Can Yayınları’nın klasik beyaz kapaklarını değiştiren tasarımcı olarak tanınırlığını artırsa da kitap meraklılarının yakından bildiği, işlerini takip ettiği bir isim Utku Lomlu. Bir görüşte hangi yayınevine ait olduğunu anladığımız, yayınevi odaklı kitap tasarımları Türkiye’de yerini tasarım kapaklara bırakırken Lomlu ile kitap kapağı tasarımının ayrıntılarını, kapaklara bakışın Türkiye’de ve dünyada değişen seyrini konuştuk
Utku Lomlu
Kitapların künye bilgilerini de okumayı seven, yayınevi, çevirmeni, baskı yılı derken kapak tasarımcısının adlarına da dikkat gösteren okurların sayısı giderek artıyor. Utku Lomlu da dikkatli ve özenli kitap okuyucularının bir yere not ettiği kapak tasarımcılarından biri. Aslında 19 yıldır bu sektörde olsa da üç yıl önce Can Yayınları’nın alışıldık beyaz yüzünü dönüştürme projesiyle birlikte ödüller ve popülerlik de bir anda geldi. Lomlu ayda 18-19 kitabı bulan yoğun çalışma temposuna rağmen kapak tasarımcısının esas misyonu, burada ve dünyada kapakların aldığı seyir ve kitabın nihayetinde kime ait olduğu konularında kafa yoran yaptığı kapaklardan kendi etkisini silmeye çalışan bir tasarımcı. Utku Lomlu ile Cihangir’deki ofisinde bir araya geldik.
Bir dönem ayda 18 kitap kapağı tasarladığınızı söylemiştiniz. Şu anki yoğunluğunuz nasıl?
Aynı yoğunluk devam ediyor, bazen sayının 19’a çıktığı da oluyor. Bunların bir kısmı dizi kapağı olduğu için yeni baştan tasarım yapılmıyor, onlarla ekibimiz ilgileniyor ve nispeten daha hızlı ilerliyor. Ama çoğunluğu yeni kitaplardan oluşuyor.
Peki, kitap kapağı tasarlama süreci nasıl başlıyor?
Yayınevinde her ay yayın kurulu toplantısı düzenleniyor. Toplantıda önümüzdeki ayın çıkacak kitapları üzerine konuşuluyor, her editör kendi kitapları hakkında bilgiler veriyor. Öncesinde hazırlanmış brief’ler oluyor, onlar dağıtılıyor. Orada hem program hem de kitaplar hakkında bilgi almış oluyorum. Yeterli gelmediği durumlarda kitabın editörüyle tekrar iletişime geçiyorum. Süreç bu şekilde başlıyor ve devam ediyor.
Bir kitap kapağı tasarımı ne kadar sürüyor?
Her bir kitap için kesin bir zaman aralığı vermem çok zor ama eksiksiz verilmiş, yeterli veriye sahip bir brief mutlaka zaman kazandırıyor. Tek bir kitabın tasarımı, yeni bir dizi için bütünüyle baştan tasarlanan dizi kapak tasarımlarına göre daha hızlı çözülüyor çünkü orada yazarın ya da dizinin tüm kitaplarını bir arada bütün olarak düşünmek gerekiyor. Kitabın konusuyla bir yakınlık kurduysam, yazarını tanıyorsam yine daha hızlı bir çözüme gidebiliyorum.
Dünyada baskısı olan çeviri edebiyattan bir örneğe mi kapak tasarlamak daha kolaydır, yeni bir yazarın ilk kez çıkan kitabına mı?
Çeviri bir eser için kapak tasarlamak nispeten daha rahat oluyor diyebilirim. Öncelikle her kitabın bir editörü var ve brief’i veren de kapağı değerlendirecek olan da o editör. Her insanda olduğu gibi, her editörün de metne bakış açısı, değerlendirmesi, kişisel zevkleri birbirinden farklı. Dolayısıyla ortada öznel bir durum olduğu için çeviri edebiyat için dünyada yapılmış farklı kapakları görmek bir anlamda o öznelliği kırabiliyor. Örneğin çalıştığınız kitabın yurt dışındaki baskısının kapağında biref’te size hiç bahsedilmeyen bir ayrıntı görüyorsunuz O zaman siz de yeni sorular ve farklı bakış açılarıyla birlikte tekrar editöre dönüyorsunuz. Bunlar da süreci kolaylaştıran ayrıntılar…
Eski kitap kapaklarına baktığımızda kitaplardan çok bütün olarak yayınevini ayrıştırabileceğimiz örnekler çokken, şimdi daha çok tasarımcıların, her kitaba özel kapak tasarımlarının ön plana çıktığını görüyoruz. Siz bunu çağın gerekliliği olarak mı yorumluyorsunuz?
