top of page

Hisler, düşünceler, şeyler?

Ferah Doğan’ın Dalgalar X isimli kitabı, dilin kopuklukları, tekrarları ve boşlukları üzerinden özne, şey ve anlam arasındaki kapanmaz mesafeyi yokluyor. Doğan’la yazmak, dönüşmek ve yeni duyumsama biçimleri üzerine konuştuk


Röportaj: Hüseyin Gökçe


ree

Bazen hayat bir domuz gibi taze çamur aramakla geçer. Kuru bir yazda o tazeliği ve ferahlığı bulmak için. Ama bazen de bir leopar gibi sessiz, derinden ve gölgeli bir hal alır. Bir ahtapotun sırta yapışıp seni derin sulara çekme isteği de bu sürede kendini gösterebilir. Evet bir hayvana dönüşmek yeni başka türlü bir duyumsama biçimi sağlar. Dönüştüğümüz hayvan tamamen seni kendi kılabilir. Bu yeni varoluş kipi başkaca bir yaşamın yollarını sunabilir. Sadece bununla sınırlı değildir. Hep bir tekrar, fark ve fazlalık vardır. Başka bir şeylere dönüşme, onları hissetme, onlarla duygulanma ve düşünme süreci devam eder durur. Ferah Doğan’ın Dalgalar X (Epona Yayınları) adlı şiir kitabı dalgalar gibi katlanıp açılıp, köpürerek; hareketlerde, jestlerde, etrafta, aralarda, boşluklarda kalanları bir anın kristaline dönüştürme isteğine sahip. Sürekli yaşamı başkaca bir şekilde çağıran, yeni öznelliklerin kurulması için “hayata karışan” şeylerin izini sürüyor. Bunun için de dili bozuyor. Dili kopukluklarla işleten bir biçimle ele alıyor. Şeylerle aramızdaki kapanmaz mesafede nelerin cereyan ettiği merakıyla gidip geliyor. Nesnelere sıradan ve sıradışı özelliğiyle değil de, yaşamı birlikte mümkün kılabilen bir öznellikle yaklaşıyor. Dalgalar gibi hayatın kenarları da çarşaf gibi açılıyor. Ferah Doğan’a merak ettiklerimizi ama en çok da sormak zorunda olduklarımızı sorduk



Dalgalar X,  bir şeylerin etrafında dolaşan, hareket eden, onlara yaklaşmaya çalışan ve ara ara uzaklaşıp o şeylerin kıyısından, köşesinden, aralığından konuşan bir örgüye sahip. Şeylerin etrafında dolaşmak nasıl bir duygu ve bunun şiir açısından yarattığı imkânlar nelerdir?

Şeylerin kendileri için ne olduklarını anlamayı isterdim. Öznelliğimle onlara bazı özellikler, nitelikler yapıştırmadan ne olduklarını anlayabilmek. Ama şeyler kapalılar. Ne kadar yaklaşmaya çalışsak da hep dışarıda kalıyoruz. Bir dirençleri var. Anlaşılmaya direniyorlar. Ve onlara eklediğimiz her anlam, anlama çabası, ne evet ne hayır, yanıtlanmadan çarpıp geri dönüyor. Bu kapalılık çok ilginç.

Şeyler hakkında kelimelerle konuşmak da garip. Şeyler bize ne kadar kapalıysa onlara yaklaşmak için kelimeleri kullanmak da garip. Sanki şeyler ve kelimeler birbirinin zıttı gibiler. Şeyler ne kadar kapalıysa kelimeler de o kadar açık görünüyorlar. Oysa onların da bir kapalılıkları var. Şeyler ve kelimeler arasında böyle bir ilişki olduğunu söyleyebiliriz. İki tür farklı kapalılık. Bu iki tür kapalılığı bir şeyi açmak için kullanmak da şiir için bir imkândır. Şiir böyle şeyleri sever. Henüz düşünceye dönüşmemiş şeyin öncesindeki bu hisler. Kendini hissettiren ama henüz kelimelere dönüşmemiş.

