top of page

Hiç dinmeyecek bir yasın en kısa hali: Salveger


Angelica Germanà Bozza’nın ilk kısa metraj filmi Salveger, Berlin Bağımsız Filmler Festivali kapsamında izleyiciyle buluştu. Bozza ile filmi, filmin çıkış noktasını, çok kültürlü hayatını ve gelecek planlarını konuştuk

Angelica Germanà Bozza

Bir rüya kadar kısa, bir yas kadar uzun süren anların birleşimine ben hayat diyorum. Hayatı göz kapaklarımın hemen ardında bulunan o çizginin üzerine yerleştiriyorum. Çizgiyi esnetiyorum, çekiyorum, uzatıyorum, aşıyorum, üstünden ‘hop’ diye atlıyorum. Geçtiğimiz günlerde o çizgi Berlin’de, bir apartmanın en son katında bulunan Angelica Germanà Bozza’nın evine doğru yola çıktı. Evin ısıtma sistemi bozulmuş, ben hazırlıksız yakalanmıştım. Angelica “Bir film çektik.” dedi. Battaniyelerimizin altından başımızı uzatıp sihirli bir hikayeye tanıklık ettik. Naif, gerçek, ürkek, cesur, sıcak, soğuk; karşıtların birliği, karakterlerin iç çatışması ve bol bol çizgiden oluşan Salveger (Yıl dönümü), bir geleneği anlatıyor.

Angelica seni tanıyabilir miyiz?

İtalya'nın Liguria bölgesinin deniz kıyısında yer alan Alassio adında küçük bir kasabada doğdum. İlk gençliğim burada geçti. Orta halli, açık görüşlü bir ailede, sanatla iç içe yetiştim. Arkadaşlarımla müzikle ilgilenirdik. Bir süre piyano çaldım ve birkaç gençten oluşan müzik grubumuzda vokal olarak sahneye çıktım. Kitap okumayı çok severdim ve sanatın her türüne ilgi duyardım. Tüm bunlara rağmen üniversitede sanatla ilgili bir bölüm okumadım. Yabancı dil ve kültürler hep ilgimi çekmişti ve Alassio bu konuda bana hiç yetmemişti. Bu nedenle dilbilim lisesini bitirip üniversite eğitimimi etik ve siyaset felsefesi alanında Genova ile Berlin arasında tamamladım. Daha sonra, yüksek öğretim hayatımı Siena ve İstanbul arasında İtalyan dili ve edebiyatı öğretmenliği bölümü okuyarak sürdürdüm. Bunların yanı sıra yaklaşık üç sene İstanbul’da yaşadım ve bu deneyim hayatıma daha da renk kattı. Bu dönemde yabancı diller ve kültürlere karşı merakımı beslemek için bolca malzeme topladım. Şu anda Berlin, Humboldt Üniversitesi’nde din ve kültür bilimleri alanında yüksek lisans bölümüne devam ediyorum.

Bambaşka coğrafyalarda yaşadın. İtalya, Almanya, Türkiye ve daha benim bilmediğim birçok iklimde. Bu serüveni bize anlatır mısın?

Üniversite yıllarında, 20’li yaşlarımın başında, Berlin’e gittiğimde bu şehre ilk görüşte aşık oldum. Aynı zamanda yurtdışında ilk deneyimim olduğu için zorluklar da eksik olmadı; ama bunlardan daha önemlisi ilk defa gerçek anlamda kültürel çeşitlilikle karşılaşıyordum ve ufkumu genişletme fırsatı buldum. Bu yaşadıklarımdan sonra daha da farklı ve aşırı deneyimleri aramaya başladım. O sırada İstanbul’a gitmeye karar verdim. Asıl maceralarımdan biri bu; Türkiye’yi hiç görmemişken bir kelime dahi Türkçe bilmeden tek başıma İstanbul’a uzun süreli taşınmaya karar verdim. Bunun için kendime hala şaşıyorum; güneşli bir günde daha yatağımdan kalkmadan İstanbul fikri girdi aklıma ve çıkmadı. 2011 yılıydı… O sırada hala Berlin’de yaşıyordum ve Kreuzberg’de bir radyo kanalında staj yaparken geçinmek için Friedrichshain’da bir vegan dondurma dükkanında çalışıyordum. Türk iş arkadaşlarımın yardımcıyla İstanbul’da bir reklam ajansında staj buldum. Türkiye’de yaşadığım uzun süre boyunca çeşitli kişilerle birçok evde oturdum ve çeşitli iş deneyimlerim oldu… Bir film festivalinde staj yaptım, radyo için röportajlar hazırladım, bir dil okulunda İtalyanca öğretmenliği yaptım, kafe ve barlarda da çalıştım, bir sanayi şirketinin ihracat satış temsilcisi oldum, bir antika dükkanında çalıştım, bazı video projelerine dahil oldum ve yüksek lisans tezimi yazdım. Aynı zamanda ileri seviyede Türkçe öğrendim ve Kürtçe diline de yaklaşmaya başladım.

