top of page

Horasan Sokak’tan Kırlangıç Sokak’a 35 yıl

1984 yılında, Ankara’da Horasan sokakta kurulan Galeri Nev, Gezegen Sokak’ta devam eden yolculuğunu, iki yıldan beri Kırlangıç Sokak’ta sürdürüyor. Bu yıl 35. yılını kutlayan galeri, 2001 yılında Deniz Artun’un direktörlüğünde yeni bir başlangıç yapmıştı. Galeri Nev’de 18 Ocak tarihinde sona eren Altın Çağ sergisi ve galerinin 35. yılı vesilesiyle Deniz Artun ile bir araya geldik


RÖPORTAJ: NAZLI PEKTAŞ


Zeren Göktan, Derin Mavi VII, 2019, Antika "Daguerreotype" orjinal çerçeve,

1850 (tahta, pirinç, deri), Fine Art kağıt üzerine arşivsel pigment baskı,

6.5x6.5 cm, Tek edisyon


Galerinin ismiyle bütün, “yeni” olanın peşine düştüğü, geriden kalan yılları sahiplenen ve geçmişin kutsadığı şimdiyi biriktiren bir başlangıçtı bu. Söyleşimizde okuyacağınız Deniz’in anlattıkları ve bildiklerim eşliğinde söylersem; Deniz kuşaklar arası cümleler kuruyor 2001’den beri. Kimi zaman aynı sergide kimi zaman farklı sergilerde ama aynı mekânda geçmişin bilgisini ve bıraktığı izi unutmadan, nadirin ve yeninin izlerini takip ederek...


Deniz, YKY tarafından yayımlanan Sanat Dünyamız dergisi için hazırladığım, sonradan da kitap olan Bellek/Emek isimli yazı dizisin için baban Ali Artun ile de bir söyleşi yapmıştım. 35. yaşını kutlayan Galeri Nev için düşünülen ilk ismin “Hayal” olduğunu söylemişti. Bir hayalle başlayan, yeniye ve onun devinimine adanan onca yıl, 1984’ten günümüze. Sen bu hayali nasıl yakaladın? Ya da senin ilk hayalin neydi Nev’i devraldığında? Kaç yıldır Nev seninle ilerliyor?

Galeriye 2001 yılında başlamıştım; neredeyse yirmi yıl önce! Fakat, doğrusunu istersen, benim için başta hayallerden çok sorumluluklar vardı; zorunluluklar, kurallar, hatalar, korkular... Ne de olsa kendi hayalimin içinde değil, babamınkinin içindeydim. Öte yandan çok geçmeden “nev” sözcüğünün anlamını kavramaya başladım; “yeni” cesareti de beraberinde getiriyordu, daima yeni olabilmek, hayal sözcüğünün kendisinden çok daha fazla hayali barındırmalıydı. Bir hayalin peşini bırakabilirdiniz, buharlaşıp gitmesine izin verebilirdiniz, oysa yeni olmak pes etmeye gelmezdi, bir an vazgeçseniz eskiyiverirdiniz. Nev isminin sınırlarını merak ettikçe cesaretlendim, cesaretlendikçe özgürleştim ve nihayetinde yenilendim. Geçtiğimiz beş yılda bu müthiş döngüyü benimsemekle kalmayıp, içinde gezinmeye hatta parendeler atmaya dahi cesaret ettim. En önemlisi, bu sırada babamın ya da “başkası”nın hayali zannettiklerimin benimkilerle ne kadar ortak yön olduğunu fark ettim. Nev’in hayali nev olmaktı; iyi ki galerinin ismi “Hayal” kalmamış.


Sol üstte: Seyhun Topuz, Buruşturulmuş Duvar Heykeli, 2019,

Bakır üzerine elektrostatik boya, 90x95x25 cm

Sağ üstte: Selim Cebeci, Tamata I, 2019, Tuval üzerine yağlı boya, 27x21 cm

Sol altta: Nermin Kura, Muhafız, 2019, Alçak pişirim kil ve sırlar, 38x35x16 cm

Sağ altta: Ramize Erer, Kız, 2019, Kağıt üzerine yağlı boya, 100x70 cm


Çok köklü bir yapının başından beri (çocukluğundan itibaren) içindesin. Galerinin doğum anında, ilk gençliğinde, Paris’te okurken, oradan döndüğünde… Şimdi onu idare eden olarak bu birikimin ve belleğin bayrağını eline aldığında sana kattıkları paha biçilemez elbette. Peki tüm bu birikimin, çok ağır bir sorumluluk da içerdiğini düşündüğün oldu mu zaman zaman?

