top of page

Gazze diye bir yer kalmayınca

Sanat sahnesinin Gazze'de yaşanan felakete karşı sergilediği tutum üzerine düşünüyoruz


Yazı: Pınar Üzeltüzenci


John Halaka, Ghosts of Presence - Bodies of Absence, Hands of Survivors #3, 2021. Dijital baskı üzerine mürekkep, 11"x15"


Gazze’den sonra…

 

Sanat, özellikle çağdaş sanat, trajediden beslenir. Sömürgecilik, kapitalizm, soykırımlar ve savaşlar gibi büyük tarihsel suçlar, göç, hafıza ve kimlik temaları etrafında yeniden ve yeniden anlatılır. Yan yana yaşama pratikleri, rizomatik duruşlar, “ötekilik bahçeleri”, “soykırım böcekleri”, “kayıpların anlatıldığı video art”lar… Son on yılda bu imgeler, bienallerin, müze sergilerinin ve performansların merkezinde. Felaketlerin ardından düzenlenen “sanatla iyileşme” ve “sanatla dayanışma” başlıklı panelleri, kaleme alınan yazıları, dağıtılan fonları ve bir araya gelen sanatçı-akademisyen buluşmalarını düşünün. Sanatın dönüştürücü, onarıcı ve tanıklık edici gücü üzerine edilen o süslü sözleri...

 

Şimdi bu sözleri Filistin’de yaşanan dehşetin gölgesinde düşünün. Gazze’ye dair tek bir kelimenin edilmediği bellek temalı sergileri, sömürge sonrası konuşmaları, makaleleri… Elbette geçici bir sessizlik bu zira Gazze Batı’nın hayal ettiği gibi haritadan silindikten sonra, bu felaketin estetikleştirilmiş yankıları gecikmeyecektir. Çok değil, Filistin yok edildikten sonra birkaç ay içinde bu felaket fonlanabilir projelere, kataloglara, beyaz şaraplı açılışlara dönüşecektir. Şiddet, dehşet, insanlıktan çıkış, etkileyici temalara indirgenecektir. Ve kuvvetle muhtemel tanıklıkla değil temsil ile yetinilecektir.


Sanatın sanatçının ve ifade özgürlüğünün dostu liberal Avrupa, Orta Doğu’daki otoriter rejimlerin yol açtığı krizlere yüksek sesle üzülen, kadınların, LGBTİ+ bireylerin, akademisyenlerin maruz kaldığı ihlallere çok duyarlı Avrupa, bu bireylerin kendilerini ifade edebileceği alanlar yaratır, sivil toplum örgütlerine fonlar aktarır, göç etmek zorunda kalan sanatçılara destek verir. Kendi ülkelerinde “güvenle var olamayan” sanatçıları ağırlayan Batı böylece kendisini çokkültürlülüğün, ifade özgürlüğünün ve insan haklarının merkezi olarak parlatır. Destek verdiği her “öteki” Batı’nın duyarlı, kucaklayıcı ve demokratik imajına yatırım olarak geri döner, her göç etmiş sanatçı çokkültürlü vitrininin bir parçası haline gelir.


Peki, Filistin?


Postkolonyal teori bir estetik pazar, hafıza ise bir küratoryal tema. Sömürülenlerin, ezilenlerin yaşadıkları, bu anlatılar hızla dolaşıma giriyor; ancak bağlamlarından sıyrılarak ve temsilin steril alanına çekilerek.

Konu Avrupa’nın doğrudan parçası olduğu, sürmekte olan bir trajediye geldiğinde bu liberal duyarlılık derin bir sessizliğe dönüştü. Sömürgecilik artık “aşıldığı” varsayılan, üzerinden yüzyıllar geçmiş bir hafıza egzersizi olarak ele alınıyor. Postkolonyal teori bir estetik pazar, hafıza ise bir küratoryal tema. Sömürülenlerin, ezilenlerin yaşadıkları, bu anlatılar hızla dolaşıma giriyor; ancak bağlamlarından sıyrılarak ve temsilin steril alanına çekilerek. Kimlik, göç, diaspora, travma… Hepsi Avrupa’nın kabul edilebilir mesafesinden yeniden biçimlendiriliyor. Bu temalar yalnızca adalet çağrıları değil, aynı zamanda küratoryal planlar için “çekici” başlıklara dönüşüyor. Sömürgecilikten bahsetmek artık bir politik pozisyon değil, iyi tasarlanmış bir portfolyo hareketi. Çünkü mesele geçmişi sorgulamak değil, bugünü konforlu biçimde seyretmek.

 

Ve bu yüzden Filistin, sessizliğin gerçek sınavıdır.