Kendini başka başka kültürlerde ve dilde nasıl ifade ediyorsun? Kaç dil biliyorsun? Bu denli hızlı dil öğrenme yeteneğini nasıl yönlendiriyorsun?

Kültürlerarası projelerde dillerin son derece önemli olduğunu düşünüyorum. İlk kısa filmimiz Salveger üç dilde çekildi; Kürtçe, Almanca ve az olsa da Türkçe. Salveger Kürtçe bir kelime ve Türkçe yıl dönümü anlamına geliyor. Şu an ileri seviyede beş dil biliyorum. Anadilim İtalyanca, İngilizce, Almanca, İspanyolca ve Türkçe. Onların yanı sıra orta seviyede Fransızca ve Kürtçe biliyorum. Bir ara da Portekizce ve Katalanca ile ilgilenmeye başladım. Özel bir dil öğrenme yeteneğim olduğunu düşünmüyorum, herhangi bir şey öğrenme sürecindeki gibi motivasyon önemli. Benim motivasyonum ise merak. Yani insanları ve hikayelerini merak ediyorum. Senaryo yazarı ve yönetmen olarak çıktığım bu yolculukta da hikaye araştırmak işimin büyük bir parçası ve insanlarla ana dillerinde konuştuğun zaman daha samimi bir ilişki kurabiliyorsun. Bunun dışında yabancı bir ülkede yaşadığımda yerli insanları hem kişisel hem de toplumsal açıdan daha yakından tanımak hedeflerimden biri ve böyle bir imkanımın olması beni mutlu ediyor. Bu şekilde çalışmalarım esnasında ve günlük hayatımda da farklı kültürlere yaklaşmak ve yaşadıkları sosyal durumu onların penceresinden de görebilme fırsatım oluyor.

Bambaşka bir eğitim almana rağmen senaryo yazmaya, hikayeler düşünmeye ve hatta çekmeye başladın. Bu süreçten bize bahsedebilir misin?

Senaryo yazma eğitimi almadım ama felsefe, etik, siyaset, edebiyat, dil, din ve kültür bilimleri gibi alanlarında aldığım eğitimler hep güncel meseleleri ve sosyal konuları ele alıyordu. Tüm bunlar düşünmek ve hikayeler yaratmak için yeterince malzeme sağlıyordu. Bir film çekmek uzun zamandır yapmak istediğim bir şeydi. Son yıllarda da birkaç kısa film senaryosu yazmıştım ama Salveger’in senaryosunu şu anki imkan ve olanaklarımıza göre uygun bulduk. Asıl Salveger filmini çekme fikrimiz, Berlin’de Ahmet Ay ile bir konuşmamız esnasında oluştu. Ahmet Ay, aynı zamanda filmin başrol oyuncularından biri, yapımcısı ve aynı zamanda eşim. Bana babasının ölüm yıl dönümü vesilesiyle, yemek hazırlayıp dağıtma geleneklerini anlattı ve bu gelenek benim ilgimi çok çekti. Ayrıca, bu geleneğin Müslüman cenazelerinde yer alması ve Kürt nüfus arasında da yoğunlukla uygulanıyor olması, beni daha da meraklandırdı. Bu nedenle Ahmet ile bu temayı Almanya'ya göç eden bir Kürt ailenin gözünden resmetmeye karar verdik.

Ahmet Ay ve Rozerîn Liyan, Salveger filminden

Salveger’in öyküsünü bize anlatmak ister misin?

Salveger, Ahmet ile Rozerîn’in, Türkiye’den Almanya’ya göç eden Kürt kökenli bir baba ve kız çocuğunun öyküsünü anlatıyor. Annenin ölüm yıl dönümünde, yas günlerini, hiç tanımadıkları insanlarla paylaşarak, mutluluğa dönüştürmek için bir fırsat haline getiriyorlar.