Aslında tam tersi, önceki süreç yani yayınevlerinin ön planda olduğu dönemler biraz da çağın gerekliliğiydi. Geçmişe dönüp baktığınızda yani 1980’den önce yapılmış kitap kapaklarına baktığınızda kapak ressamları ve tasarımcıları var, günümüzde kullandığımız tipografi kullanımı yaygın. Belli bir çeşitlilikten söz etmek mümkün 80 öncesinde. Ama sanırım teknolojik gelişim, bilgisayarın hayatımıza girmesi ve tabi bazı şeyleri çabuklaştırması her alanda olduğu gibi tasarım alanında da seri üretimi de beraberinde getirdi. Bu yüzden de yayınevleri de belli bir şablon bulup o şablon içerisinde üretim yaparak hem zaman maliyeti hem de ondan önemlisi üretim maliyetini ortadan kaldırdılar. Bulup diyorum çünkü bunların çoğu Avrupa’daki kimi yayınevlerinden uyarlamaydı. Böylece daha kısa sürede daha çok kitap basılır oldu günün koşullarında. Bu yöntemi seçenler adlarını bildiğimiz, büyük ve geleneksel yayıncılardı. Devamında daha az kitap basan ama butik üretim yapan küçük çaplı yayınevlerinin kurulması ve internetin de yaygınlaşmasıyla birlikte okur kitlesi için sınırlar ortadan kalktı ve kitap kapağının kitap nesnesinin önemli bir parçası olduğu fark edilmeye başlandı. Bunun sonucunda da büyük yayınevleri de kitap kapağı tasarımının zaman içinde önemini kavradılar.
Kitap kapağı sadece tasarımcıya ait değil; işin içinde editör ve elbette yazar var. Bu payı nasıl dağıtırsınız?
Bu biraz muğlak bir konu, net bir çizgi çekmek zor. Kitap her şeyden önce yazarındır. Uzun emekler sonucu ortaya bir eser çıkartır. Kitap kapağı bu noktada nesnenin tamamlayıcısıdır, önemli olan orada metin. Ben yüzlerce kitap kapağı tasarlayabilirim ama o yazarın yazdığı bir tane kitap var ortada. Böyle bir durumda tutup da kendi tasarım anlayışımı ya da egomu başkasının yazdığı metin üzerinden tatmin etme hakkım yok. Bir yazarla birlikte çalışıyorsam ve o yazar da işi tamamen bana teslim etmiyor kendi düşündüğü gibi olsun istiyorsa, yazarın yönlendirmelerine mümkün olduğunca teslim olmak durumundayım.
“Tasarladığım kapaklar benleşmeye başlarsa sorun vardır”
Bu noktada insanın aklına ister istemez Kafka’nın Dönüşüm kapağı için lütfen kapakta böcek çizilmesin dediği mektubu ve sonrasında olanlar geliyor.
Tabii, ama Kafka’nın durumu tamamen farklı. Onun mektuplarında istediklerinin tümü yerine getirilseydi biz şu an Kafka’yı tanımıyor olacaktık. Tüm eserlerimi yakın demişti Max Brod’a bıraktığı vasiyetle. Olayları, söylemleri dönemin koşulları içinde değerlendirmek gerekir. Kapak konusuna gelirsek de, Metamorphosis artık tüm dünyada böcek figürüyle özdeşleşmiş durumda. Nabokov üniversitede verdiği derslerde bu meseleden bahsedip Kafka’nın böceğini tam olarak tarif edebileceğini söyler ve hatta elindeki kitaba da Kafka’nın böceğini çizer. Dönüşüm’ün Can Yayınları’ndan çıkan benim tasarladığım baskısında ise kapakta Kafka’nın mektubunda bahsettiği gibi resimsel değil, tipografik anlatıma sahip bir böcek kullanımı var.
Yazın dünyası biraz görselleştirmeye kapalı. Bir roman filme çekilince hemen bir “kitabı daha iyiydi” tepkisi geliyor. Yeni çıkan kitaplara ait billboard’ların caddeleri, metroları süslemesi edebiyat-dışı olarak yorumlanıyor. Ama bu görselliğe karşı tutucu okur, kitap kapaklarındaki tasarım oyunlarını, rengi, dokuyu benimsiyor. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Aslında bu söylediğiniz sadece sinema uyarlamaları ya da tanıtımlar için değil kitap kapakları konusunda da bir kısım okur için hala geçerliliğini korumakta. Çünkü ülkemizde kitap kapaklarının bir şablon içerisinden çıkması, tasarım anlayışının değişmesinin tarihi çok da uzak değil. O yüzden belli bir yaş üstü bir kısım okuyucu halen kitap kapaklarında farklı ya da deneysel yaklaşımlara daha kapalı, daha tutucu. Zamanla bu tutum değişecektir, belki zamanla bizim bugün yaptığımız şey de klasik ya da demode olarak nitelenecektir. Her konuda olduğu gibi burada da alışkanlıklar ve önyargılar var. Sinema uyarlaması, tanıtım ya da her neyse bir şey kendi bütünlüğü içinde iyi yapılmışsa, size uymasa da hakkını vermek gerekiyor.