 

Sanat dünyasının fon sistemine bağımlılığı, bu sınavda belirleyici hale geldi. Başta Almanya olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinde, Filistin’e dair en küçük bir beyan bile fonların kesilmesi için yeterli. Almanya’da İsrail’i protesto etmeyi antisemit, BDS hareketini anayasaya aykırı ilan eden yasa, yalnızca politik değil aynı zamanda kültürel ifade alanlarını da doğrudan hedef almakta. Bu rejim altında “Filistin” kelimesinin telaffuzu dahi, bir çeşit etik ihlal olarak kodlanıyor. Böylece yalnızca maddi kaynaklara değil, mekânlara, sergilere, konuşma imkanlarına da erişim kapanıyor. Zira Avrupa’nın insan hakları temelli fon sistemi, yalnızca finansal değil, aynı zamanda ideolojik bir hizalanmaya çağrı. Kimin acısı görünür olacak, kimin sesi duyulabilir sayılacak, bu kararlar sanatsal kriterlerle değil, politik dengeyle belirleniyor.

 

Batı merkezli sanat sahnesinde temsil kavramı giderek görünürlüğe indirgenirken bu görünürlük de kimi zaman stratejik bir suskunluğun üzerini örten bir perdeye dönüşmekte. Bu sessizlik, sadece bir çekimserlik değil, aktif bir tarih yazımı da: Gazze her anılmadığında, şiddetin yönü bulanıklaştırılıyor; fail silikleşiyor, suç ise soyut bir “Doğu şiddeti” veya patriyarkal kültüre yöneliyor. Bu belirsizlik Batı’nın yalnızca güncel suç ortaklıklarından değil, tarihsel sorumluluğundan da sıyrılmasına olanak tanıyor. Sanat bu bağlamda hatırlamanın değil, unutuşun estetiğine dönüşüyor; temsil, failin üstünü örten bir maske halini alıyor.


Öte yandan bu suskunluk yalnızca ideolojik değil, yapısal koşullar tarafından da beslenmekte. Sanat üretimi giderek daha fazla kurumsal desteğe, fon mekanizmalarına bağımlı hale gelirken, sanatçılar da hayatta kalabilmek için fonlanabilir temaların sınırları içinde kalmaya mecbur bırakılmakta. Kolektivite, hafıza, dayanışma gibi yüzeyde politik duran temalar etrafında dönen projeler, sıklıkla Avrupa’nın kendini merkez alan ilerlemeci tahayyülüne entegre ediliyor. İsyan, ancak dolaşıma sokulabilir ve denetlenebilir biçimde temsil edilebildiği sürece kabul ediliyor. Böylece sanatçılar, farkında olarak veya olmaksızın, sistemin kendi içinden kendini yeniden üretmesine katkı sunan figürlere dönüşüyorlar, görünüşte muhalif ama fiiliyatta statükoyu yeniden inşa eden bir rol üstlenerek.


Sadece sessiz kalarak değil sessizliğin içinden konuşarak, sistemin dile ihtiyaç duyduğu yerden üretim yaparak, düzenin devamına katkıda bulunuyorlar. Dekolonizasyon manifestoları yazılıyor ancak bu manifestoların hangi kurumsal sınırlar, hangi etik koşullarda yayımlandığı unutuluyor ya da bilinçli şekilde göz ardı ediliyor. Ortaya çıkan işler, isyanı temsil etmiyor; onu yumuşatıyor, onu estetikleştiriyor ve sistemin sindirebileceği bir forma dönüştürüyor. Bu dönüşümün sonunda “eleştirel sanat”, bir ifade biçiminden çok bir marka değerine indirgeniyor. Ve işte bu yüzden sanatın kolektif tahayyülünden geriye yalnızca fonla konuşan, fonla susan bir figür kalıyor. Sanat ne eylem taşıyor, ne hafıza. Yalnızca kendini tekrar eden, eleştirinin yerini temsilin aldığı, temsilin yerini konforun doldurduğu bir sistemin içerisine sıkışıyor.


Ve bugün? Binlerce insan gözümüzün önünde katledilmişken, çocuklar açlıktan ölürken, şehirler yerle bir edilirken, sanat dünyasının büyük bölümü suskun. “Barbarlar geliyor,” diye çığıran yüzyıl öncesinin dili yeniden dolaşımda. Demokrasi, medeniyet, insani yardım gibi kelimelerle örülen bu yeni sömürgeci anlatı bir kez daha Batı’nın estetiği ve etiği kılığında karşımıza çıkıyor. Bu diskuru sorgulamak isteyenler bienallere alınmıyor, Filistin’i anan sanatçıların işleri galerilerden çıkarılıyor, fonları kesiliyor. Sanat, hakikatle yüzleşmeyi değil seçici bir belleği taşımanın yollarını arıyor.


