top of page

Hiçbirimiz tek bir şeye bakmıyoruz


Mekân deneyimi, temsili, tasarımı ve hafızası gibi konular üzerine çalışan Metehan Özcan’ın üçüncü kişisel sergisi Dekor, Versus Art Project’te 13 Haziran-20 Temmuz tarihleri arasında gerçekleşti. Özcan, border_less Art Book Days kitap fonu ödülünü kazanan iki projeden biri olan Resimli Bilgi – Ek’in de eşlik ettiği Dekor ve üretim pratikleri üzerine Sena Kuyucu ile konuştu

☕️ 10 dakikalık okuma

Metehan Özcan, Fotoğraf: Elif Kahveci

Serginizden başlayabiliriz. Burada farklı işleriniz bir arada ama onları yine de tek bir başlık altında toplamışsınız, nasıl ilerledi bu süreç?

2013’te Elipsis Gallery’de Resimli Bilgi başlıklı bir sergim olmuştu, üzerinden altı yıl geçti. Resimli Bilgi de Resimli Bilgi Ansiklopedisi’nden geliyordu. O dönem evlerde de bulunan, görsel içeren yegane basılı kaynaklardan biriydi, İnternet’in olmadığı dönemlerden bahsediyoruz tabii. O yüzden aynı şeye tekrar tekrar bakma pratiğimiz vardı çocukken, daha okuma yazma bilmezken de. O alfabetik sıralamanın verdiği ilginç şeyler oluyordu. A ile başlayan bir hastalığın yanında yine a ile başlayan bir ülkenin, bir hayvanın yanına bir makine geliyordu. Bir süre sonra ben de kolajda öyle bir şey yapabilir miyim diye, ilk önce kendi fotoğraflarımla denemeye başlamıştım fakat sonra topladığım buluntu fotoğrafları, kitapları, eski dergileri de kullanarak hem içine do duğum hem de etkilendiğim bu modernist mimariyle ilgili kolaj çalışmaları yapmıştım Resimli Bilgi’de. Dekor da yine onun devamı gibi, biraz daha kentin kamusalına yayılan - çünkü geçen yıl bu zamanlarda Studio-X İstanbul’da bir sergi yaptık İzmir hakkında, İzmir’de yaşıyor ve üretiyor başlıklı. Onda kentin çeşitli dinamikleri üzerine maddeler belirlemiştik; örneğin Kültürpark’ta iki tane yatan kadın heykeli var; Şadi Çalık ve Turgut Pura’nın ve insanlar Fuar’a gittiklerinde hep onlarla beraber fotoğraf çektirme geleneği oluşmuş. Tabii bugün bambaşka bir durumdalar. Artık Fuar’a dair hiçbir şey kalmamış Kültürpark’ta ama heykeller duruyor. İzmir’in hafızasına dair bir listenin olduğu bir sergiydi o. Konak’ta bir dönem yapılan üst geçit var, bütün bu maddeler genelde bu eski İstanbul fotoğrafları ya da eski İzmir fotoğrafları gibi sosyal medya grupları, sayfaları var, ben de o sayfalarda buluyordum. Bir süre sonra şunu fark ettim; bizim yapılı çevremiz çok hızlı değiştiği için çocukluğumuzda olan birçok şey şu anda yok. Herkes o bir dönem yaşadığı, ama artık olmayan kentin bilgisini kendi hatırladığı kadarıyla sosyal medyada yeniden buluşturuyor. Ben de bundan referansla birkaç farklı Facebook sayfası açmıştım çünkü bir süre sonra toplarken şunu fark ettim; aynı yere ait üretilmiş kartpostal da var, tanıtım için kullanılmış. Ama izleyicilerin gidip orada ürettikleri fotoğraflar da var, Adana Seyhan hidrolik santrali de olabilir bu.

Bu arada ben Adanalıyım, kitapta o fotoğrafı görünce çok şaşırdım.