Filmin oyuncuları eşin Ahmet ve yeğeni Rozerîn Liyan… Onları çok yakından tanıyor olmak da çalışmanı kolaylaştırdı mı?

En çok Ahmet ile Rozerîn’in gerçek hayatta da birinci dereceden akraba olmaları filmdeki baba kızı arasındaki samimi ilişkiyi canlandırmak adına faydalı oldu. Onların da ilk oyunculuk deneyimiydi ve bazı ayrıntıların gerçek hayatlarından uzak olmamasının işimizi kolaylaştırdığını düşünüyorum. Bu filmi Ahmet'le birlikte geliştirdik ve çekim sırasında nasıl bir sahne hayal ettiğimi o da biliyordu; aklımdaki görüntüleri yakalamak için onun da çok emeği var.

İlk film projenizi nasıl finans ettiniz? Nasıl ve hangi koşullarda çektiniz?

İlk projemiz olduğu için sadece elimizdeki imkanlarla gerçekleştirmek istedik. Çekim planımızı da sıfır bütçeli bir proje olduğunu bilerek şekillendirdik. Ekibimiz de üç kişilik ekipti: Ahmet, Rozerîn Liyan ve ben. Ben birkaç sene önce bir yapım şirketinin Kuzey Irak’ta çektiği bir uzun metraj filmin ön prodüksiyon sürecinde asistanlık yapmıştım. Bu süreçte birçok faydalı bilgi edindim ama yönetmen ve özellikle görüntü yönetmeni ve kurgucu olarak Salveger ilk deneyimim. Filmin çekimlerini de o yüzden imkanlarımıza ve kapasitelerimize göre planlamaya çalıştık. Bunun yanı sıra ses post-prodüksiyonu için Berlin Sanat Üniversitesi (UdK) tarafından desteklendik ve bizim için büyük bir yardım oldu.

Ahmet Ay ve Rozerîn Liyan, Salveger filminden

Bu filmde izleyicinin hangi duygularına dokunmayı hayal ettin?

Salveger, bir göçmen baba-kız öyküsünü anlatırken, aynı zamanda hayır ve yardımlaşma kültürünü de anlatıyor. Bu hikaye ile en önemli hedefim, evrensel hümanist değerler, kültürel çeşitlilik ve paylaşım gibi konuları tanıtma imkanı bulmak. Avrupa’da uzun bir süredir devam eden medeniyetler arası kültürel çatışma ve entegrasyon sorunu, son zamanlarda yaşanan göçmen akınıyla daha da büyüdü; özellikle böyle bir dönemde barışçıl bir birliktelik örneği sergilemenin görevimiz olduğuna inanıyorum.

Ve film sonunda Berlin Independent Film Festival’e kabul edildi! Babylon Kino’da da izleyici ile buluştu. Nasıldı?

Salveger, 15 Şubat 2018 Berlin bağımsız film festivalinde prömiyer yaptı. İlk kısa filmimizi yeni bitirip festivallere başvuru sürecine yeni başlayıp böyle bir festivalden hemen kabul gelmesi bize büyük bir heyecan verdi. Babylon Kino Berlin'in tarihsel sinemalarından bir tanesi. Salveger yolculuğuna bu şekilde başladı ve devam ediyor, şimdiye kadar üç festivalden daha kabul haberi geldi. İtalya’da Firenze bölgesinde yer alan Schermi Irregolari kısa film festivalinde finalistler arasında gösterime seçildi. Sonra da Nisan aynda Bologna’daki Poverarte sanat festivalinde yarışma bölümünde gösterilecek. Mayıs ayında ise Berlin’de yer alan, özellikle insan hakları, ırkçılık karşıtlığı, çevre sorunları ve sosyal adalet gibi konulu filmlerle ilgilenen Radical Frame film festivalinde gösterilecek ve tabii ki devamını bekliyoruz.

Gelecek planlarını, gelecek projelerini öğrenebilir miyiz?

Şu an yeni bir film projemiz var. İtalya ile Türkiye arasında bir proje olmasını planlıyoruz. Senaryo süreci devam ediyor. Büyük bir kısmı İtalya’da benim büyüdüğüm şehirde çekilecek. Bazı sahneleri de İstanbul’da çekmeyi planlıyoruz.

bottom of page