İkaz siyasetine ikaz: Dili sök, metaforu dağıt
- Nazlı Pektaş

- 15 Eki
- 7 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 24 Eki
Günseli Baki’nin araştırma odaklı sanat projesi Hatırlama Defteri’nin sergisi 27 Eylül - 26 Ekim 2025 tarihleri arasında Bergama’da yer alan Odeon Pergamon Kültür Sanat Alanı’nda gerçekleşiyor. Günseli Baki, Jenny Berntsson, Selin Atik, Sezgi Abalı, Seçil Yaylalı, Şerife Aslan’ın, Türkiye ve yurt dışından 40 kadınla yapılan görüşmelerle gerçekleştirdikleri feminist bellek araştırmasına dayanan üretimlerinin sergilendiği Hatırlama Defteri, Ocak ayında İzmir’de yer alan Bayetav Sanat’a ve Mart ayında ise Eskişehir’deki Eldem Sanat Alanı’a taşınacak sergi sonbaharda ise İstanbul’da gezilebilecek
Yazı: Nazlı Pektaş

Hatırlama Defteri, Sergiden görünüm. Fotoğraf: Yücel Tunca
El önce hafızayı yoklar. Hatırlama Defteri tam buradan açılıyor: Çocuklukta kulağa fısıldanan ikazlarla birlikte: Kapat, ayıp, ört, uzat, sakla, kes, sus… Yıllar içinde de bedene yerleşen düzenin kaydı defterlere sığmaz olur. Bergama’da Odeon Pergamon Kültür Sanat Alanı’nda bu kayıtlar, bakışın yönünde, dilin küçük eklerinde, evi içi emeğin görünmezliğinde karşımıza dikildi. Sergi, kadınların kendi deneyimlerinden yola çıkan görüşmelerin ağıyla örülmüş; tanıklık icraya, icra da aktüel olana evrilmiş. Amaç, travmayı büyütmek değil onu içselleştiren mikro mekanizmaları soğukkanlı bir dikkatle açığa çıkarmak. Büyük cümleler yerine, işleyen yöntemlerle konuşmak…
Bir gün ortaokulda fen bilgisi öğretmeninin bitmeyen ikazlarıyla (saçlarım ona göre ya toplanacak kadar uzun olmalı ya da ensem görünecek kadar kısa olmalıydı) kendimi kuaför koltuğunda bulmuştum. Heidi gibi saçlarım vardı o vakit. Kuaför koltuğunun yırtık kahverengi muşambasını ve gözyaşlarımın tuzunu hâlâ hatırlarım. Okula erkek gibi kısacık saçla döndüğüm gün, aynadaki kişinin ben olmadığını da… Saçım kimliğimdi. Babamla yıllarca Kuaför Nevzat Amca’ya aynı modeli kestirmeye giderdik; “Heidi’ye benzedin kızım” derdi her seferinde babam. Okul aile birliğinde olmasına rağmen babam bile o öğretmeni durduramadı, belki de bu bir iktidar ortaklığıydı. Eril iktidarın ne olduğunu o yaşta kavradım; bedelini de saçımdan ödedim. Bu yüzden bu sergide gördüğüm her ayrıntı yalnızca bir hatırlama ya da hatırlatma olmasının dışında, rızanın nasıl kurulduğu ve bedenin nasıl denetlendiği üzerine açık bir ders.
Sergideki feminist zemin sadece sözde göstermiyor kendini. Malzeme ve yöntem de imge ve kavram eşliğinde feminist okumanın güçlü araçları oluveriyor. Düğmenin nerede kapanacağı, dikiş payının görünür kalıp kalmadığı, bir kelimenin yükünün satırda nasıl biriktiği, bir notun nereye ve nasıl asıldığı… Görüşme, deşifre, montaj zinciri şu soruları bizzat işlerin biçimine gömmekte: Söz kimin? Rıza nerede başlar? Temsilin sınırı nerede? Böylece sergi iki kesin uca; mağduriyet estetizasyonu ile cilalı güç sloganına düşmeden, dengenin kurulduğu alanda ısrar ediyor. İçselleşmiş ikaz yerinden sökülürken yerine küçük jestler konur. Hatırlama duygusal bir imge olmaktan çıkıp öz savunma ve özneleşme için altyapıya çekilir.