Kitap kapağının okur gözünde ayrı bir yere konması ise önemli. Gerçekten de ayrı bir yeri var çünkü kitaba dair belki birçok şeyi unutuyorsunuz ama kapağını hatırlıyorsunuz. Uzaktan gördüğünüz birinin elinde kapağını daha önce gördüğünüz bir kitap varsa kitabın adını görmenize gerek kalmadan ne okuduğunu anlayabiliyorsunuz ve o insan hakkında fikir edinebiliyorsunuz. Kitap kapağı karşınızdaki insanın kim olduğunu söyler. Orhan Pamuk; kitap isimlerini insan isimlerine, kitap kapaklarını da insan yüzlerine benzetir. İnsanların adını unutabilirsiniz ama yüzlerini unutmazsınız. Kitap kapağı da tam olarak bu aslında, kitabın ön yüzü.
Şöyle bir şey okumuştum, bir yapay zekaya dünya üzerindeki belli sayıda kitap kapağı konusuyla birlikte veriliyor. Sonra hiç görmediği kitap kapaklarını görüp konusunu söylemesi isteniyor. Yapay zeka yüzde 90 oranında doğru yanıt veriyor. Kitap kapaklarına olan ilgi sadece Türkiye’de değil, dünyada da şekil değiştirdi, gelişti aslında. Bunu da elektronik kitapların hayatımıza girmesiyle birlikte basılı kitabının değerini daha da artırmasına bağlıyorum. Sonuçta ekrandaki kitabı sadece görebilirsiniz ama elinize aldığınız kitap beş duyunuza da hitap eder. Kitabın kendisi zaten bir tasarım nesnesi. Kitap kapağı koleksiyonerliğine ilgi duyanların sayısının da ilerleyen süreçte artmaya devam edeceğine inanıyorum.
Sizin tasarladıklarınız dışında, çok beğendiğiniz aklınızda yer eden kitap kapakları var mı?
İlginç bir şekilde aklıma geldi; yıllar öncesinden Penguin’in cep boy serisinden E. M. Forster’ın A Passage to India kitabının kapağı öyle ilk görüşte sizi çarpan bir estetiğe sahip değildir ama çok severdim. Onun dışında da birçok isim ve kapak var elbette. Türkiye’de de bu alanda işler üretmiş çok önemli tasarımcılar oldu hep, Sait Maden, Mengü Ertel, Erkal Yavi mesela. Şu anda da bu konuda dünyada çok iyi bir noktada olduğumuzu düşünüyorum.
Tasarımlarınızda diğer sanatçılarla işbirliğine açık mısınız? Bir ressamın tablosunu, bir fotoğrafçının karesini kullanmak gibi.
Elbette açığım. Bu iki türlü işliyor. Bazen yazar böyle bir talepte bulunabiliyor; kapakta bir ressam ya da fotoğrafçı arkadaşının eserini kullanmamı istiyor örneğin. Bazen de benim talebim oluyor ancak zaman çok kısıtlı olduğu için stok görsel dışında bu opsiyonu çok fazla kullanamıyorum. Amerika gibi ülkelerde, kitabın yayımlanacağı tarihten 10-12 ay öncesinde kapak tasarımı süreci başlayabiliyor bu da tasarımcıya çok büyük imkan veriyor, bizde ise bu mümkün değil maalesef.
O zaman bizde inanılmaz bir tempo var. Güzel olmasını geçtim, hepsinin birbirine benzememesi bile büyük bir başarı, değil mi?
Bizdeki tempo çok yüksek. Kapakların birbirine benzememesi için azami gayret gösteriyorum. Yaklaştığı noktalar oluyor, fark ettiğim noktada müdahale ediyorum.
Şu ana kadar kaç kapak tasarımı yaptığınızı hatırlıyor musunuz?
2 binin üzerindedir. 2002’de başladım kitap kapağı tasarlamaya.
Peki, kendinizi nasıl yeniliyorsunuz? Nelerden besleniyorsunuz, zihninizi nasıl tazeliyorsunuz?
