top of page

Hayatı say, asla unutma

2008 yılında Çin’in Sichuan kentinde meydana gelen depremden sonra felakete ve baskıcı rejimlerin hüküm sürdüğü coğrafyalarda felaket sonrası yaşananlara dair ürettiği çalışmalarıyla ses getiren ve farkındalık yaratan Ai Weiwei ile Türkiye ve dünya gündemine dair konuştuk


Röportaj: Evrim Altuğ

İngilizceden çeviren: Sinan Refik Akgün


Ai Weiwei, Fotoğraf: Ai Weiwei Studio


Yaşanan felaket sonrası Türkiye ve Suriye halklarına, geride kalanlara, yöneticilere ve genel olarak sanat ortamına dair gözlemlerinizi ve mesajlarınızı merak ediyoruz.


Türkiye-Suriye sınırı ve civar bölgeyi etkileyen bu yüksek ölçekli ve yıkıcı deprem, beni tarihsel durum ve gerçeklikle ilgili karmaşık bir algıya götürdü. Human Flow’u çekerken ziyaret ettiğim yerlerden biri de depremin merkez üslerinden Gaziantep’ti. Şehrin belediye başkanı Fatma Şahin’i tanıyordum. O zaman bölgedeki en büyük mülteci kamplarından birini ziyaret etmiş ve orada çekim yapma fırsatı bulmuştum. Türkiye’de birkaç defa bulundum ve son olarak Sabancı Müzesi’nde seramik çalışmalarımdan oluşan bir kişisel sergi açtım. Türkiye benim için hatırası olan bir yer.


Bu son deprem sonrası, 12 Mayıs 2008 tarihinde Sichuan’da meydana gelen Wenchuan depremini düşünmeden edemedim. O depremde, kesinliği belirsiz resmî verilere göre 80.000 ila 90.000 arası kişinin can verdiği açıklanmıştı. Benim için dönüm noktası olan bir olaydı. Bu tarifsiz kederin ardından can kaybı sayısının örtbas edilmesi, hükümetin çalışmaları hakkında böbürlenmesi, beni Citizens’ Investigation’ı yapmaya itmişti. Çin hükümeti ile çatışmama ve mücadele etmeme sebep olan bir dizi protestoya beni götüren de bu işti. Sonraları depremle ilgili bir dizi film çektim, röportaj verdim ve eser ürettim. Çok yoğun bir acı söz konusuydu ve neredeyse kendi hayatımdan oluyordum. Polis tarafından maruz kaldığım tacizler, tutuklamalar ve kontrollerin hepsi bu kampanyayla ilgiliydi. Kampanya için basit bir slogan bulmuştuk: Hayatı say, asla unutma. Otoriter bir rejimdeki en büyük sorunun, bireysel yaşamın ve bireysel hakların kısıtlanması ve yok edilmesi olduğunu görürüz. Çoğu zaman bunlar göz ardı edilir veya yok sayılır. Ne zaman bir şey olsa ve gerçek gizlenip değiştirilse, anılarımız etkili bir şekilde kaybolur, bu nedenle unutmayı reddetmek, hatalarımızdan ders çıkarmamızı ve gerçeği tanımamızı sağlayan ilk şeylerden biridir.