Bu kadar kapalı olan şeyler hakkında konuştuğumuzda, onlarda bir açıklık, bir aralık yakalamaya çalıştığımızda bunu cepheden yapmak imkânsız. Kenarlardan, aralıklardan yapmak gerekiyor. Zaten gerçek kenarlarda, kenarlara çekilmiş şeylerde değil mi? Konuşmak da böyledir zaten. Boşluklarda daha çok ifade buluruz.

Şeylerin kapalılığı ve gerçek ve gerçeği ifade etmek için kelimeleri kullanmakla ilgili olarak Heidegger’in verdiği bir örnek aklıma geliyor. Buradan sonrasını kısaltarak Heidegger’den aktarıyorum:

Bir sınıfta olduğumuzu ve elimizde bir tebeşir parçası olduğunu düşünelim. Bu tebeşir parçası uzay-zamanla çerçevelenmiş durumda. Bu tebeşir parçasının bir alan kapladığını söylüyoruz. Bu alan tebeşir parçasının yüzeyiyle sınırlanıyor. Alan sadece etrafında değil, doğrudan içinde. Tebeşirin kendisi içsel olarak bu alandan oluşuyor. Sonuçta tebeşirin bu alanı kapladığını, bu alanı yüzeyiyle, kendi içinde, iç kısmı olarak kuşattığını söylüyoruz. Dolayısıyla bu alan tebeşir için salt bir dış çerçeve değil. Peki burada iç kısım ne anlama geliyor? Tebeşirin iç kısmı neye benziyor? Tebeşiri iki parçaya ayırıyoruz. Şimdi iç kısımda mıyız? İçinde miyiz? Yaklaşabildik mi? Tıpkı daha önce olduğu gibi yine dışında, dış kısmındayız. Yaklaşamadık. Hiçbir şey değişmedi. Tebeşiri kırarak açmak, içini kavramak istediğimiz anda, kendini tekrar kapadı. Sonuç olarak bu iç kısım, giderek küçülen parçalar için de her zaman bir dış kısım. Aradığımız uzamı, yani tebeşirin kendisine ait uzamı tebeşirin iç kısmında bulamadık. Tebeşir parçasını tekrar kıralım. Kırıldığı yüzey ve yüzey parçaları da artık dış yüzeydir. Daha önce “iç” olan bu yüzey parçası şimdi dış yüzeydir.

Son derede apaçık. Ama biz daha fazlasını yapmak ve tebeşir hakkındaki gerçeği daha ayrıntılı olarak açıklamak ve bu gerçeği yazmak istiyoruz. Bunun için bir parça kağıt alıp gerçeği yazıyoruz: “İşte tebeşir.” Bu yazılı ifadeyi, gerçeği kendisi olan şeyin yanına koyuyoruz. Ders bittikten sonra iki kapı da açılıyor ve bir esintiyle diyelim ki kağıt parçası koridora uçuyor. Bir öğrenci yemekhaneye giderken onu buluyor, “işte tebeşir” cümlesini okuyor ve bunun hiç de doğru olmadığını anlıyor. Taslak sayesinde gerçek, bir yalana dönüşmüş oldu. Bir gerçeğin bir rüzgâr esintisine bağlı olması tuhaf. Filozoflar genellikle birbirlerine gerçeğin kendi başına geçerli, zamanın ötesinde ve ebedi bir şey olduğunu söylerler. Bu ise her şeyin yalnızca görece doğru, yalnızca kısmen doğru olduğunu ve artık hiçbir şeyin sabit olmadığını öğreten görelilik anlamına gelir. Aslında bu, gerçeğin yalnızca yarısını yazıp onu dengesiz bir kağıt parçasına emanet etmemize dayanıyor.

Tebeşir, kara tahtada. Tahtaya yazarız: “Şimdi öğleden sonra.” Tamam, şimdi, öğleden sonra. Ders bittikten sonra sınıfın kilitleneceğini ve kimsenin yazılı gerçeğe gizlice ulaşıp onu çarpıtamayacağını varsayıyoruz. Ancak ertesi sabah erkenden hademenin içeri girip kara tahtayı temizlemesine izin veriliyor. Hademe gerçeği okuyor: “Şimdi öğleden sonra.” Ve ifadenin doğru olmadığını ve profesörün bir hata yaptığını anlıyor. Gerçek, bir gecede yanlışa dönüşüyor.