İşin aslı ofisten çok fazla çıkamıyorum. Vakit bulduğumda bir sergiye gitmeyi ya da seyahat etmeyi, farklı kültürleri tanımayı seviyorum. Seyahat edecek kadar geniş bir vaktim yoksa da film izlemeyi ve farklı konularda okumalar yapmayı seviyorum. Zaten bu tempoda ‘tıkandım’ diyerek durma gibi bir lüksüm olmadığı için böyle bir düşünceye bile kapılamıyorum.
10 yıllar sonra sahafa giden bir kişi sizin kapaklarını tasarladığınız kitaplara baktığında bu döneme ait bir şeyler yakalar mı sizce?
Tabii öncelikle bir dış müdahaleden uzak, bağımsız olarak tasarladığım kapaklar var; bir de editör, yayınevi veya yazarın müdahaleleri sonucu ortaya çıkan kapaklar var. Bağımsız olarak kendi fikirlerimi uygulamaya geçirdiğim kapaklar için bir dönemin tasarım anlayışını yansıttığını söyleyebilirim. Diğerleri içinse genel geçer bir şey söylemem zor. Bu şekilde tasarladığım kapakları yan yana koysam hepsinin aynı tasarımcının elinden çıktığını anlayamazsınız belki de. Böyle de olmalı zaten. Hepsi benleşmeye başlarsa orada sorun var.
İlk bakışta bu kapağı Utku Lomlu yapmıştır denilmesi kötü bir şey mi sizin için?
Bakış açısına göre değişir elbette ama bu biraz problematik bir konu. Benim anlayışıma göre kitap kapağında tasarımcı genelde kendi ismini geriye çektiği ölçüde başarılıdır. Her kapakta kendi tasarım çizgimi birebir yansıtmaya çalışırsam kitabın ihtiyacına cevap verememiş olurum ve zamanla da kendini tekrar süreci başlar.
Bu yoğun tempoda kapağını yaptığınız kitapları okumaya pek vaktiniz olmuyordur. Hiç bir kitabı daha sonra okuyup da “Ya bu kapakla da kitabın hiç ilgisi yokmuş” dediğiniz oldu mu?
O zaman gelen brief’i sorunlu buluyorum. Sonuçta bana anlatılan üzerinden bir şey kurguluyorum. Sadece burası mı verilirdi, ah asıl şu nokta öne çıkarılmalıydı dediğim oluyor.
Özellikle son yıllarda Can Yayınları’nın kapaklarını yenileme çalışmalarınızla birlikte birçok ödül kazandınız. Sizin için içlerinden en özeli hangisiydi?
Uzun yıllar yurt dışındaki yarışmalara ilgi duymadım. Can Yayınları’nın klasik beyaz kitap kapaklarını yenileme süreciyle birlikte, ilk defa yurt dışında düzenlenen bir yarışmaya katıldım. Sonucunda, The Type Directors Club gibi dünya çapında çok prestijli bir ödülün sahibi oldum. Bu çok özeldi. Bu arada, bu ödülü bu seneyle birlikte üst üste üç sene alma başarısını gösterdim. Başarının sürdürülebilir olması önemli. Aynı şekilde her sene Avrupa’nın farklı bir şehrinde düzenlenen European Design Awards da peş peşe geldi. Yurt dışı ödülleri heyecan veriyor tabii ama Türkiye’de Grafik Tasarımcılar Meslek Kuruluşu’ndan ilk aldığım ödülü unutamam. Ödüller doğru yolda olduğunuzu gösteriyor, bunun da motive edici bir etkisi var şüphesiz.
Bir de ajansınız var. Lom Creative’de neler yapıyorsunuz?
Lom Creative’i esnek bir yapıya sahip, ihtiyaçlar doğrultusunda çözüm üretebilen bir tasarım ofisi olarak tanımlıyorum. Kurumsal kimlik, afiş, etkinlik tasarımı, kitap tasarımı, sanatçı kitabı ağırlıklı olarak yaptığımız işler. Kurumsal dergiler de var bünyemizde, çeşitli ambalaj projeleri de. Bazı markalara da tam hizmet ajans ve danışmanlık hizmeti veriyoruz. Sadece kitap kapağı tasarımı alanında değil, kitap tasarımı, dergi, sanatsal katalog, afiş ve logo alanlarında da bu zaman kadar yaptığımız işlerle ulusal ve uluslararası çeşitli ödüller almaya hak kazandık. Bu da bizim çok yönlülüğümüzü gösteriyor.
#hergünebiryazı #artunlimited #unlimitedrag #CanYayınları #UtkuLomlu #EmelAltay #FranzKafka #Dönüşüm #MaxBrod #Metamorphosis #Nabokov #OrhanPamuk #Penguin #EMForster #APassagetoIndia #SaitMaden #MengüErtel #ErkalYavi #TheTypeDirectorsClub #EuropeanDesignAwards #GrafikTasarımcılarMeslekKuruluşu #LomCreative
Comentarios