Türkiye ve Suriye’yi vuran bu deprem ile Wenchuan depremi arasında fark ettiğim bir benzerlik de bir yanda pek çok bina yıkılmadan ayakta dururken, diğer yanda birçoğunun da un ufak olup çöktüğü gerçeği. Başta okullar olmak üzere bu çöküşlerin bir sonucu olarak Sichuan’da çok büyük can kayıpları yaşandı. Okullar, devletin belirlediği güvenlik standartlarına uygun olarak devlet tarafından inşa edilmiş ve depreme dayanıklı olması gereken binalardır. Sonra aynı şeyi Türkiye’deki depremde de gördüm, bazı binalar sağlamdı ama birçok bina da paramparça olmuştu. Burada görece dezavantajlı semtlerdeki inşaatların kalitesi, yönetim mekanizmalarının işleyiş durumları ve müteahhitlerin inşaatları ucuza getirmek için malzemeden çalmaları gibi birkaç temel sorun var. Bizde tofu-dreg proje diye bir tabir var; yani sözleşme dahilinde projeyi birine satarak başka birine veriyorsunuz, sonra o da bir başkasına veriyor. Bu tip kesintilerle, inşaatı yapacak olan firma en kötü kalite malzeme kullanmak zorunda kalıyor çünkü kendine kalan bütçe de iyice kısıtlanmış oluyor. Tofu-dreg projelerinin olduğu yerde yozlaşma vardır. Bu Çin’de yaygın bir hadise ve sanırım Türkiye’de de benzer bir durum söz konusu, aksi takdirde işler bu hale gelmezdi. Dolayısıyla böyle bir sorunu çözmek, yani önce yoksulluk ve yolsuzluk sorununu çözmek çok zor! Yoksulluk ve yolsuzluk çözülmezse insan hayatının kıymeti bilinemez. Bir sanatçı olarak bir gazeteci ve hukukçu gibi araştırmalar yapıyorum. 5 bin 219 kişinin isimlerini, doğum günlerini, canlarını verdikleri okulların sınıflarını, ev adresleri gibi bilgileri öğrendim. Bu, Çin tarihinde tek bir vatandaşın başarılı bir sivil hareket başlatmayı başardığı ilk ve muhtemelen son örnektir.

 

"Ben bir sanatçıyım ama aynı zamanda bir insanım. Kendimi ifade etme konusunda iyi olduğumu düşünüyorum ve bu ifade kendime ait bir dili, adına sanat dediğimiz şeyi keşfetmekle ilgili. Bu dili kullanan bir kişi aynı zamanda film yapımcısı, belgeselci ya da belgesel edebiyat yazarı olabilir. Bu çalışmalarının ortak özelliklerinden biri, gerçekte karşılaşılan büyük acıları kişisel ve deneyimsel bir şekilde yorumlayıp serbest bırakmak, böylece kalplerdeki acıyı ve bunalımları iletebilmektir."

 

Remembering (2008-12), Rebar and Case (2014-18), Straight (2008-12) gibi bir dizi eser üretip, 2015’te Elisabetta Cipriani London ile takı tasarımları yaptınız. Sanatsal ve entelektüel üslubunuzu eleştirel, kültürel ve politik temelde bir "Truva atı" gibi kullanıyorsunuz. Sanat söz konusu olunca (medya, tasarım ve mimarlık dahil) tam olarak misyonunuz nedir?


Ben bir sanatçıyım ama aynı zamanda bir insanım. Kendimi ifade etme konusunda iyi olduğumu düşünüyorum ve bu ifade kendime ait bir dili, adına sanat dediğimiz şeyi keşfetmekle ilgili. Bu dili kullanan bir kişi aynı zamanda film yapımcısı, belgeselci ya da belgesel edebiyat yazarı olabilir. Bu çalışmalarının ortak özelliklerinden biri, gerçekte karşılaşılan büyük acıları kişisel ve deneyimsel bir şekilde yorumlayıp serbest bırakmak, böylece kalplerdeki acıyı ve bunalımları iletebilmektir. Ben de sadece böyle bir insanım, daha çok zamanla olan ilişkimle, bu çağda diğer insanlara nasıl bir model sunabileceğimle ilgileniyorum. Bütün çabalarım ve uygulamalarım, başkalarının takip etmesi için standart bir şablon sağlamayı amaçlıyor. Başkaları bunu eleştirebilir ya da hemfikir olabilir. Bu benim için pek de önemli değil. Ben daha ziyade kendimi tamamlamaya, kendi duygularıma ve ifadelerime sadık kalmaya çalışıyorum ve bu ifadeleri etkili bir şekilde tamamlamak işlerimin temelini oluşturuyor.