Şeylere ve kelimelere bu şekilde yaklaşmak herhangi bir şekilde kapanmaz bir boşluğa yol açıyor. Her zaman bir gariplik ve şaşkınlık, hissetme, düşünme kıvılcımları çakılıyor. Böyle bir şaşkınlık ve gariplikle dünyada olmak nasıl bir duygu? Kitap boyunca böyle bir dünyanın içinden seslenir gibisin. Artık neredeyse hiçbir şeye şaşırmadığımız bir yerde Dalgalar X’in bu duyguyu alevlendireceğini düşünüyorum.

Boşluk benim için kötü bir şey değil. Yani boşluğu eksiklik olarak görmüyorum. Bir olasılık, bir hareketlilik belki. Boşluk yer değiştirir, hareket eder ve başka yerlere kayar. Yerleşmez, dolaşır. Boşluk bazen yoğunlaşır. Şeyler sıkışır, sızar ya da patlarlar, faz değiştirir, boşluğu biraz bozarlar. Örneğin bir şeye ya da boşluğa bakarken, o şeyle aramızdaki mesafeye, aradaki boşluğa bakarken her şeyin bu iki şey arasındaki mesafede, bu boşlukta kurulduğunu düşünüyorum. Hepimizi ve her şeyi bir arada tutan bu boşluk. Bu mesafe. Azalan, çoğalan ama hep kalan bu boşluk. Kelimeleri de boşluktan çekip çıkarıyoruz. Henüz olmayan, karşılığı olmayan bir şeyi dile çevirmeye çalışıyoruz. Yazmak da bu zaten, her şeyi sürekli dile çevirmeye çalışmak.

Dünyada olmak nasıl bir duygu? Şeylerin nasıl hep dışındaysak da dünya asla dışında kalamadığımız bir yer. Bizden önce başlamış ve bizden sonra devam edecek bir şeyin içindeyiz. Üstelik pek de kontrol edemediğimiz, şartlarını belirleyemediğimiz bir yer. Hep içinde ve parçasıyız. Kaçamadığımız bir şey bu.

Kendimizi kapasak, her şeyle ilişkimizi kessek bile dünya pencerelerden ve duvarlardan, her çatlaktan her aralıktan, kablolardan, borulardan, döşemelerin aralıklarından, açık pencereden, kapalı musluktan, kumaşlardan, ekrandan, sesleri ve sessizliğiyle, havaya bıraktıkları ve yuttuklarıyla, attıkları ve topladıklarıyla sızacaktır yine de.

Hep kötü şeyler değil elbette. Bazen de güzel şeyler. Aslında gariplik ve şaşkınlık derken ne kastettiğini anlıyorum. Tüm bu alışkın olduğumuz dünya algısını bir an için unutsak, dünyaya ilişkin sessizce kabullendiğimiz her şeyi bir an için askıya alsak ve sanki o an dünyaya düşmüş gibi etrafa baksak dünyanın ne garip ne şaşırtıcı yanları olduğunu belki bir parça anlayabiliriz. Belki dünyaya geldikten sonra yavaş yavaş bu şaşkınlık hissini unutuyoruz. Ben bazen bunu hatırlamaya, her şeyi ilk kez görüyormuş gibi bakmaya çalışıyorum. Verili tüm anlamlardan, soyut ve somut tüm eklentileri ve bağlarından bağımsız olarak. Her zaman olmuyor tabii. Bir yerden yine dünyaya bağlanıyoruz.