Yukarıda sözünü ettiğim parendelerin bahçesi, galeri kurulduğunda, yani ben dokuz yaşında iken de Nev’di. Dışarıdaki meyve ağaçlarını adımlayarak ezberlediğim aralıkları, içerideki aynanın kenarına dizdiğim ölü kelebekler, bardaki nane likörünün fosforu, édition de luxe’lerin maketlerinden geriye kalan fotokopileri içine yerleştirdiğimiz ufacık çerçeveler, Yok isimli (herhalde Dadacı) bir köpek ve elbette sanatçılar/büyücüler: İlk ve en çok iz bırakanlar Tiraje, Safa ve Alev! Fakat, yine yukarıda söz ettiğim gibi, her şeyin yeniden fosforlu ve meyveli olması için dokuz yaşımın üzerinden en az çeyrek yüzyıl geçmesi gerekti. Sanıyorum bu sırada, senin düşündüğün gibi zaman zaman değil, her zaman (!) biriken tarihi, gittikçe ağırlaşan bir yük olarak taşıdım. Aslında biriken ve ağırlaşanın eşsiz bir hazine olduğunu geçtiğimiz birkaç yılda ve en çok da Altın Çağ sergisi dolayısıyla fark ettim. Öte yandan sorumlulukları yük edinmemeyi, birlikte çalıştığım, henüz otuz beş yaşına gelmemiş, ancak Galeri’yi bahçesinde büyümeden de en az benim kadar benimsemiş olağanüstü insanlar sayesinde de öğrendim. Ailemden bir mirası tek başına devraldığımı düşünmek yerine, yeni ve kalabalık bir aile kurduğumuzu bilmek, Altın Çağ’ı yalnızca geleceğe değil, geçmişe doğru da uzatıyor. 


Galeri Nev, Adalet Cimcoz'un Maya Galerisi ve Rabia Çapa'nın Maçka Sanat Galerisi gibi Ankara’da sonra da İstanbul’da entelektüel bir merkez oldu. Nejad Devrim, Mübin Orhon, Selim Turan, Hakkı Anlı, Abidin, Tiraje, İlhan Koman gibi öncüler. Sonra Yüksel Arslan, Ömer Uluç, Mehmet Güleryüz, Alaettin Aksoy, Akyavaş, Koray Ariş, Şükrü Aysan... Ve üçüncü kuşak: Kemal Önsoy, Hale Tenger, İnci Eviner, Mehmet Koyunoğlu, Serdar Arat, Hüseyin Alptekin, Canan Tolon... Devlet eliyle değil de kendi seçimleri ile Paris’e giden kuşak ve onu takip eden kuşaklar yıllarca Galeri Nev’in programının içeriğini oluşturdu. Dahası bu sergiler eşlik eden onca yayın, katalog ve kitapların yanı sıra hem özgün baskı, hem de tıpkı baskı serigrafi ve litografi edisyonlar… Galeri ama bir müze sorumluluğunda sergiler. Türkiye’de 1950- 2000  sanat üretimini takip etmek için kesintisiz bir okuma. Şimdi bugünden bakınca ve hatırlayınca Altın Çağ aslında hep içinde olunan, yaşatılan ve aktarılan bir şeymiş gibi geliyor. Şimdi senin zamanında bu sergiyle sen tüm geçmişi kutsuyorsun.

