top of page

İçime bir muğlak

Yaratıcı mesailer içinde olanların ortaklaştıkları alanların izini süren Çıkan Kapı, müzisyen Melike Şahin'in şarkısındaki gibi "içimizde muğlaklarla" yola devam ettiğimiz bu günlerde bir müzisyenin yaratıcı dünyasına bakarak seramik ve müziğin hemhâl olduğu kilitli kapıları aralamaya gayret ediyor


Söyleşi: Yasemin Özcan


Melike Şahin, Fotoğraf: Elif Kahveci



Berlin’den döndüğüm zamanlardı. Profil fotoğrafı olmayan bir numara, ortak arkadaşlarımızdan duyduğu seramik derslerine başlamak istediğini yazmıştı. WhatsApp mesajları ardından, hafta içi gündüz sınıfında buluşmak üzere sözleştik. İsim hanesinde yazan Melik Şah dışında bir fikrim yoktu.

Ders sabahı atölyede “Arkadaşlar birazdan kapıdan kaç̧ yaşında, kime benzer, erkek mi, kadın mı hiç̧ bilmediğim biri girecek dediğimi hatırlıyorum. İçeri parlak bir kadın girdi. Genellikle olduğu biçimde, çamurla üretirken sürecin satır aralarında tanışıyorduk. Atölyedeki herkes birbiriyle adım adım tanışıyordu.


Konu mesleklere geldiğinde, hafta içi dersini seçtiği ve sıklıkla işlerden ayrılan dönemlerde seramik derslerine başlandığından,” insan bazen trenden inebiliyor” dedim. Kendimce girizgâh yapıyordum, işsiz bir dönemse, durduk yere atölyede buluta girmeyelim diye. Yanıldım. Müzisyenim dedi Melike. O hafta sonu konseri vardı. Gittik. Seyirciler heyecanla bekliyor, hep bir ağızdan şarkılar söyleniyor, bendeyse salondaki enerjiyi gördükçe bir şaşkınlık hasıl oluyordu. O güne dek haberdar olmadığım bir performansın mahcubiyeti eşliğinde izleyicinin sahneyi nasıl alımladığına dair de epey düşündüğümü hatırlıyorum.


Ve o günden sonra üretimlerimize dair arayı, sanırım karşılıklı tatlı tatlı kapadık.


Atölyedeki ilk dersten bugüne seramik, müzik, hayat, sanat, psikoloji, feminizm dinleyip söyleyerek şekillendi çamur. Disiplinlerarasılık deyip dursak da müzik atölyeye Melike ile geldi. Senin cephende neler oldu Melike?

Ne kadar güzel bir başlangıç̧ yaptın ve beni duygulandırdın. Şimdi buradan bakınca, seramik öğrenmeyi çok istememe rağmen, atölyede “başka” insanlarla tanışacak olmanın beni ne kadar gerdiğini hatırlıyorum. Bahsi geçen kapıdan girmeden önce ben de üstümde -gizlemeyi çok iyi bildiğim- bir gerilim heyecan karışımı taşıyordum. Kendimizi tanıtırken haliyle mesleklerimizden bahsetmemiz icap ediyor. “Ne işle uğraşıyorsunuz?” sorusu beni hep germiştir. Müzisyenim diyebilmem yeni mesela, ondan önce şarkıcıyım derdim hafifletebilmek için karşımdaki şaşkınlığı. Hemen akabinde ne tarz?” gelir, o da başımın tatlı belası, artık cevap vermeyi bıraktığım bir soru. Velhasıl kelam, kendimi tanıtmayı başardığım, çamurla senle ve diğer öğrencilerle tanıştığım o ilk günden kendime bir ders koydum: Tanışmaktan ve “yeni”den bu kadar ürkme Melikko. Derslerimiz boyunca edilen sohbetler, ki her cümle çalışılan işte yerini buluyor eminim, kulağımın arkasında masal gibi kalıyor. O sohbetlerin etkileri benim kalemime de yansıyor bence. İşte disiplinden disipline, oradan da diğerine bağlanan uzun ince bir yol.



Fotoğraf: Elif Kahveci



Ders dışında mesajla gelen soruların, küçük notlar alalım tavsiyesine hızla uyup tuttuğun defter, pek sevdiğim üretimle tutku arasındaki ilişkiyi düşündürüyor. Çamur ile çalışmak, seramikten müziğe, duyulandan, tutulana geçmek, üç boyutla düşünmek nasıl hissettirdi?