Ai Weiwei, Rebar and Case, Chambers Fine Art New York, Yerleştirme görüntüsü, 2014


2013 Princeton University Press kitabınız Weiwei-isms’de siz ve editör Larry Walsh Sichuan depremi hakkında bir bölüm ayırmış ve medyadan topladığınız demeçlerle Çin hükümetini eleştirmiştiniz. Bunlardan birinde (s.56), “Sichuan felaketi ne ilk ne de en kötüsü değil. Ancak bu trajedinin tüm detayları unutulacak. Ve bir kez daha hiçbir şey olmamış gibi olacak. Eninde sonunda tüm bu felaketler birlikte tuhaf bir mucize uygarlık ve evrim yaratacaklar.” Peki, bugün laiklik, bilim ve özgürlüktense, inanç temelli otoriter bir liderlikle anılan Türkiye’nin genel seçimler öncesindeki konumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Kısaca Çin ile Türkiye arasında bir karşılaştırma yapabilir misiniz?


Türkiye’deki siyasi durum hakkında çok az şey biliyorum, bu yüzden kesin bir görüş belirtmem doğru olmaz. Merkeziyetsizleşmiş ülkeler arasında hem Türkiye’nin hem de Çin’in siyasi alanda öne çıkan ve belirgin bir role sahip olduğunu düşünüyorum. Her iki ülke hem jeopolitik açıdan, hem de dinleri veya dünya görüşleri açısından diğerlerinden, yani Avrupalı ve Amerikalı zihniyetin hakim olduğu görüş ve pozisyonlardan farklılar. Bir yandan dünyanın farklı açılardan ve farklı şekillerde yorumlanması gerekiyor, çünkü hepimiz biliyoruz ki dünyanın dağları, suları, tepeleri ve denizleri var ve hepsi farklı, tıpkı kültürler gibi. Dolayısıyla, günümüzün hızlı gelişiminin ortasında ulusal veya bölgesel bir kalkınma kimliğini sürdürebilmek ve aynı zamanda evrensel değerler olarak adlandırılan toplumsal ideallerden bazılarını benimsemek ve bunlarla bütünleşmek oldukça karmaşık bir mücadele. Çin, seçimleri ve ifade özgürlüğünü tamamen reddeden, sıkı asker ve polis kontrolü altında bir ülke. Türkiye’nin hala oldukça açık bir topluma sahip olması bakımından farklı olduğuna inanıyorum, ancak bu açık toplum kendi iç mücadelelerini farklı zamanlarda ortaya koyuyor. Bu mücadele dinle, farklı çıkar gruplarıyla ve hatta yöneticilerin iktidarı kontrol etmesiyle ilgili olabilir. Bu durumun çok uzun sürebileceğini düşünüyorum ama şartlar ne olursa olsun temel insanlık haysiyeti, yaşama ve mülk edinme hakkı ve ifade ve düşünce özgürlüğünün korunması kaçınılmaz bir sorumluluk.


Ai Weiwei, After the death of Marat, 2019


Hem Suriye hem de Türkiye sınırlarını etkileyen bu trajik felaketle kaçınılmaz olarak aklımıza Bodrum sahilinde 3 yaşında mülteci bebek Aylan Kurdi’ye atıfta bulunan, 2016’da Midilli’deki son performansınız geliyor. Şimdi yıkımın boyutu nedeniyle yine çoğu Suriyeli mülteci Suriye sınırlarına geri dönmeye çalışıyor. Yıllar sonra bu sahne karşısında kendinizi ifade edebilmek için aynı çaresizliği hissettiniz mi?