Aslında geçmiş bizi kutsuyor galiba. Bu sergide, Nejad Devrim’in arşivlerden çıkmış bir eski gravürüyle Mehtap Baydu’nun açılış gecesi çekilmiş yepyeni bir videosunun; Canan Tolon’un babasının varaklarıyla bezediği tuvalleri ile Zeren Göktan’ın geçtiğimiz yüzyılın buluntularıyla çerçevelediği bir fotoğrafının, hatta farklı malzemeler ile değil bizzat aynı malzemeyle çalışan Mübin Orhon ile Erol Akyavaş’ın, Alev Ebüzziya ile Nermin Kura’nın, Necla Rüzgar ile İnci Eviner’in yan yana geldiklerinde bu kadar “başka” ancak bu kadar yakın olmaları, galerinin otuz beş yıl içinde biriktirdiklerinin mucizesi. Elli sanatçı ve yüz parçayla haftalarca çalışarak sergiyi nihayet kurduktan hemen sonra, her şeyi bozup yepyeni ilişkiler ile yeniden, yeniden kurabileceğimizi gördük. Neredeyse bir yıl boyunca eser topladıktan hemen sonra, şu ya da bu eserle ilişkilenebilecek aklımıza başkaca ne çok eser daha geldi. Kısacası, senin de sözünü ettiğin, galerinin omuriliğini oluşturan sanat tarihi önermesinin gücü sayesinde, tutarlılık ile çeşitliliğin arasında hiçbir çelişki olmadığını öğrendik.


Solda: Necla Rüzgar, Taş Taşı Yumuşatır III, 2019, Polyester döküm, plastik döküm, vernik, altın sprey boya, Ø: 29 cm

Sağda: Murat Morova, İsimsiz, 2019, Kemik çerçeve içinde kağıt üzerine altın yaldızlı boya, 27x37 cm


Yine aynı söyleşide yukarıda saydığım isimleri belirleyen programın post-kolonyal teoriyi benimsemek olduğunu söylüyordu Ali Artun. Yani Batı’nın çizdiği sınırların ötesindeki modernizm bir bakıma öteki modernizm. Sanatçının kendi gerçekliği ve özerkliği eşliğinde keşfettiği modernizm… Bugün NevNesil başlığıyla çağdaşları izliyoruz. Senin sanatçı seçimini ve izlediğin programı neler belirliyor? NevNesil geçmişle nasıl bir bağ kuruyor?

Aslında yakın zamanda NevNesil sergilerini sonlandırdık. On yıl boyunca, iki yıllık aralıklarla beş NevNesil’de yüzün üzerinde genç sanatçı ağırladık. Bu sergiler, bugün düzenli olarak birlikte çalıştığımız isimlerden bazılarıyla tanışmamıza vesile olmakla kalmadı, galerinin sanat öğrencileri tarafından benimsenmesini de sağladı. Bütçelerini mutlaka aşacak bir giriş ücretini ödemedikleri, hatta eser satın almadıkları takdirde galeri sergilerini ziyaret edemeyeceklerini düşünen genç izleyiciler kazandık. Öte yandan on yılın sonunda, belki de sosyoloji eğitiminin etkisi ile, “genç sanatçı” olarak andığımız son derece yetenekli ancak tecrübesiz insanların, sanat dünyası içinde var olmalarından çok, yok olmalarına neden olduğumuz korkusuna kapıldım. Adeta bir sömürge düzenini beslediğimizi düşündüm. Bir önceki sorunun içinde sıraladığın kuşaklara eklemlenecek yeni bir kuşağın, illa bu düzenin tanımladığı anlamıyla “genç” olmasına gerek olmadığını böylece fark ettim. NevNesil sona erdikten sonra başladığımız NevNadir sergileri, sanatın geleceğini belirlemek değil, geçmişini keşfetmek güdüsüyle kuruldu. Hemen ilk NevNadir’de, yaşça herkesten kıdemli olan Candeğer Furtun eserlerinin herkesinkinden daha genç olduğuna şaşkınlık içinde tanıklık ettik. Dolayısıyla, sanıyorum şimdiki tercihlerimizi, ezberlediğimizi sandığımız bir kitabın, hiç bilmediğimiz sayfalarını aramak olarak özetleyebilirim. Şayet gençlerle karşı karşıya gelmeyi “bildiğimizi sandığımız her şeyi baştan öğrenmek” olarak tanımlarsak, onlar da bu sürecin doğal parçaları haline geliyorlar zaten. 