Ve şimdi hayatımın bu evresinde, sevdiğim insanlar ve şeyler bir yana, benim için dünyada olmak yazmak demek. Yazarken tüm hikâye ve olayları dışarda bırakmayı deniyorum. Hikâye ve olayı çıkardığımızda bize anlatacak ne kalır? Hiçe yakın bir şey. Bunların olmadığı yerde arta kalan nedir? Bazı düşünceler, hisler, hep dışında kaldığımız şeyler. Neredeyse hiçbir şeyin olmadığı ve kımıldamadığı bir noktada hareket eden nedir? Hareket nedir? Neler hareketlenir? Hisler, düşünceler, şeyler? Kendimizi suni bir hareketten çıkardığımızda ne olur? Vakum hissi mi? Başka bir hareket mi başlar? Bu takip edebileceğimiz bir hareket midir? Katılabileceğimiz? Bu yeni hareket nasıl farklılaşır? Bu farkla yeni hareket yeni şeyler getirir mi? Aslında bir şey hep olur tabii. Ama bunu hiçe yakın bir noktaya çekmeye çalışırsak nelerin ölçekleri değişir? Bu yeni ölçeklerle baktığımızda neleri görmeye başlarız? Neler anlam kazanır neler anlam kaybeder? Belki hikâye ve olay daha gerçek bir şeye yaklaşmak için atlamamız gereken engellerdir. Hikâye ve olaydan arta kalan nedir? Tortusu nedir? Bu hiçe yakın şeylere dikkatle baktığımızda ne olur? Üzerinde düşünebileceğimiz şeyler mi bunlar? Tüm hikâye ve olayları dışarıda bıraktığımızda bir boşluk yaratmış oluruz. Ama onlardan kalan şeylerde, dışında kalan, dışarda kalan şeylerde nasıl bir iz bırakırlar? Boş küme değildir bu. Gölgeleri düşer. Onlardan kalan şeylerin kümelendiği bulutlar? Hiçe yakın bu şeyleri yazmak bize ne getirir? Bir boşluk yaratırız, evet, ve boşluğun etrafında tuhaf davranan şeyleri takip ederek…


Biçim dünyayla ilişkimizi belirleyen önemli bir eleman. Dalgalar X, tıpkı dalgalar gibi hareket eden, katlanıp açılan, köpüren, yönü pek kestirilmeyen çok katmanlı bir dil, düşünce, hissetme ve duygulanmaya sahip. Dili bozan, yer yer oyan bir başka dalgayı izlemekte zorlandığımız önceki ile sonraki arasında kopukluklarla takip ettiğimiz bir dil lezzeti. Dalgaların ve dilin sınırlarını sonuna kadar zorladığın yerde x devreye giriyor. Dalgaların biçimle kurduğu ilişkiyi ve x’in bu yerdeki konumunu merak ediyorum.

Dendiği gibi içerik biçimi belirliyor galiba. Kitapta yazdığım ilk bölüm Dalgalar şiiriydi. O şiirde tekrarlardan oluşan bir ritim yakaladım. Dalgalar efektini sesle de oluşturmayı, bir çoğaltmayı, tekrarları denemek istedim. Konuşamamanın bir biçimi olarak tekrarlamak bu belki. Bu ritmi ve tekrarları daha sonraki bölümlerde de sürdürdüm. Thomas Bernhard’ın çok sevdiğim Yürümek kitabından da etkilenmiştim. Bende bir biçimi harekete geçirmişti. Bu harekete katılmaya çalıştım. Bu yazma biçimiyle ilgili kısım. Bir de içerikle ilgili kısmı var ki önceki soruda biraz anlatmaya çalışmıştım.

Hikâye ve olayı dışarıda bıraktığımızda elimizde hiçe yakın bir şey kaldığına değinmiştim. Ben kitaplarda hikâyeden hikâyeyi çıkardığımızda kalan şeyi seviyorum. Kendimizi hiçe yakın bu noktaya çektiğimizde anlatmadıklarımızı yine anlatmamanın ama onlardan kalan, bize kalan bu artıkları, duygu, düşünce, his parçalarını, bu kristali anlatmanın bir yolunu bulmamız gerekiyor. Bu da galiba ister istemez fragmantal bir yapıya, dalgalanmaya dönüşüyor. Bu zaten sevdiğim bir şey. Her şeyin eş zamanlı olduğu, lineer olmadığı, farklı şeylerin farklı yerlerde birbirine bağlandığı ya da çapraz okumalara da izin verdiği bir biçimi seviyorum. Moderni ve kelime aşınmış olsa da deneyseli de seviyorum zaten.