Hatırlama Defteri, Senin Hatırladıkların panosundan. Fotoğraf: Günseli Baki
Girişte bir duvar karşılıyor izleyiciyi: Buruşturulmuş, yere fırlatılıp sonra duvara yeniden yerleştirilmiş kâğıtlar. Üstelik vitrinden görünüyor, sokağı seyrediyorlar. Her gelen, çoğunlukla da kadınlar, hayatından bir ikazı buraya yazarak bırakıyor. Duvar, tekil tanıklığı güncel bir sözlüğe çeviriyor. Ben de yazdım yukarıdaki anımdan birkaç satır. Diğerlerini okurken de şunu fark ettim: Pek çok ikaz saçtan başlıyor, uzun ya da kısa, açık ya da örtülü, toplanmış ya da dağılmış. Saç, kimliğin en erken müzakere alanı; bu duvar ise o müzakerenin kamusal kaydı.
Solda: Günseli Baki, Kendi Kararı. Photo: Günseli Baki Sağda: Günseli Baki, Giydiğimiz Tüm Gömlekler. Photo: Günseli Baki
Bu kayıtla bakınca Günseli Baki’nin Kendi Kararı isimli işi başka bir yerden açılır. Bileğe dolanan saç; içe çökmüş ikazın yüzeyi. Fotoğrafın dinginliği, bedenin kendi kendini düzenleme refleksini görünür kılar ve şu soruyu bırakır: Bu gerçekten benim kararımsa o karar hangi yaşta, kimlerle, hangi sözlüğün içinde kuruldu? Cevap malzemede durur; saçın lif lif gerilimi, “kendini toparla” öğretisini yıllarca yineleyen pedagojinin izidir. Günseli Baki, Giydiğimiz Tüm Gömlekler isimli serisindeyse yaka çizgisi, düğme aralığı ve parmağın küçük kararıyla bedeni adeta bir ölçüm aletine çevirir. Ne kadar açılır, nerede kapanır yalnız estetik bir mesele olmanın ötesinde rızanın mikromekaniğidir aynı zamanda. Milimetrelerle oynarken fiilen bir müzakere yürür: Kime, ne kadar, hangi bağlamda, hangi tempoda... Baki, fotoğraflarında kendini süsleyenler yerine, kendini ölçen ve ayarlayan araçları düşündürür; bedenin kendi üzerinde yürüttüğü gündelik siyaseti açığa çıkarır.
1-2. Selin Atik, Olumsuzluk Eki. Fotoğraf: Günseli Baki 3. Selin Atik, Olumsuzluk İzi. Fotoğraf: Günseli Baki
Selin Atik, Olumsuzluk Eki ve Olumsuzluk İzi isimli işiyle dilin yükünü tipografiyle tartar. Kâğıt koyulaştıkça yapma ve etme birikimi metin olmaktan çıkar, basınca dönüşür. Üst üste yazılan fiiller, olamadım, dinlemedim, hissedemedim, gidemedim, anlatamadım, kesik bir nefes gibi akar. Her -ma ya da -me eki öznenin hareket alanını biraz daha daraltır; nefes kısılır. Kendi sesini kurmanın neden zaman ve emek istediği burada berraklaşır, çünkü önce ek sökülmelidir. Atik, ders tonuna düşmeden, harfin maddesinde birikmiş yasağı işaret eder; kâğıdın koyuluğu o yoğunluğu taşır. Soru yerinde: Bu olumsuzluk kimi korur, kimi susturur; hangi bağlamda, kimin bedeni üzerinde nasıl çalışır?
Sezgi Abalı, Doğum, Videodan görüntü. Fotoğraf: Günseli Baki
Sezgi Abalı, Doğum isimli videosunda yakın planı gösteriye çevirmeden bedensel bilgiye kulak verir: Deride tuz, kasın dalgası, nefesin ritmi. Kurgu, art arda gelen görüntülerin yarattığı dalgalanma içinde farklı kadınların doğum seslerini dolaşıma sokar; tekil bir deneyim kolektif bir ses örgüsüne bağlanır. Bu ses benim mi, bizim mi sorusu burada açılır. Bilgiyi bedenden ve sesten toplar. İzlerken kendine şunu sormadan edemezsin: Dünya bir bedene daha yer açarken neleri üst üste bindiriyordu?