Solda: Gökhun Baltacı, İsimsiz, 2019, Kağıt üzerine pastel, 100x70 cm

Ortada: Erol Akyavaş, Fihi Ma Fih, 1989,

Altın varak üzerine yağlı boya, 66.5x50 cm

Sağ üstte: Eda Gecikmez, Obje-i Mahlukat, 2019,

Tuval üzerine yağlı boya, 30x44 cm

Sağ altta: Deniz Bilgin, İsimsiz, Kağıt üzerine karışık teknik, 16.5x20.5 cm


Az önce yayınlardan bahsetmiştik. Yayınların konusu olan sanatçılarla birlikte o yayınlarda yazı yazan isimler de çok kıymetli. 35 yıla yayılan çok önemli kaynaklar bunlar aynı zamanda. Örneğin Resme Bakan Yazılar, eşsiz bir birikimi bir araya getiriyor. Şimdi geçmişe göre daha az yayın yaptığını düşünüyorum. Bunun sebeplerini paylaşabilir misin?

Biliyorsun babam, ben galeride çalışmaya başladıktan biraz sonra İstanbul'a taşınarak İletişim Yayınları SanatHayat Dizisi'nin editörlüğünü üstlendi. Bugün kırk beş yayınlık son derece zengin bir sanat tarihi ve sanat eleştirisi kitaplığı haline gelen bu dizi, Galeri Nev ile organik olarak bağlı olmasa da, ütopik olarak bağlıydı. Başka bir deyişle, Nev ve SanatHayat aynı Hayal’in parçalarıydı. Benim yayın yapmak konusunda hevesimin kırılması, ilk denemelerimle ilgili bazı tecrübesizliklere ve pratik talihsizliklere bağlıydı; ısrar etsem belki hepsi aşılabilirdi. Ancak SanatHayat Dizisi'nin varlığı bir şekilde vicdanımı rahatlattı sanıyorum ve geri çekildim. Resme Bakan Yazılar’ı, yalnızca tükenen yayınların içindeki eşsiz metinleri hatırlatmak, derlemek ve saklamak üzere değil, galiba biraz da bir devri özetleyerek kapatmak üzere hazırlamıştım. Bu yıl gerçekleştirdiğimiz ilk otuz beşinci yıl etkinliği, sayıları yüz elliye yaklaşan ve çoğunluğu galerinin ilk onbeş yılında yayımlanmış kitap ve katalogları ilgilenen herkese ücretsiz olarak dağıtmaktı. Meraklılarının, hal-i hazırda sahip oldukları yayınları, sayfalarını hiç açmadan saklamak üzere yeniden edinmek için sırada beklediklerini görmek, çeşitli bahanelerle hafiflettiğim vicdanımı yeniden ve şiddetle yokladı. Belki de, son zamanlarda Necla Rüzgar, Nermin Kura ve Mehtap Baydu'nun aynı formatta yayımladığımız kataloglarını perçinleyerek bir araya getirmeli, bir kadın sanatçılar kitaplığı oluşturmaya başlamalıyız?


Sol üstte: Mübin Orhon, İsimsiz, 1975, Kağıt üzerine guaj, 21x29.5 cm

Sağ üstte: Mehtap Baydu, Dilber Dudağı, 2017, Bronz döküm, altın kaplama, enstelasyon, 1/2 ed. + (1AE)

Sol altta: İnci Eviner, Kırık Gölgeler,

2010, Kağıt üzerine yaldız ve çini mürekkebi, 30x30 cm

Sağ altta: Hera Büyüktaşçıyan, Yürüyen Kılçıklar, 2016,

Bronz döküm, 20.5x30x8 cm



Galeri Nev, İstanbul’a da farklı projeler ve farklı iş birlikleriyle misafirliğe geliyor. Ankara’da yaşayan ve çalışan sanatçıları daha çok görme şansına sahip oluyoruz İstanbul’da bu sayede. Bu projeler devam edecek mi?