Temsilin işte bu yüzden başka bir şey söylemesi gerekiyor. Temsil, içinde yaşadığımız koşulları dönüştürmek için gereken gerçek çabanın yerine geçemez, geçmemeli. Zaten temsilin, bir siyaset biçimi olarak özellikle ezilen halklara bu kadar ısrarla dayatılmasının bir nedeni var, zira bu biçimiyle temsil, liberal ahlakla tamamen uyumlu, pasifleştirici ve bireyselleştirici bir işleve sahiptir. Görünürlüğü, değişimle karıştırır, var olmayı, öyle görünmekle eşitler. Böylece kolektif mücadele, yapısal dönüşüm ve müşterek politik tahayyülün yerini, kişisel başarı hikayeleri, festival afişleri ve fonlanabilir deneyim anlatıları alır. Oysa sanatın “rizomatik ilişkilenme” biçimleri, kolektivite, hafıza ve dayanışma gibi temalarla bir ortaklığı olduğunu iddia ettiği noktada, temsilin bu biçiminin bu temalarla hiçbir temasının kalmadığını görmek gerekir. Temsilin neyi gizlediğini, neyin yerine konduğunu ve neden bu kadar kolay ve hızlı dolaşıma girdiğini yeniden ve yeniden sorarak onun kapitalist dünya düzeni ve özellikle Avrupa tarafından bir “çözüm” gibi sunulmasına, estetize edilmesine ve pazarlanmasına direnmek gerekir. Bu haliyle temsil, olsa olsa sustur(ul)manın rafine bir biçimidir.


Berlinale[1], Documenta[2], Tate[3], Goethe-Institut[4] gibi onlarca örnekte olduğu gibi, (bildiğim kadarıyla TC’de yaşayan sanatçılardan veya sanat kurumlarından böyle bir ortak çağrı, devletin İsrail ile süregelen anlaşmalarını kınayan herhangi bir mektup girişimi bile olmadı) bir boykot çağrısına dahi karşılık veremeyen kültür sanat dünyası artık sadece bireyselliği kutsayan, politik cesaretten ve kolektif tahayyülden uzak bir düzleme yerleşmiştir. O halde açıkça sormak gerekir: Madem mesele sanatçılar için de hayatta kalmak, geçinmek ve görünür olmak; o zaman sanatın ulvi bir görevinin kalmadığını kabul edin. Sanatı bir meslek olarak adlandırın; içinde sözleşme, işveren, sansür ve sessizlik olan sıradan bir meslek olarak. Gazze’den sonra bu yükümlülüktür. Aksi halde geriye kalan yalnızca bir şovdur, felaketin önüne gerilmiş beyaz bir perde. Ve herkes bilir: Perde, yalnızca sahneyi değiştirir. Gerçeği değil.   


1. 2024 Berlinale’de “No Other Land” filminin yönetmenlerinin Gazze’de süregelen soykırıma dair yaptığı konuşmalar, festival yönetimi tarafından “kişisel görüş” olarak tanımlanıp kurumdan ayrıştırıldı. Almanya kültür bakanı, filmin sadece İsrailli olan yönetmenini alkışladığını belirterek Filistinli diğer yönetmeni alkışlamadığının altını çizdi. https://bianet.org/haber/berlinale-ye-eserinizi-gondermeyi-aklinizdan-bile-gecirmeyin-301814

2. Endonezyalı sanat kolektifi Taring Padi’nin eseri, antisemitizm suçlamalarıyla sergiden kaldırıldı. Tartışmalar Filistin meselesine dolaylı desteğe odaklanarak sansürün boyutlarını ortaya koydu. https://www.welt.de/kultur/article239889829/Documenta-Generaldirektorin-Schormann-wehrt-sich-gegen-Kritik.html?utm_source=chatgpt.com

3. 2023’te 1.500’den fazla sanatçı, Tate’in İsrail bağlantılarını kesmesi için imza verdi. Kurum, bu çağrıya kayıtsız kaldı. https://www.wsws.org/en/articles/2024/12/05/mwjq-d05.html?utm_source=chatgpt.com

4. 2022’de Filistinli şair Mohammed El-Kurd’un konuşması, son anda iptal edildi. https://www.newarab.com/news/german-culture-event-scaled-down-after-palestine-controversy?utm_source=chatgpt.com

Comments


Commenting on this post isn't available anymore. Contact the site owner for more info.

All rights reserved. Unlimited Publications.

Meşrutiyet Caddesi No: 67 Kat: 1 Beyoğlu İstanbul Turkey

Follow us

  • Black Instagram Icon
bottom of page