Halkın kurtuluşu için bir araç
- Ali Taptık
- 6 gün önce
- 4 dakikada okunur
Sanatçı Ali Taptık’ın unlimitedrag.com üzerinden okuyucuyla buluşan yazı dizisi sanatçı ve fotoğraf kitaplarını merceği altına alıyor. Serinin sıradaki yazısının odağında Fikret Otyam'ın Fotograflar başlıklı kitabı var
Yazı: Ali Taptık

Fikret Otyam, Fotograflar, Fotoğraf: Beyza Bayrak (@curukkiraz) / Onagöre (@onagore.ist)
İzmir'de bir matbaanın yönetim katında oturuyorum. Bir baskı kontrolü söz konusu. Sohbet matbaa makinaları ve baskı sanatından sürerken çok geç fark ettim karşıdaki fotoğrafları. Siyah beyaz, 90 cm civarında baskılar ama bayağı büyük paspartuları vardı, en azından öyle hatırlıyorum. Günler geçiyor. Bir müzayedenin kataloğuna bakıyorum. Daha çok sanat müzayedeleri ile bilinen bir “ev”den. Kitap müzayedesi, sanat kitapları, çoğu katalog ve banka sanat monografları. Fiyatlar ne olacak? Bunlar niye buradalar? Hemen müzayedelik olamayacak kitaplar var, lotlar bir öğle yemeğinden ucuza açılıyor. Kafam oldukça karışık. Aralarından Fikret Otyam’ın bir kitabı görüyorum. İsmi Fotograflar. Burada “ğ” üzerine ufak bir komediye girebilirim ama şimdi değil. Ancak lot açılışı bütçemin üstündeydi. Sonuç olarak, çevrimiçi sahaflara baktığımda kitabı çok daha makul bir fiyata alabildiğimi görüyorum.