2 milyondan fazla ülkelerinden kaçan ve 3 milyondan fazla kendi ülkelerinde kalmak durumunda olan Suriyeli mülteci, dünyadaki en büyük mülteci nüfusunu oluşturuyor. Bu insanlar savaşın etkilerinden kaynaklanan en acımasız mücadeleye ve yerinden edilmeye maruz kaldılar. Suriyeli mültecilerin ortaya çıktığı dönemde, Avrupa’daki Batılı ülkeler ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından sağlanan yardım çok azdı. Mültecilerin çoğu, onlara en geniş anlamda ev sahipliği yapan komşu ülkeler Türkiye, Lübnan ve Ürdün’de yaşıyorlar hâlâ. Buralarda çok büyük sorunlar var ve her sorunda can ve mal kaybının yaşandığını görüyoruz. Türkiye’ye gelseler bile Türk vatandaşı olamıyorlar, bunun yerine geçici statüde yaşıyorlar ve bu süresiz geçici statü hayatlarını mahvedebiliyor. Savaştan Türkiye’ye kaçmak zorunda kaldılar ve Türkiye’ye kaçanların çoğu bu felakette canlarını yitirdi. Bu insanları toplumun en alt tabakasında görebilirsiniz. Kendi kendilerini defalarca sürgüne, kendi kendilerini terk etmeye maruz bırakılan kimsesizler olarak çok az seçenekleri vardı, hatta hiç seçenekleri yoktu. Ayrıcalıklı koşullarda yaşayan diğer insanların ilgisizliği ve ayrımcılığı nedeniyle başka seçenekleri yoktu. Avrupa’daki savaştan, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden, doğal bir afet gibi görünen ama aslında büyük bir insani krizin eşlik ettiği Türkiye’deki depreme kadar hadiselere baktığımızda bugün dünyanın en büyük krizinin sadece savaştan ve doğal afetlerden değil, kayıtsızlıktan ve ayrımcılıktan geldiğinin farkına varmalıyız.


Ai Weiwei, Still Life, 1993-2000

Bazı “anahtar kelimeler” sanatınıza ve kariyerinize ilişkin herhangi bir otorite tartışması ve eleştirisi durumunda her zaman bir tür alarm verir gibiler: Yaşamın “kırılganlığı” ve düzen yapı(lar)ı*, “yaşamın” amacı ve “anıt”** ile mesaj olarak “medyum”***. Peki etik ve estetik emeğinizi ve hayal gücü yeteneğinizi bir tür canlı Orwellci, mahpus küre üzerinden kamusal gerçekliği kışkırtmak için mi bir araya topluyorsunuz?


Çok çaresiz veya sesli bir birey olduğumu söyleyebilirim. Toplumun muazzam gücü karşısında elimden geldiğince sesimi duyurmaya ve sanat dediğimiz şeyle kendimi ifade etmek için enerjimi maksimumda kullanmaya çalışıyorum. Toplum çoğunluğun duygularını ve iradesini taşıdığı için bazen güçlü görünür, ancak çoğu durumda zayıftır çünkü bir bütün olarak kayıtsız ve ilgisizdir. Bu yüzden kendimi ifade etmek için sesimi yükseltmeye devam edeceğim.


 

"Ne zaman bir şey olsa ve gerçek gizlenip değiştirilse, anılarımız etkili bir şekilde kaybolur, bu nedenle unutmayı reddetmek, hatalarımızdan ders çıkarmamızı ve gerçeği tanımamızı sağlayan ilk şeylerden biridir."

 

Sansürler, darbeler veya şaibeli seçimler, dezenformasyon ve PR kampanyaları vb. tarafından her an sarsılma tehditi altında olan parlamentolar, devrimler, STK’lar gibi “bağımsız” demokratik sistemleri göz önüne alırsak, dünyanın kesintisiz, tekinsiz sismik konumu ile ona karşı “hayatta kalma yöntemleri” arasında eleştirel bir benzetme yapabilir misiniz? Kısacası ‘Weiweism’lerinizi de oluşturduğunuz gibi, var olma haklarımızı biriktirmek ve eşit olarak paylaşmak için kişisel Hayatta Kalma Kiti içeriklerimiz neler olabilir?


Bu değerin gerçekten var olabilmesi için insanın hayattaki varlığının değerini sürekli keşfetmesi ve bu değeri etkili bir şekilde ifade etmesi gerektiğini düşünüyorum. Keşif ve ifade entegre bir haldedir. Kendimizi ifade etmezsek, hayatımızı haksız yere yaşadığımızı söylemek boş bir laf olur çünkü birey gerçekten var olmamıştır. Bu yüzden bireyler ifade biçimlerine ihtiyaç duyar, bu bir seçim değildir, bireyin varoluşunun temel koşuludur. Bu durumda ifade kaçınılmaz bir sorumluluk haline gelir.