Tekrarlarla ilgili olarak, kitaptan bir parça eklemek istiyorum. Ne yapmaya çalıştığımı belki anlatabilirim böylece.

tekrarladığında, aynı şeyi tekrarladığında, bir kez daha anlattığında hep bir fark oluşuyormuş. tekrar

ettiğinde her seferinde ortaya çıkan artı bir değer, x, ekstra bir şey var, bir şey daha, bir şey daha, fark bu. F hastalarına rüyalarını tekrar tekrar anlattırıyormuş. ve her seferinde tabi ki yeni bir şey. küçük bir fark. bu farkla her şey değişebilir.

bu fark bir fazlalık olabilir, belki bütün bir anlatı o kelimeyi, o cümleyi söylemek için kurulmuş olabilir. bu x dediğimiz şey olabilir. tortulaşmış, çökmüş bir şey, kenarda kalmış bir şey olabilir. sonra söylenecek bir şey. akılda kalmayan. söylenmeye daha hazır olmayan bir şey. x.

Ben tabii ki dili bozmaktan ve kopukluklardan yanayım. Bozuk bir dilde düz bir dilde anlattıklarımızdan daha çoğunu anlatırız. Dil yaşayan bir şeydir. Etkilere açıktır ve istemesek de açıktır. Her dile, argoya, yeni nesil kullanımlara, yeni kelimeler bulmaya ve eskileri geri çağırmaya inanıyorum. Böyle olduğunda imkânları artar, dil genişler diye düşünüyorum.

Metin tamamlandıktan ve Dalgalar X ismine karar verdikten sonra liseden beri okuduğum ve çok sevdiğim Yanık Saraylar’daki (Sevim Burak, Nisan Yayınları) biçime benzer bir biçim kullanabileceğimi düşündüm. Büyük harf küçük harf kullanmakla ve farklı puntolar seçmekle biçimde de bir dalgalanma oluşturabilirdim. Vurgunun yerini değiştirmek bir açıdan. Vurgunun kaymasına, sıçramasına izin vermek. Kısık sesle ya da açıkça söylemek ve boşluklar yaratmak.

X’i kitap boyunca anlatmaya çalıştım aslında. Kitaptan takip etmek daha iyi olabilir ama kısaca özetlemeye ya da formüle etmeye çalışırsam, birbiriyle ilişkiye giren, bir tür tepkimeye giren her iki şey arasında, canlı ya da cansız, birinden diğerine ve vice versa geçen, akan -/+ bir şey olarak düşünebiliriz. Ama x’i bu basitlikle algıladığımızda başka bir şey başlıyor. x’in özel bir konumda ne olduğunu anlamak. Genel olarak x’in taraflar arasında -/+ değerlerle oluşan bir şey, değişen bir değer, değişmenin, farklılaşan şeyin değeri olduğunu söyleyebiliriz. Ama bu özel durumlarda karmaşıklaşıyor. İki şey arasındaki ilişkide, tepkimede farklılaşan şey nedir? Varlıklardan bağımsız olarak oluşan bu farka, x’e, değişmenin değerine baktığımızda zorlaşıyor. Yine de bu bize bazı şeyleri açabilir.

Her şeyin öznelleşmesi, değişmesi bu x sayesinde oluyor olabilir. Bu x değerle birbirimize benziyor ya da farklılaşıyor olabiliriz. Güzel bir şiir okuduğumuzda ya da güzel bir şarkı dinlediğimizde heyecan yaratan, kalbimizi sarsan bir fazlalık da olabilir x.


T homas Bernhard benim de hem dil hem de içerik olarak etkilendiğim bir yazar. Yazılarımda alıntılar yaparım. Karanlık olanla ilişkisi düşünce dünyamda ve yazılarımda yer etmiştir. Dalgalar X, yer yer karanlıkla temas kurarken her şeyi “içkinlik düzlemi” etrafında görmeye meyilli yanı daha ağır basıyor. Etki, etkilenme, karşılaşmalara inanan, dağılmaya, “havaya karışan” ve “birbirine doğru yürüyen” şeylerle teması daha fazla kuruyor. Yaşamı birlikte mümkün kılan ve bu olanağın yer yer sekteye uğradığı duraklarda geziniyor. Karanlık ve birbirine yürüyen şeylerin şiirdeki yerinden bahseder misin?

Thomas Bernhard mükemmel bir yazar. Atinalı Timon’a benziyor. İkisini de severim.

Yorumun çok güzel. Gerçekten. Teşekkür ederim. Soru olan son cümle ise çok zor. Karanlığa ilişkin kısmı aklıma Rilke’nin çok alıntılanan dizelerini getirdi. Pek teselli vermiyor ama..