Fikret Otyam, Fotograflar, Fotoğraf: Beyza Bayrak (@curukkiraz) / Onagöre (@onagore.ist)
Fikret Otyam’ın fotoğraflarını uzun zamandır takip ediyorum. Gide Gide serisini toplamaya çalışıyorum. Bu büyük merakın tek nedeni fotoğraf işlerini derli toplu son 25 senede hiç görememiş olmak, üç tane müze varken kendimizi de fazla üzmeyelim, değil mi? Görmeden önce neyle karşılaşacağımı kestiremiyorum. Çünkü benim bildiklerim, onun gezi kitaplarındaki fotoğrafları ve bu elimdeki fotoğraflar. Hepsi, belirli bir matbaacılık tekniğinin sonucu olarak bu şekilde görünüyor. Koyu renkler bastırılmış, hamur kağıdın derinlerine inmiş. Bir el baskısı olsa nasıl görünürdü, negatiflerin durumu ne halde, merak ediyorum. Matbaadaki baskılar nasıldı, gerçekten merak ediyorum. Kötü değillerdi ama çok da düşünülerek yapılmış baskılar gibi gelmedi. Sonuçta baskı aslında bir fotoğrafa ifadesini katan en önemli unsurlardan bir tanesi. Baskıda yaptığımız ufacık bir kontrast değişikliği bile bu ifadeyi etkileyebiliyor.
Fikret Otyam, Türkiye’nin önde gelen fotoğrafçılarından ve gezgin gazetecilerinden biri olarak tanınmış. Aksaray’da doğmuş; genç yaşta fotoğrafa ilgi duymaya başlamış. Fotoğrafa, ortaokul yıllarında bir öğretmeninin hediye ettiği analog makineyle yönelmiş. Sanat eğitimi için İstanbul’a giderek Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne kaydolmuş ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun öğrencisi olmuş. Gazetecilik hayatına 1950’de adım atmış; 1953’ten itibaren Anadolu’nun birçok köyünü ve kasabasını gezerek fotoğraflarla belgesel nitelikli röportajlar yapmış. Bu çalışmalarını Gide Gide adı altında toplamış. 1979’da Antalya’ya yerleşerek daha çok resimle ilgilenmiş. Hem fotoğraflarında hem de yazılarında Anadolu insanına duyduğu saygı ve merak belirginmiş. 2015 yılında Antalya’da hayatını kaybetmiş.
Kitabın kapağındaki kare bana Yol filminin afişini hatırlatıyor. 1978, Otyam’ın uzunca bir özgeçmişini fotoğraflar takip ediyor. Bu arada kapağın kulağındaki kamera listesini görmemem imkânsız. Acaba ekipmanları listelemek onlar için neden önemliydi? Zamanla ofset baskıda kaybolabilecek incelikleri hayal etmemizi mi sağlıyorlar? Yoksa bir product placement mı bu? Devam edelim. Kitabın çoğunda bazen Rodçenkovari açılarla çekilmiş genç yaşlı kadınlar ve çocukları görüyoruz. Erkekler pek ortalıkta yok. Kırsal hayat gerçekten böyle miydi, bilmiyorum. Fotoğrafları tüm sayfaya yayılmış, kare bir kitap bu. Sadece Türkiye’de değil genele yayılan bir kare fotoğraf albümü alışkanlığı buraya da yansımış. Fotoğrafların gölgeleri çok yoğun. Güneydoğunun güneşini düşündükçe (fotoğrafların orada olduğunu varsaymamam mümkün değil) bunların ne kadar zor pozlar olduğunu deneyimle biliyorum. Şimdi bilgisayarlı makinelerimizle (bkz. Computational Cameras) böyle durumlar o kadar problemli değil. Ama güneşin kavurduğu bir coğrafya resmetmek daha kolay değil.
Fikret Otyam, Fotograflar, Fotoğraf: Beyza Bayrak (@curukkiraz) / Onagöre (@onagore.ist)
Kitabın teknolojik ya da baskı tekniğine dair de çok ilgi çekici bir yanı var: kitapta, günümüzde sayısal görüntü işleme efekti olarak bilinen Unsharp Mask’ın karanlık odada, kanlı canlı uygulanmış hallerine rastlanıyor. Telefonlarınızdaki "keskinlik" veya "strüktür" gibi dijital efektlerin analog karşılığı olan bu yöntemin, karanlık odada uygulanabilmesi için ara negatif gibi çeşitli zahmetli adımlar gerektiriyor. Türkiye’de de dünyada da keskinliğe verilen bu ihtimamı, asla ulaşılamayacak bir hakikate ulaşma çabasının nafile bir örneği olarak görüyorum. Oysa bu tür efektler yaratıcı biçimlerde de kullanılabilir; kitabın yalnızca bazı fotoğraflarında yer alması da bana, o karelere dramatik bir etki katılmak istendiğini düşündürdü.
Bu dönemden gördüğüm kitaplarda sık sık karşıma çıkan bir şey bu kitap içindeki tutarsızlık. II. Abdülhamid’in Hediye Albümleri’ne kadar uzanabiliriz. Aslında Anadolu seyahatleri üzerine harika bir kitap olabilecekken birden bire İtalya’dan bir duvar, bir başka sayfada miting kalabalıkları görülebiliyor. Nereden geldik buraya? Bugün önem verdiğimiz tematik veya anlatısal bütünlük, o zamanlar pek dert edilmemiş gibi.

Fikret Otyam, Fotograflar, Fotoğraf: Beyza Bayrak (@curukkiraz) / Onagöre (@onagore.ist)
Bu fotoğrafların bugün basılı olarak elime geçmesi, yalnızca nostaljik bir ilgiyi değil aynı zamanda bakışın kendisine dair bir muhasebeyi de çağırıyor. Otyam’ın kadrajında nesneleştirilen mi var, yoksa direnen bir bakış mı? Kadın figürlerinin ağırlığı, erkek yokluğu, çocukların donukluğu… Bunlar bugünün gözüyle bakıldığında hem bir temsil sorununa hem de zamansal bir donmaya işaret ediyor. Kitap içinde fotoğraflar belge olmanın ötesine geçip ideolojik ya da estetik bir konum da alıyor mu, emin değilim. Ama bu soruların varlığı bile bu kitabın hâlâ dikkate değer olduğunu gösteriyor. Kitabın başındaki eklektik diyebileceğim yazıda, Otyam’ın Ankara’ya uzak diyarları bir anlamda getirmek için gösterdiği uğraşı anlamak mümkün oluyor. Fotoğraflarda bu var mı? Tartışılır ama söyleyişi hoşuma giden kendi sözleriyle: “Fotoğrafta numarayı sevmem, yani düzenlemeyi. Sen şöyle dur, haa elini şuraya koy, sen de şuna bakıyormuş gibi yap, tamam. İşte beni illet eden budur, düzmecilik. Makine bir araçtır. Halkın kurtuluşu için kullanılması gereken bir araç.”
Comments