Ai Weiwei, Straight, 2008-2012, Royal Academy of Art, Yerleştirme görüntüsü, Londra, 2015


Sichuan depreminin 10. yıldönümünde The Art Newspaper’a şöyle demiştiniz: “...Hakikatin olmadığı yerde adalet de olmaz. Bireyler sürekli bir hayatta kalma, unutmaya karşı mücadele etme mücadelesi içindeler. Hafıza, her iki taraf için de bir ölüm kalım meselesi. Öğrendiğimiz bir şey varsa, o da yozlaşmış bir sistemin kendisi tehlikenin nedeni olsa bile nasıl hayatta kalabileceği ve gelişebileceğidir. Bu toplumlar, bireylerin kişisel sorumluluk üstlenmeleri için hiçbir alan bırakmaz. Sonuç basit: sahip olduğunuz sınırlı özgürlükten vazgeçin ya da kaybedin.” 2008-2012 yılları arasındaki Sichuan merkezli sanat eserleriniz ve deneyimlerinizin ardından, 2013 yılında Wenchuan’da Çinli mimarlar Cai Yongjie ve Cao Ye tarafından bir Deprem Müzesi ve Parkı**** açıldı. Mümkünse genel olarak müze ve tasarımı ile ilgili gözlemlerinizi veya eleştirilerinizi alabilir miyiz?


Üzgünüm, bu Wenchuan Deprem Müzesi ve Parkı hakkında hiçbir şey bilmiyorum ama devlet tarafından tanınan bir binaysa, o zaman depremin gerçeklerini büyük ölçüde perdelemiş olmalı. Bu gerçekler, hükümete defalarca sorduğumuz bazı temel bilgileri içeriyor. Hükümet böyle bir müzenin varlığına izin verdiyse, Çin’de olan her şeyde olduğu gibi, Çin Komünist Partisi ve Çin hükümetinin depremi nasıl etkin olarak yönettiği ile ilgili hünerlerine dair bir vitrin haline gelecektir. Ses çıkarmaya kalkarsan ve rejimin meşruiyetini yüceltecek bir ses çıkarmazsan, iktidar seni yok eder.


Remembering, Haus der Kunst, Munich 2009


Sizce Dünya Tarihine baktığımızda dehşet verici tüm ekolojik ve insani sonuçlara rağmen, yakın gelecekte siyasi haritalar veya dini haritalar coğrafi harita karşısında başarısız olabilir mi?


Tarihe bakacak olursak, insanlık her zaman birbiri ardına gelen felaketler karşısında farkındalık kazanmış, ancak sonrasında daha büyük krizlere doğru kaymış ve daha büyük zorluklarla karşı karşıya kalmıştır. Dolayısıyla bu açıdan bakıldığında, insanlık sözde bir özgürlük durumuna ulaşamaz, sadece sayısız hata arasından nispeten iyi bir seçim yapabilir, bu yüzden bunların hepsi görecelidir. İdeal bir durum ve gidişat olabileceğini düşünmüyorum.

Ai Weiwei, Snake Ceiling, 2009, National Gallery in Prague, Yerleştirme görüntüsü, 2017


Bir dayanışma sembolü olarak mümkünse bir eskiz, fotoğraf ya da istediğiniz herhangi bir şey içinde yaratıcı dilinizle bize kendinizi ifade etmek ister misiniz?


Böyle bir şey yapmak çok gamsız ve politik olarak doğru olurdu. Kızının solgun elini beton levhanın altında tutan baba gibi, Türkiye’de mağdur olanların acısını ve saatler sonra o gencecik canları kurtaran Türk halkının sevincini her zaman hissedeceğim. Bu sıradan insanların yaşam arayışlarındaki azimlerine büyük saygı duyuyorum. Acılarından sıyrılabileceklerine de inanıyorum. Aynı zamanda dünyadaki herkesi Türkiye’de yaşananları kendi anne babalarının, kardeşlerinin ızdırabı olarak görmeye ve yardım eli uzatmaya çağırıyorum. Bu başkalarına yardım etmek değil, kendinize yardım etmektir



bottom of page