bir kitleyi dahil etme gücü kazanmasına da yol açıyor. AKP de kendi dışlama rejimini kurdu elbette; fakat önceki kültürel mutabakatta yer bulamayanların temsili üzerinden kazandığı meşruiyet, bu estetik bozuşun sadece bir provokasyon değil, bir temsil açığına müdahale olarak da okunmasını mümkün kılıyor. Velhasıl mesele yalnızca neyin üretildiği değil kimin üretebildiği ile ilgilidir ve AKP estetiği, estetikle ilişkilenme hakkını tabana da yararak, uzun süre sadece belirli sınıfların tekelinde olan temsil sahnesine müdahil olur. Bu nedenle bu estetiği yalnızca “kötü zevk”le açıklamak, onun bozucu ve çoğaltıcı etkisini hafife almaktır.


Belki de tüm bu estetik yargıları, kitsch kategorisini, sadece bir ait olmama haliyle değil sınıfsal dışlama, kültürel mülksüzleştirme ve temsilinden koparılmış olmanın hissi üzerinden yeniden düşünmek, bize başka tür bir okuma imkânı sunabilir. Belki de kitsch, estetik değil, politik bir fazlalıktır: Temsile katılamayanların kendilerini görünür kılma çabalarının bastırıldığı her yerde ortaya çıkan bir taşkınlıktır. Belki de “çirkin” addedilen nesnelere gösterilen bu sahiplenme, yalnızca bir zevk meselesi değil temsile ve görünürlüğe dair de bir hak talebidir.

Comentarios


Ya no es posible comentar esta entrada. Contacta al propietario del sitio para obtener más información.

All rights reserved. Unlimited Publications.

Meşrutiyet Caddesi No: 67 Kat: 1 Beyoğlu İstanbul Turkey

Follow us

  • Black Instagram Icon
bottom of page