Let everything happen to you

Beauty and terror

Just keep going

No feeling is final


Google translate aşağıdaki gibi çeviriyor.

Her şey başına gelsin

Güzellik ve dehşet

Sadece devam et

Hiçbir his nihai değildir


Dün nette karşıma Krishnamurti’nin bir cümlesi çıktı.

The day you teach the child the name of the bird, the child will never see that bird again.

Çocuğa kuşun ismini öğrettiğiniz gün, çocuk bir daha o kuşu göremez.


Google translate böyle çeviriyor. Çocuğa kuşun ismini öğrettiğimizde, çocuk o kuşu bir daha asla göremeyecek. Adlandırma, şey ve dil ilişkisine çok ilginç bir örnek. Adlandırma kuşun tekilliğini mi bozuyor? Bir şeyi adlandırmakla ondan uzaklaşıyor muyuz? Kuştaki bir şeyi, x’i kaybetmiş mi oluyoruz? Şiirde de böyle galiba. Bu dizeyi bile açıklamaya çalışmak istemezdim. Karanlık istemeden de karıştığımız bir şey. Karanlık bize, biz karanlığa karışıyoruz ama şeylerle aramızda gidip gelenin ne olduğu hâlâ düşündüğüm bir konu. X galiba. Bunları açıklamamak daha iyi olabilir. Açıklamakla anlamı sınırlıyor olabiliriz. Sınırlamadığımız bir anlam olsun. Şimdilik.

Açıklamaya çalışmak yerine kitaptan birkaç parça gireyim buraya,

KENDİ ANLADIKLARIMIN SINIRLARI. SINIRLADIĞIM ANLAM. SINIRLADIĞI BİR ANLAM ÇIKARIYOR BUNDAN.

bir şeyin diğerine göçü, göçen şey olmak, bir şeyden başka bir şeye, taşınan şey olmak, bu harekette taşınan şey, bu göçte, bu taşınma sırasında, bu arada taşınan şey, bir şey diğerine göç ettiğinde taşıdığı şey, dolaştığı şey, bu yük —çok şeyi az şeye taşırız. karmakarışık, bağları zayıf bu şeyler arasındaki göçte, iki şey de diğerinden yük alır, bir şey alır, birbirlerine benzemeye, birbirlerinden bir şey taşımaya başlarlar, taşınan bu şey benzerlikler yaratır. bir duygu başka bir duyguya taşındığında, bir insan diğerine göç ettiğinde, bir kelime bir diğer kelimeye göç ettiğinde, bir nesne başka bir nesneye göç ettiğinde, bir eylem bir nesneye taşındığında, bir duygu bir eyleme taşındığında, bir düşünce bir diğerine taşındığında melezlenir. arada taşınan o çok az, o çok az şey, o ulama, o sıçrayan şey, bu yük belki de mayadır.

/göçmenin getirdiği şey, altı çizili boşluk
bazı şeylerin bir parçasını, kayıp yanını, hep aradığımız bir duyguyu burada, taşınan bu şeyde, bu anlatılmaya direnç gösteren, aktarılamayan, söze dönüşmeyen, anca bir hisse, bir çakıma, bir izlenime dönüşen ama etki eden, düşünceyi, duyguları, insanları, yapıyı değiştiren x şeyde, her şeyi bu farklılaşmada, bu aralıkta, bu taşınmada, bu melezlenmede bulacağımı biliyorum. / X

Kitapta, farklı türlerin kavramlarıyla birlikte düşünen, onları teğelleyen ama bunu şiirin imkân ve diliyle yapılmasına özen gösterilmesine tanık oluyoruz. Diğer türlerle arasında bir sınır koymayı ihmal etmeyen unsurlar söz konusu. Dalgalar X’in beni en çok etkileyen yönü şiirsel birçok atmosfere yol açacak bir örgüye sahip olmasına rağmen şiirsel olandan uzaklaşmasıdır. Diğer türlerde şiirsel olan o mecrada farklı bir maya gibi iş görürken şiirde şiirsel olanın yeri yoktur gibi gelir bana. Şiirde şiirselliğin yeri hakkında neler söylemek istersin.

