top of page

Gökyüzü olarak bakmak


Arte Sanat’ta 17 Ocak - 12 Şubat tarihleri arasında gerçekleşen Aslı Işıksal sergisi Dilsiz Dünya biraz takılıp kalmakla, ısrar etmekle alakalı, biraz da modern kültürümüzün “nesne” dediği o şeyin akışkanlığıyla, tabir yerindeyse nelere kadir olduğuyla alakalı.

Aslı Işıksal, Dilsiz Dünya - Blank Earth Serisi 22, 120 x 80 cm, Aquaboard üzerine Kalem, 2016 Fotoğraf: Aslı Işıksal

Giriş paragrafında bahsedilen bu iki bakış açısı belki de bir bütün haline gelerek serginin dilsiz yoluna doğru ilerliyor olabilirler. Zira buradan hem eylemin, kişisel bir eylem olarak (eyleyebilme imkanı olarak) özünde politik yapısına hem de sadece bulut olan bulutların nasıl da sadece bulut olarak bin bir şeye dönüşebildiklerine ulaşmak mümkün gibi görünüyor. Birden bire peyzaj kategorisinin bir diğer öğelerine, basitçe doğa kesitlerine dönüşebilecekken, ısrarla gökyüzüne bakmak doğaya bakmaktan, yakından tanıdığımız o “taklit”ten öte bir konuma yerleştiriyor kendisini: “Doğa ile” oluyor, hatta doğadan kendisine bakıyor. Aslı Işıksal’ın da sergi bülteninde yazdığı şu cümleye ulaşıyor bu fikir:

“Sessizliğe gömülmüş bu haritada, çağlar öncesinden günümüze uzanan dünyanın var olma hikayesini okumak mümkün.”

Fakat ufak ve gerekli bir ayrım olarak, nesnel bir gerçeklik değil dert. Daha çok zıt gibi görünen iki aynı şeyin -bu sergideki haliyle gökyüzüne bakan ile gökyüzü arasındaki takıntının- kıvılcımında ortaya çıkan, üzerine gidilmesi sanatçısı için artık bir ödev olan “mümkünlük” sorusu, cevap haline gelmeye başlıyor. Dilsiz Dünya’nın, dünyanın dilsiz tarafıyla, Aslı Işıksal’ın tanımıyla “bölgelerin, ülkelerin, şehirlerin, isimlerin, sınırların yer almadığı” tarafıyla paralelliği de doğru/yanlış ikiliğinin ötesinde bulunmasında yatıyor. Aynı anda, ilginçtir ki, dilsiz olan, dillerin kurduğu dünyanın etkileriyle de yeniden şekilleniyor sanatçının baktığı gökyüzünde fakat kendine has bir biçimde. Bir nevi, kendi dilini dayatıyor.

Aslı Işıksal, Dilsiz Dünya - Blank Earth Serisi 10, 30 x 35 cm, Ahşap üzerine çivi, 2016 Fotoğraf: Aslı Işıksal

Peki, sadece eylem denen şeyin politikliği, sadece bulut, sadece bakmak, ısrar etmek… Ne demek bunlar?

Sergi boyunca gözden kaçamayacak kadar belli olan ısrarın bu yazıda bulunmasını sağlayan tavır, gökyüzüne, bulutlara doğru gitmek ve bunu (bu eylemi) her şekilde yeniden yaratmaya çalışmak etrafında dönüyor. Çivilerle, buruşturulmuş kağıtla, fotoğrafla, video ile, bir sürü çeşitli teknikle veya en tanıdık şekilde çizmekle, boyamakla ortaya çıkan çeşit çeşit gökyüzü kalıntıları/anıları var. Baştaki ısrarın cesaret ettiği şey, gökyüzünü garip bir yolla özgür kılıyor. Dilsiz Dünya’nın bulutları güzel göründükleri kadar çirkin de görünüyorlar. Hatta patlayan bombaların yarattığı devasa bulutlar, gökyüzüyle yarışır gibi görünseler de, bir başka katmanda gökyüzü oluyorlar artık ister istemez. Bu, gökyüzünün sonunda özgür kılınması fikri ile birlikte düşünüldüğünde, şu anlama geliyor: Yukarıda koca bir bellek, sanatçısıyla birlikte keşfedilmekte, devinmekte. Ve bir yerden sonra şu fark belirmeye başlıyor: Haritadaki sınırlar örneğin, öyle şekillerde görünür hale geliyorlar ki veya bir kağıt parçası öyle bir şekilde buruşuyor ki, gökyüzüne bakmak basitçe “yukarıya bakmak” değil, “gökyüzü olarak bakmak” oluyor. Ama bu, haliyle gökyüzünün yerine geçmekten uzakta.

“Neden gökyüzü?” ise sistematik düşüncenin pek de giriş izninin olmadığı o özel alanın, öznelliğin kabulü ve -yine- ısrarında yatıyor. Aslı Işıksal da zaten bu anlamda “dert” denecek şeyin kendisi için “kendilik meselesi” olduğunu söylüyor sorduğumda. Yani asıl dert, bir durumun değişmiş halinin, hatta daha gündelik bir tabirle daha iyiye gitmiş halinin tasavvuru değil, o durumu değiştirecek olan bilincin ortaya çıkması, paylaşılabilmesi. Bu ise önkoşulsuz bir düşünceyi istiyor ve amacın belli oluş durumunda kaynaklanan araçsallıkları aşmayı denediğinden ötürü belki de, samimi bir eylemin politik tavrını taşıyor üzerinde.

Aslı Işıksal, Dilsiz Dünya - Blank Earth Serisi 41, Video imaj, 2016 Fotoğraf: Aslı Işıksal

Ortaya çıkan şeylerin her ne olursa olsun sadece bulut olmaları, sadece gökyüzü olmaları konusundaki benim ısrarım ise bir ikiliğin o “sadece” tarafını göstermeye çalışmakla ilgili. Bir patlamanın bulutu, dili olan dünyadan kurtulmuş gibi yapamayacağımız için, gökyüzündeki diğer bulutlar kadar masum görünmüyorlar belki. Fakat Dilsiz Dünya, her iki bulutu da aynı varlık katmanında gösteriyor neredeyse. Bu garip kontrastın bir taraftan şans eseri bir şekilde karşı karşıya gelmediğini biliyoruz ama ilginç olan diğer tarafta da da sorumluluk üstlenmiyor, sadece oluyor. Sorumluluğun nesnede oluşması ve kendiliğindenliği zaten dilsiz bir dünyayı mümkün kılabiliyor. Yeryüzünün tezahürü gökyüzünde ve gökyüzünden mümkün kılınıyor ya da. Her şekilde, öznel bir tutumun, gün ışığında görünür hale geldiğinin izleri var Dilsiz Dünya’da. Sessiz sedasız bir masal anlatıyor. Düşündürmemek gibi bir şansı yok fakat düşündürmekten öte bir bilinci paylaşıyor. Aslına bakarsanız, çıt çıkarmıyor.

bottom of page