Tabii, kendi doğduğun şehirdeki bir yapıyı başka birinin gözünden görmek güzel oluyor. Bizim yaşadığımız, gördüğümüz haliyle ilk üretildiği zamanki idealindeki imgeyi yan yana koymak... Biraz daha geniş çeşitlilik barındırdığı için bu oyunlar hoşuma gidiyordu, öyle başladı her şey.

border_less Art Book Days kitap fonu ödülünü kazanan, Resimli Bilgi – Ek kitabını da soracaktım ama siz kitaptan da bahsetmiş oldunuz.

border_less sanat kitapları fonu, bu yıl iki proje seçti; Didem Özbek’in projesi ve bizimki. Resimli Bilgi havuzundaki buluntu ve benim çektiğim imgeleri Karton Kitap ikilisi Umut Altıntaş ve Toros Mutlu yeniden ele aldılar. Beş yıl önce bir araya geldiğimizde Resimli Bilgi’deki görseller üzerinden çalışalım diye düşünmüştük ama ben kolajları birebir koymak yerine kolajlarda kullandığım görselleri onlara teslim ettim. Onlar da benim duvarda gruplayarak çalışma pratiğimi paftada kullandılar ve aynı yan yanalıklar oldu, çok azı tam gözüküyor, dolayısıyla her fotoğraf bir parçası diğerinde birleşip başka bir şey, başka bir anlam üretebiliyor.

Kitap kişisel bir sergiye dönüşüyor diyebilir miyiz? Yapboz yapmak gibi hissettirdi bana biraz da.

Olabilir. Tabii biraz okuyucuya da açık çünkü eğer üşenmezse lastiği çıkartıp fotoğrafları tam görmek için paftayı oluşturabilir. Çünkü pek çok sayfada da çok küçük fragmanlar, anlam ifade etmeyen görsel parçaları da var. Biraz da yapboz gibi evet, ama kitap sergiden bağımsız kendi hikayesi olan bir kitap.

Duvar üzerinde çalışıyorsunuz, dolayısıyla kadrajınız duvar oluyor diyebilir miyiz? Yoksa tek bir fotoğraf tek bir anlam ifade ediyor mu?

Sadece bu kitaplardaki yan yanalıklar değil de, dijital medya, fotoğraf çeken cep telefonlarının yayılmasıyla beraber artık hepimiz çok fazla imge üretiyoruz ve onlara geri dönüp tekrar bakacak vaktimiz yok. Tekil bir şey de görmüyoruz, bir İnternet sitesini, bir sosyal medya aplikasyonunu düşün, orada hiçbir zaman tek bir bilgiye bakmıyoruz. Aynı anda sağında solunda başka bilgiler oluyor, başka görseller oluyor ya da aynı anda e-posta gönderirken de dizi izliyoruz cep telefonundan başka bir haber okuyoruz. Bunların hepsini yapıyoruz, bunlara “çoklu ekran” deniyor. Benim kullandığım şey, araştırdığım konu kent belleği ve hafıza ama bence etkilendiği sergileme biçimi bu dijital yan yanalıklar.

Bir şeyler sürekli üst üste biniyor...

Evet üst üste biniyor çünkü artık neredeyse hiç birimiz tek bir şeye bakmıyoruz.

Metehan Özcan, Dekor 4, 2019, Kolaj, Arşivsel pigment baskı, 66 x 90 cm, 3+1 AP

Peki tasarım pratiğiniz fotoğrafla olan ilişkinizi nasıl etkiliyor?

Bayağı bir deforme olmamı sağlamıştır. Yine 90’lara dönersek, okul öncesi 70’lerdeki evleri dergilerde, kitaplarda görünce zaten etkileniyordum ama sonra fark ettim ki neredeyse hiçbir zaman bir mimar tarafından tasarlanmış bir yapıda oturmamışım. Çoğunlukla, oturduğumuz evler müteahhit yapısıydı. Dolayısıyla özel bir kapı detayı olan, kendi gömme dolabı olan ya da her türlü ufak mutfak ve salonu ayıran servis penceresi olan duvarlar vardır ya, böyle bir tasarımcının elinden çıkmış detayları görünce çok büyüleniyordum. İstanbul Anadolu yakasında ve Ankara’da dönem evlerinin apartmanların boşalmış olması ve yıkılacak olması beni etkiliyordu; mimarını, hikayesini bilmeden çekiyordum. Ardından onları bir yerlerde paylaşıyordum, sonra da hikayelerini öğreniyordum ve hikayeler başka bir katman oluyordu ama ilk başta hepsi anonim, oradaki atmosfer galiba beni en çok heyecanlandıran şeydi.