Seçil Yaylalı, Elinin Hamuruyla. Fotoğraf: Günseli Baki
Seçil Yaylalı’nın Elinin Hamuruyla yerleştirmesi mekânın merkezinde durur. İlk bakışta bir heykel gibi görünür; aslında barikattır. Yumuşak malzeme, dikiş, kumaş, ilmek, sert bir cümleyi yerinden eder. Yerleştirmenin üzerinde büyük harflerle “ÇOK AYIP” yazar; fakat işin adı değildir. Parçaların çoğu bedene referans taşır; kimi kıvrım vajinayı çağrıştırır, kimi iz derinin katmanlarına işaret eder. Bu bir teşhir oyunu mudur? Elbette hayır! Ayıp ekonomisinin yıllarca sakladığı bölgeleri kendi malzemesiyle açan bir hamledir. Barikat çizgisel ilerleyişi keser; rota değişir. Gündelikte ayıbın yaptığı şey tam da budur: Bakışı indir, adımı kıs, sesi denetle. Seçil Yaylalı hamleyi tersine çevirir; barikat artık ayıba karşı durur. Dikiş hatları saklanmaz, paylar açık kalır; bu açıklık üretimin kanıtıdır. El emeğinin izi sahipliği yerinden oynatan bir kanıt gibi kalır; ayıp cümlesi sökülür, yeniden dikilir, yeri kaydırılır. İşin serginin ortasına yerleşmesi de rastlantı olarak düşünülmemeli. Tam ortada duran Elinin Hamuruyla yerleştirmesi yerin siyaseti üzerine düşündürür. Kim, nereden geçer; kim durdurulur kimin bedeni sürekli uygundur ya da uygun değildir diye ölçülür. Yerleştirme için, dolaşımı, bakışı, karar anını yeniden kuran bir müdahale diye de düşünebiliriz.
Seçil Yaylalı’nın işi bu hattı sürdürür. Kesmek, katlamak, iğnelemek, dikmek... Elin bu küçük hareketleri hem şefkat jesti hem de bilgi üretimidir. Elden geçen kumaş ilişki kurar, duyguyu düzenler, temasın kipini belirler. Dikiş bu yüzden romantik bir duygu sahnesi kurmaz, kamusal değeri talep edilen bir emek alanı yaratır. Kimi onarırken kimi görünmez kılıyoruz? Bu emeğin kaydı nerede tutuluyor? Soru, işlerin içinden, dikiş payı kadar somut biçimde yükselir.
Solda: Şerife Aslan, Bir Hatırlama Eylemi: Bebeklere Giysiler Dikmek. Fotoğraf: Günseli Baki Sağda: Şerife Aslan, Duvara Konuşmak. Fotoğraf: Günseli Baki
Şerife Aslan’ın Bir Hatırlama Eylemi: Oyuncak Bebekler İçin Giysiler videosu ev içi emek tekniği olan dikiş dikmeyi bir hatırlama aracına çevirir. Oyuncak bebekler için açılan, iğnelenen, dikilen minyatür kalıplar, kadınlığın bedene nasıl öğretildiğini sessizce önümüze koyar. Oyun diye içselleşen kalıp, yetişkinlikte hareket aralığını belirleyen bir şemaya dönüşür. Şerife Aslan’ın masasında ütüyle açılan pay, iğneyle tutulan kıvrım, makasın bıraktığı iz birer pedagojik çizgi gibi çalışır. Video hem kadın emeğinin ritmini kayda geçirir hem de şunu yerleştirir: Kalıbı değiştirmek yalnız nesneyi onarmakla olmaz, kimliğin sınırlarını yeniden düzenlemektir. Bu iş, Günseli Baki’nin düğme aralığı ve Seçil Yaylalı’nın barikatıyla yan yana geldiğinde netleşen şey şudur: Gündeliğin küçük tekniği, politik olanın en sağlam zemini!