İstanbul sergileri 2016 yılında, Bebek'te bir arkadaşımızın evinde gerçekleştirdiğimiz ve Erol Akyavaş'ın bilmediğimiz fotoğrafları ile ilk kez karşılaştığımız bir gecelik Akyavaş Photography sergisiyle başladı. Ardından DEPO'da Meleklerin Payı açıldı, bu defa kurduğumuz, ondokuz sanatçıyla iki kata yayılan ve bir buçuk ay boyunca izlenen bir sergiydi. Derken Galerist'te Perdeli Natürmort, Galata Rum Okulu'nda yeniden bir solo sergi, Necla Rüzgar Çok Kalpli Varlık ve son olarak Maçka Sanat Galerisi'nde Bütün Gezegen İçerideydi. Aslında hayal ettiğim yayın projelerinden biri de 2021 yılında, yani İstanbul'a doğru sefere çıkışımızın beşinci yılında bu sergileri derlemekti; umarım gerçekleştirebiliriz. Böyle bir derlemenin, yani evimizden uzak evlerde kurduğumuz tüm sergilere bir arada bakmanın, galerinin küratöryel önceliklerinin fark edilmesini sağlayacağına eminim. Her defasında (kimileri tarihî olan) farklı bir mekâna yerleşmek ve sonra bir adım geriye çekilerek sanatçılarımızın her birinde nasıl nefes alıp verdiklerini dinlemek, bizim yaptığımız işin yalnızca öncelikli değil, aynı zamanda en büyülü kısmı. Şimdi sergi isimlerini sıralarken, bir kez daha Çok Kalpli Varlık gözüme takıldı. Nev kesinlikle çok kalpli bir varlık, çok sesli, çok nefesli, çok mekânlı... Dolayısıyla devam edelim, evet.


Solda: Canan Tolon, İsimsiz, 2019, Ahşap üzerine yağlı boya, 15x15 cm

Sağda: Candeğer Furtun, İsimsiz, 1973, Seramik, 18x36x6 cm


Altın Çağ sergisine dönerek söyleşimizi sonlandırmak istiyorum. Elli sanatçının eserleri mahrem bir nadire kabinesinin içine yerleştiriliyor diyorsun basın bülteninde. Galeri, altın bir ışıltıyla boyanan bir kabinete dönüşürken eserler de sanatçıların ve galerinin nadirleri oluyorlar. Bu ışıltı, demin de söylemeye çalıştığım gibi 35 yıldır sanat ortamımıza yayılıyor diye düşünüyorum aslında.  Sergide yer alan 100 parça, hepsi sanatçıların kendi dillerinde bu ışığı sahipleniyor. Sen de sanki hepsini görünmez altın bir diadem ile taçlandırıyorsun; birlikteliğinizin, dostluğunuzun, paylaşımınızın sevinci olarak. Bu uzun soluklu bir sevinç. Sanatçılar ve aileleriyle yıllardır süren bu bağın köklerini nasıl tariflersin?

Mutlak zenginlik. Her an hissettiğimiz baskı ve sansürün en korkutucu yanı bizi fakirleştiriyor olması. Bu sergide, sanatçılar ve aileleri ile birlikte aynı hayali kurabilmiş olmamız, bana karşılıklı ilişkilerimizin ne kadar özgür olduğunu gösterdi; baskı yapmadan ve görmeden, sansürsüz. Tek bir düşü elli kişinin bir arada kurması, yaşayan sanatçıların çoğunun ellerini sime ilk kez bulaması, genç sanatçıların varağın kadimliğine birden vurulması, hayatta olmayan sanatçıların yakınlarının heyecan ile sandıkları açıp âdeta aile yadigârı mücevherleri araması, bu galerinin çatısı altında tuttuğumuz her şeyi altına dönüştürdü. NevNadir sergilerinin fikrini sürdürmek amacıyla ilhamını nadire kabinelerinde aradığımız bu sergi, aynı zamanda tıpkı tarihin pek çok savaş ve buhran anında olduğu gibi, bu odalara doğru kaçıp sığınırsak sanatın bizi özgürleştirebileceğini gösterdi. Birlikte yaptığınız söyleşilerde babam mutlaka Galeri Nev'i, 1984'te gerçekleştirdiği bir sanat ve müzik tarihi gösterisi Beş Yüz Yıllık Bilmece’nin sıkıyönetim tarafından kapatılması üzerine kurduğunu anlatmıştır. Bir bilmeceye kapılıp beş yüz yılı değilse de otuz beş yılı katetmek, yalnızca sorulara birlikte cevap aradığımızı ya da soruları birlikte sorduğumuzu değil, aynı zamanda birlikte kurduğumuz bir oyunu ne zamandır hep birlikte oynadığımızı gösterdi.


Solda: Anıl Saldıran, Myra Hindley Selamlarını Yollar, 2019,

Ahşapta altın çizim üzerine tempera, 30x38 cm

Sağda: Alev Ebüzziya, İsimsiz, 2019, Seramik, H: 19, Ø 21 cm

bottom of page