Dekor içinde de bu belgelediğiniz fotoğrafların bir kısmı var diye düşünüyorum, peki çağrışımlarınızı işin içine nasıl katıyorsunuz?

İç-dış ayrımı kafamı çok kurcalıyor. Çünkü şimdi artık her şeyin son haliyle karşılaşıyoruz ama eskiden bizim çocukluğumuzda üretim hallerini de görüyorduk, bir evin bitmeden önceki inşaat halini. Biz küçükken bayağı girip oynuyorduk onlarda, katlardan bir yerlerden atlıyorduk. Ama artık onları neredeyse hiç görmüyoruz, kent içerisinde hiçbir üretime ait mekân yok. Atölye, fabrika veya inşaat hepsi güvenlik sebebiyle bizden yalıtılmış durumda farklı sebeplerden. O iç dış ayrımı biraz daha keskinleşti. Sokak şu anda daha tehlikeli değil ama güvenin tanımı değişti, e hijyenin tanımı da değişti. Güvenlikli siteler sayesinde yapının olduğu tarafta bir güvenlik koyduğunuz anda diğer tarafın güvenliksiz olduğunu iddia ediyorsunuz, o tanımlar şu an daha keskin ve birbirinden ayrıştı.

Fotoğraf üzerinden konuşacak olursak görsel tatmin ifadesinin sizdeki karşılığı ne? Bir fotoğrafın sizi görsel olarak tatmin etmesi için ne olması gerekiyor? Böyle bir şey arıyor musunuz bir fotoğrafa baktığınız zaman?

Bunun üzerine farklı analizler yapan ve yine o ortadaki büyük bilgiyi farklı gruplandırıp çalışan sanatçılar var; örneğin Lev Manovich’in Selfiecity projesi. Benim alanımla birebir ilgili değil ama bence kentle ilgili. Selfiecity, global ölçekte beş şehirde Instagram kullanıcılarının selfie’lerini analiz eden bir görselleştirme projesi. Cinsiyetler de, hiç bilgiye değer bulmayacağınız ama alışkanlıkla içinde bulunduğunuz veriler de var içinde. Kafanın eğimi, ağız ne kadar açık, güneş gözlüğü mü var, gözlük mü var gibi... İşte bu görsel tatmin meselesi bütün bu külliyattan, popüler kültürden bağımsız değil galiba. Benim için de görsel tatmin sürekli değişen bir şey, öyle tek bir görsel tatmin oldu mu bilmiyorum ama belki belirli olan şey insanın çok fazla benim fotoğraflarımda gözükmemesi olabilir. Çünkü kameranın karşısında bir insanı almak benim için her zaman daha zordur, mekân daha kolay geliyor. Güncel sanat dünyası Türkiye içerisinde daha çok İstanbul’da dönüyor ama İzmir’de yaşıyorsunuz. Bu noktada İzmir’de yaşamanın avantajları ve dezavantajları neler? İzmir’de yaşamanın avantajı kentin daha yavaş olması; coğrafyanın getirdiği bir yavaşlama ve yayılma hali var. İstanbul’da çok çeşitlilik ve çok daha derinlikli şey var bir yandan orası kesin, birçok farklı galeri, farklı alanlarda çalışan yayınevleri veya kültür mekânları var, İzmir’de ölçek tabii ki daha küçük. Ankara’dan taşınmıştım ben buraya, Ankara’da mesela üniversitelerin kenti beslediği bir entelektüel kültür ortamı varken İzmir’de o çok dağınık ve noktasal bir şekilde cereyan etmiş. Ama yeni yeni böyle şeyler, küçük gruplaşmalar, inisiyatifler, kâr amacı gütmeyen mekânlar oluşuyor. Galiba zorluğunu çektiğimiz şey şu, İzmir’de sanat üreten var ama sanat izleyicisi çok fazla yok. Buradaki sergilere gidenler yine sanatçılar.

bottom of page