Bu soru da bir diğer tıkanıklığımı aklıma getirdi, ilk soruyla el ele yanıtlayacağım. Aslında yeni bir pratik öğrenmek benim için zorlu bir şey. Çünkü̈ ortaya çıkan iş estetik açıdan beni tatmin etsin isterim, güzel olsun isterim; ancak ne elim ne de bilgi dağarcığım bunun için yeterlidir o başlangıç̧ etabında. Gelişim oysa tüm çiçek böcekleriyle beklemekteyken, bu önden hükümlerle kendimi kilitlemem ne kadar da yersizmiş̧. Fitil maceramdan hatırlarsın. Burada senin bir rehber olarak yaratım sürecindeki destekleyici rolünden bahsetmek durumundayım. Benim gözüme hata gibi gelen şeylerin o işe karakterini ya da belki de sihrini verebilme ihtimalini sayende öğrendim. Sonra elbette bu bilgiyi de alıp daha geniş alanlara taşıdım hayatımda. Seramikte bana en enteresan gelen şey yalnız üretim, bilhassa seyyar atölyelerimizi evin bir odasına kurduğumuz bu olağanüstü pandemi sürecinde. Müzikte mesela, ben şarkıyı yazıyorum söylüyorum diyelim, ama bir sürü insanın eli estetiği değiyor o sürece. Aranjör, kayıt teknisyeni, müzisyenler, ses mühendisleri gibi. Burada çamur, form-ilham, rötuş, şefkat, kontrollü kurutma, bisküvi, sır, fırın ve hep bir sürpriz elementi ve hepsi senin elinden, göğsünden geçiyor. İşi gerçek anlamda pamuklara sarıp atölyeye fırına taşımak da çok değişik bir deneyimdi. Allahtan evle atölye arası uzak değil de düşürüp kırma ihtimaliyle cebelleşmem kısa sürüyor. Bana bir sorumluluğu üstlenmek, kontrolü tutmak-bırakmak ve sebat etmek temalarını düşündürüyor seramik. Ve sanki bu eksenlerde de bir eğitimden geçiyormuş gibi hissediyorum.


Farklı disiplinlerin yaratım süreçlerindeki benzerlik ve ayrılıkları, ürettiğin disiplinle birlikte düşünmek bana ilham verici geliyor. Tarif ettiğin yalnızlıkta son aylarda derslere atölyeden uzak, çevrimiçi devam etmenin payı da olabilir... Seramik fiziksel mesaisi ağır bir iş olduğundan, insanlar birlikte üretmeyi ve atölye imecesini severler. Ancak malzeme ile baş başalıkta haklısın. Boş bir sayfa gibi. Hatırlasın çevrimiçi derslere henüz başladığımız günlerde, “Yasemiiin! Senin hep bir dokunuşun olurdu, artık olamayacak şimdi fark ettim!” demiştin. Hayatımıza taze girmiş Zoom karelerinden birbirimize seslenirken fiziksel mesafemizi idrak ettiğimiz duygusal bir andı. Mart öncesi, “çevrimiçi seramik dersi?” desen, müstehzi gülümseyecekken, nelerin değiştiğini düşünüyorum. Boş bir sayfa metaforundan müziğe kıralım dümeni. Kendi yazdığın şarkıları okuyabilme hayalini gerçekleştirmek. Yüzüklerim olmadan asla diyen yazarlar, sadece kafede yazabilenler ve kent hayatı... İstanbul sert bir şehir, nasıl üretiyorsun?

Acaba İstanbul’un sertliği üretim kanallarımı tetikliyor olabilir mi? Sıkıştırıyor ya hani sağdan soldan, yeni bir alan yaratma ihtiyacı duyuyoruz belki. Hakkını da yemek istemem gerçi, bazı mahalleleri ve sokakları sayesinde yazdığım şarkılar da var. Ama artık önlemez bir uzaklaşma talebi geliyor içimden. Kalbim kaldırmıyor gibi. Şimdi saydım on üç senedir aynı sokakta yaşıyorum.



Melike Şahin, Fotoğraf: Elif Kahveci



Yavaşlama ile bu dönemde İstanbul’daki yaşamın sertliğini fark ettik. İdare edilen, başka türlüsü bilinemeyen yaşamların dışına çıkmak bir seçeneğe dönüştü. Seni tanımayanlar için, Boğaziçi Sosyoloji Bölümü eğitimi yanı sıra okulun Müzik Kulübü korolarındakini mesaini, solist olarak eşlik ettiğin Baba Zula ile beraber dünyanın dört bir yanına turne deneyimlerini, en nihayetinde de öğrencilik yıllarında asistan olarak çalıştığın Gülbaba Müzik tarafından temsil edilen bir sanatçıya dönüşmeni rafine bir özet olarak paylaşabilirim. Bu ne istediğinin farkında yolculuğunda, mutfağın pek çok aşamasını tecrübe etmen bana çok zenginleştirici geliyor, katılır mısın, neler söylemek istersin?

Kesinlikle katılıyorum. Sahnenin üstünde de arkasında da deneyim sahibi olmak bence büyük bir artı. Türkiye’de şarkıcı söz yazarı olarak bir kariyer inşa etmek de tahmin edersin ki zorlu, diğer alanlardan farklı değil. Bu süreci şekillendirirken tüm bu deneyimler, operasyon bilgisi farklı bir bilinçle adım almamı sağladı. Beni hiç̧ ilgilendirmese bile çeşit çeşit detay sorularımla toplantı darlamışlığım çoktur, turne tasarlarken özellikle. Gülbaba’yla çalışmak bu yüzden hoşuma gidiyor. İki taraf da yılların getirdiği alakayla elbette, becerebildiklerini ve beceremediklerini korkusuzca masaya yatırabiliyor.