Jenny Berntsson, Karşıki Dağda Yangın Var!. Fotoğraf: Günseli Baki
Jenny Berntsson, Karşıki Dağda Yangın Var! çalışmasında dile yerleşmiş cinsiyetçi metaforu odağa çeker. Kız çocuklarının ya da genç kızların kıyafetlerinden külot göründüğünde ailedeki kadınların hep birlikte tekrarladığı ritim kulakta: Karşıki dağda yangın var! Aynı cümle, aynı tonda, aynı anda. Yangın neye yüklenir, adet mi, cinsel dürtü mü, içeriden gelen güç mü, yoksa anlamı ayıpla mühürleyen belirsiz bir şifre midir? Karışık teknikle kurulmuş nesneler bu yüklemeyi sınar ve tersyüz eder: Bir plastik hortum inciye dönüşebilir mi; eski bir bez dağ olur mu? Şekerleme kâğıdı yanar mı? Dil, bir şeye oldu dediğinde oldurur; sadece külot dediğinde nötrleştirir. Berntsson’un hamlesi, metaforu dağıtıp şu soruyu açıkta bırakmaktır: Kime hizmet ediyor, kimi susturuyor? Çünkü bir anda kurulan o koro, yangın var, kaşla göz arasında bir bedeni düzenleme yetkisini üstlenir.
Sergi, Türkiye’deki cinsiyet rejiminin günlük dilini ortaya çıkaran geniş bir avlu gibi. Eğitim, aile hukuku, iş hayatı, medya… Her yerde ikazlar çalışıyor. “İyisi budur”, “yakışanı budur”, “ayıp” diyerek örülen engeller, gündelik hayatın içinde durmadan yeniden kuruluyor. Hatırlama Defteri bu tekrarları malzeme, jest ve ritimle görünür kıldıkça, sözü büyütmeden etkili bir siyaset kuruyor. Büyük laflar atmak yerine küçük hamleler öneriyor: düğümü çöz, kalıbı boz, yakayı arala, sesi netleştir. Bu hamleler öz savunma ile özneleşme arasına sağlam bir geçit yerleştiriyor.
Bakımın kamusal değeri de bu hatta netleşiyor. Bakım emeği görünmez kaldıkça kadınların kamusal sözü daralıyor. Sergideki dikiş, örgü, tarama gibi jestler tam bu noktada hak ve kaynak paylaşımına dokunuyor; ev içi ile kamusal alan arasındaki kalın duvar, tekrarın ritmiyle inceliyor. Küçük, dikkatli teknikler ve uzun nefesli bir siyaset.
Sergide bu kuramsal arka planı bana göre feminist yazında iki güçlü yazara bağlanıyor: Carol Gilligan’ın ilişkisel etik yaklaşımı, sesin başkalarıyla temas içinde kurulduğunu; bakımın duygusal bir yük değil, ilişkiyi örgütleyen bir değer olduğunu hatırlatır. (1) Catharine A. MacKinnon ise meselenin bireysel iyi niyetle çözülemeyeceğini; eşitsiz güç ilişkilerinin gündeliği nasıl kural haline getirdiğini gösterir. (2) Hatırlama Defteri, bu iki hattı çağdaş bir üretim diliyle buluşturur: Bir yanda ilişki etiği beden teknikleri ve görüntü ritimleriyle işler, öte yanda yapısal güce karşı küçük ama ısrarlı pratikler sürdürülebilir bir karşı hamleye dönüşür.

Hatırlama Defteri, Sergiden görünüm. Fotoğraf: Günseli Baki
Son söz, serginin kolektif ruhuna bırakılmalı. Bu sergiyi tekil anlatıların gösterisi olarak okumak şüphesiz ki yanlış olur. Odeon’daki bu sergi, birlikte düşünmenin, birlikte hatırlamanın ve jestlerin siyasallaştığı bir avlu kurar. Sergiden ayrılırken dili yerinden etme cesaretimi, yaşamın etikle temas ettiği yerde cinsiyetimi kullandırmama ısrarımı; bakımın bilgisini duygudan ayırmadan kamusallaştırma irademi geri çağırıyorum...
Kapının yanındaki buruşuk kâğıtlar vitrinden görünür bir günlük gibi ve oraya bırakılan her kısa cümle de kolektif sözlüğün yeni bir maddesine dönüşüyor. Ben de şu iki soruyu sizin için buraya bırakıyorum: Hangi cümleyi fark etmeden tekrar edip duruyorsunuz? Hangi ikazı artık üstünüzde taşımak istemiyorsunuz?
Ve kendini siyah, lezbiyen, anne, şair ve savaşçı olarak tanımlayan Amerikalı yazar ve kadın hakları savunucusu Audre Lorde’un cümlesini tekrar edip duruyorum: “Sessizliğin seni korumayacak.”(3)









































Yorumlar