Ben aslında genel olarak şiirin nasıl olması gerektiği üzerine pek düşünmem. Bunu biraz faşizan buluyorum. Şiir teorisinden çok yazmak istediğim şiirin nasıl olması gerektiğini düşünürüm. Sanatın öznellikler yaratmak olduğuna inanıyorum. O yüzden genel olandan çok öznel olandan bahsedebilirim. Ve tabii her ne biçimde olursa olsun öznelliğini kurabilmiş şiirin iyi olabileceğini söyleyebilirim. Şiir dediğimizde zaten bir öznellikten söz ediyoruz. İyi bir şiir, iyi bir şiir parçası zaten özneldir. Bir kristaldir.

Şiirsel kelimesi bozulmuş, evrimleşmiş bir kelime sanki. Klişeleri, bir aşırı duygululuk halini anlıyoruz genellikle. Bunun nasıl ve neden olduğunu, sadece Türkçede mi böyle olduğunu vs. bilmiyorum ama herkeste bir antipati yaratıyor. Şiirsel sanki eski duygular demek. Bu kısmını, ucuz, kendinin taklidi olma durumunu atlarsak ve sözlük anlamıyla, “şiir niteliği bulunan, şiire benzeyen, şiirle ilgili olan” anlamında alırsak da çelişkili oluyor. Yani şiirse şiirsel değildir zaten. İyi bir şiir şiirdir, şiirsel değildir.

Şiirselin şiirde bir fazlalık olduğunu söyleyebiliriz demek ki. Fazladan bir şey. Olması gerekene, olana fazladan eklenmiş bir şey. Ezberle yapılmış gibi. Bu fazlalığın ne içerdiğine ve ne olduğuna da bakmak gerekir. Bu duygululuk halini neden istemediğimizi, artık duyguların yerini kaygıların almış olmasının bundaki yerini, duyguların kendilerinin taklitlerine dönüşmüş olmalarını, sahiciliği yitirmiş olmamızı hep düşünmek gerek. Duyguların duygu, şiirin şiir, aşkın aşk taklidi haline gelmiş olmasını hep düşünmeliyiz. Bu yüzden, şiirden şiirsel olanı çıkarmayı istemek, artık klişeleri istemediğimiz, yeni bir şey aradığımız, eski duygulardan sıkıldığımız anlamına geliyor bence. Ama gerçek ve iyi şiir mümkün. Şiirin dile getirmeye çalıştığı ama sadece kısmen anlatabildiği şey merkezdedir. Tekil, öznel bir harekettir. Bir istisnadır. Öznelliği kurabiliyorsa istisnadır. Öznelliğe çarpa çarpa anca bir kristale dönüşür. Kararsız kalan jestlerden oluşur. Kendine ait hareketlerden. Sadece kendinde bulabileceği bir gerçekten. Ve Beckett’in dediği gibi söylemek hep eksik/kötü söylemektir. Ama bunun bir önemi yok. Eksik/kötü “iyi”nin bir niteliği olabilir.

Yeni duygular yapmak için şiir yazarız. Yeni duygular yapmak, olanları biçimlendirmekten daha önemli. Sanat da öyle, yeni duygular yapar. Gelecek için yeni duygular üretmek zorundayız. Zaten bu duyguları üretmeden gelecek mümkün değil. Duygular eskidikçe yeni duygular yapmak gerekir. Bazı duygular eskir. Geride kalır ya da daha zamanı gelmemiştir. Ya da silinir, kaybolurlar. Hedeflerini kaçırabilirler, ıskalayabilirler, oluşmadan dağılıp gidebilirler. Parlayan duygular ve donan duygular. Biz bu duyguları geri çağırmalı, gerçek ve iyi şiir için yeni ve gerçek duygular yapmalıyız.

Yorumlar


Bu gönderiye yorum yapmak artık mümkün değil. Daha fazla bilgi için site sahibiyle iletişime geçin.

Bütün yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Yazı ve fotoğrafların tüm hakları Unlimited’a aittir. İzinsiz alıntı yapılamaz.

All content is the sole responsibility of the authors. All rights to the texts and images belong to Unlimited.

No part of this publication may be reproduced or quoted without permission.

Unlimited Publications

Meşrutiyet Caddesi No: 67 Kat: 1 Beyoğlu İstanbul Turkey

Follow us

  • Black Instagram Icon
bottom of page