Uzun süredir hazırlandığın, atölyede heyecanına tanık olduğumuz büyük bir turnenin ilk konseri 11 Mart’ta Babylon’daydı. Henüz bir vaka açıklanmıştı. İyi ki o ilk konser yapılabildi diye düşünüyorum. Sonraki konserler iptal oldu. Müzik dünyasına dair öngörülerin neler? Ses, pek çok üretime kıyasla dolaşımı kesintiye uğraması zor gibi ama yakın uzak gelecekteki, ekonomik endişeler tüm yaratıcı süreçler için baki...

Grup müziğimize yeniden dokunuşlar yaptığımız ve gitmek istediğim yeri daha iyi aktarabildiğim bir formatla sahnedeydik o akşam. Dediğin gibi iyi ki oldu o konser. Yoksa dayanmak çok daha zor olurdu. Müzik dünyası haliyle tarihin en ağır darbelerinden birini aldı, vurgunlara alışık bir sektör gerçi. Toparlaması normalleşmesi uzun zaman alacak yalnız bu sefer. Müzisyenlerin ana ekonomilerini konserler üzerinden döndürdükleri düşünüldüğünde, bu yaka için durumun vahameti görülebilir rahatlıkla. Elbette ekonomik belirsizlik yaratıcı süreçleri etkiliyor. Ama misal tekinsizlik hissi beni yazmaya da sevk edebiliyor bazen. Farklı disiplinlerden pek çok sanatçının bu karanlık zamanda nasıl sorular ürettiğini merak ediyorum. Pollyannalık’tan belki, heyecanla ve umutla beklemedeyim. İçimden bir ses 2021’de çok fazla inci dökülecek diyor.

Bu madalyonun bir tarafı, diğer tarafında ise bir karanlık söz konusu. Pek çok konser mekanının ayakta kalamayacağı öngörülüyor. Sektöre büyük bir belirsizlik hâkim. Yeni metotlar geliştirilmeye çalışılıyor elbette bu süreci atlatmak için, onların da ne kadar sürdürülebilir olduğu belirsiz. Güncel sanat alanında da benzer olduğunu tahmin ediyorum. Tam da burada aklıma sanat emekçilerinin bu denli güvencesiz koşullarla nasıl baş edeceği sorusu geliyor. O soruda kayboluyorum.


O soruda sanırım hepimiz kayboluyoruz. Sanatçının ekonomisi sürdürülebilirlik için yeterli değilse, üretime devam yolunda ışıklar çat diye sönüyor, yol koyu bir karanlık. Güncel sanat alanında yanyanalık ve dayanışma pratiklerini dert etmiş̧ biri olarak, tüm yaratıcı alanlarda sınıf meselesini kaçınmadan konuşarak başlamamız gerektiğini düşünüyorum. Eğitim sistemi boyunca boş geçmesine göz yumulabilen derslerin, sadece Resim ve Müzik olmasından başlayarak yerleşik hale gelen bir meslek algısı. Sanatçı olmayı seçmiş̧ şüphesiz işini tutkuyla yapan birinin, yüzde yüz sınıfsal bir ayrıcalığa sahip olduğu önyargısı bir yanda, bu ayrıcalıkların pratik sonuçları da diğer yanda cereyan ediyor. Bu eşitsizliği görmekle başlayacak hepimiz için ve eşitsizlikleri yarıştırmadan devam etmeyi becerebilmemizle devam edecek görünüyor...

Uzun süredir üzerinde çalıştığın Merhem adlı albüm çalışmalarının, Korona ile katmerlenen sıra dışı zamanlarda hız kazanması, başta sana ve tüm ekibe merhem olmuş̧ olabilir mi? Ekibin zor zamanlarda kolay olmasa da çalışmaya konsantre olması, herkesin üretime katılması...

Bana oldu elbette. O yüzden ismini Merhem koymuşum galiba yıllar evvel, dinleyenlere de öyle değsin temennisiyle. Albümde emeği geçen diğer müzisyenler neler düşünmekte bilemiyorum, sorayım. Çeşitli coğrafyalardan çeşitli aranjörlerle çalıştım. Senin mahallende yapılıyor mixleri bu arada (gülüyor). Umarım eli değenler de nemalanmıştır bu iyileşme bahsinden. Sesimle kalemimle bunu aktarabilmek hayatta birkaç̧ maharetimden bir tanesi. Korona günlerinin de şöyle bir etkisi oldu elbet: Konser yapamadığımız için baktım takvim bomboş̧ önümde, ben de kendime iş yarattım. Albümle yatıp albümle kalkıyorum. Şimdilerde yeni yeni yorgunluğunu hissetmeye başladım açıkçası.


Dünyanın şifa ihtiyacı bitecek gibi görünmüyor. Dert ile derman arasından üretilmiş̧ nice melodi ve söz kulaklarımızda, Korona tecrübesi ardından aynı biçimde dönmese keşke dediğimiz dünya ile hep birlikte dönüyoruz. Şarkındaki gibi içimize bırakılan muğlaklarla olmuyor. Olmayacak. Değişim, biz değişirsek olacak.

bottom of page