top of page

Gerçeküstünün sularında gezerken bir arşiv yaratmak


24 Temmuz 1933'te İstanbul, Fatih'te, her ikisi de Anadolu göçmeni olan ve fabrika işçisi olarak çalışan bir çiftin dört çocuğundan ikincisi olarak dünyaya gelen Yüksel Arslan, 84 yıl süren ömrünün yarısından fazlasını geçirdiği şehir olan Paris'te 20 Nisan 2017 Perşembe günü hayata gözlerini yumdu. Özge Yılmaz sanatçıya bir veda yazısı kaleme aldı.

Yüksel Arslan, Le Capital Serisi, 1975 kitabından

Yüksel Arslan’ın ölüm haberi, yıllardır yaşadığı Paris’ten doğduğu İstanbul’a ulaştığından beri sanatıyla ilgili yazılar yazılıyor, cümleler kuruluyor... Çok okunan gazetelerin yetersiz sıfat tamlamasıyla “ünlü ressam;” benim için “nev-i şahsına münhasır bir entelektüel”di Arslan. Bambaşka bir âlim, bambaşka bir âlemdi. Yapıtında her zaman metinden beslenen, Marx’dan Sade’a, Nietzsche’den Bataille’a farklı referans noktalarından yola çıkıp her defasında ortaya yeni bir külliyat koyan bir sanatçı, Ferit Edgü’nün kendisine yakıştırdığı tabirle bir “çizer-yazar”dı.

Arslan, konu ve malzeme seçimiyle her zaman egemen sanat trendlerinin dışında kalmayı tercih eden bir isim oldu. 1955’te Maya Galerisi’nde açtığı ilk sergisi İlişki, Davranış, Sıkıntılara Övgü haricinde hiç hazır boya ve tuval kullanmayan Arslan, kendine özgü tekniğiyle yaptığı ve tek rengin tonlarını kullandığı arture’lerinde, kendi bedensel dışkılarını da boya malzemesi olarak kullanmış ve bu teknikle ilgili olarak 1975 yılında şunları söylemiştir:

"1950-1953 yıllarında, bilinen yollarda yaptığım çalışmaları (yani yağlıboya, pastel, guaş, suluboya, vb.) yok ettikten sonra, yakın çevremde, İstanbul'da yaşadığım dış mahallede kolayca bulabildiğim ve doğal renkler adını verdiğim malzemeyi kullanmak gibi güzel bir fikir geldi aklıma. Böylece otları, çiçekleri, taşları, tuğla parçalarını ezerek çalışmaya başladım. 1955'te prehistorya sanatı üzerine bir kitapta hazır bir reçeteye rastladım: Toprak, bal, yumurta akı, ilik, yağ, kan ve benzeri. O zamandan beri kâğıt üzerine bu teknikle çalışıyorum, tabii onu yetkinleştirerek.”*

Yüksel Arslan, Le Capital Serisi, 1975 kitabından

Arslan’ın kullandığı atık malzemeler salt bir teknik fark yaratmakla kalmaz. Bedenden ve doğadan gelen bu renkler, biçimsel olarak defalarca parçalara ayırdığı insan bedeni üzerine yeni bir katman ekleyerek patos’unu güçlendirmiştir. Arslan’ın kendine özgülüğü boyayla sınırlı değildir elbette. Çok genç yaşlarında çizimlerini art (sanat) kelimesine Franzsıcadaki “ure” ekini getirmesiyle yarattığı arture sözcüğüyle vaftiz eder ve hayatının sonuna dek arture’leri üzerinden yorumlar dünyayı.

Yüksel Arslan, Le Capital Serisi, 1975 kitabından

Yüksel Arslan, 1969-75 yılları arasında Das Kapital'i resimleyerek bireyin ve dolayısıyla bireyin bedeninin, kapitalizmin dişlileri arasında ezilirken aldığı yaraları görselleştirmiştir. 30 arture’den oluşan bu seri, 1975’te Fransa’da kitap olarak da yayımlanmıştır. Sanatçı, 1975-79 yılları arasındaysa Kapital'in Güncelleştirilmesi Denemesi serisi üzerine çalışmıştır. Arslan’ın doğal malzemelerle resmettiği Das Kapital’i bana yüzyıllar öncesinde benzer boyalar ve renklerle -kuvvetle muhtemel- İpek Yolu’nu resmetmiş olan başka bir ademi, Mehmed Siyah Kalem’i çağrıştırmıştır hep. Siyah Kalem minyatürlerinin, üslupsal olarak Yüksel Arslan’ın tüm işleri üzerinde yarattığı derin etkiyi hissetmemek mümkün değildir aslında. Toprak tonlarındaki güçlü ve -kimi zaman- gerçeküstü çizimleri ve özellikle de gerçeküstünün sularında gezerken aynı anda gündelik hayata dair bir arşiv yaratmayı başarmasıyla rahatlıkla gözlemlenebilir.

Yüksel Arslan, Le Capital Serisi, 1975 kitabından

Arslan, Kapital’in ardından odağını bireye çevirmiştir. Freud ve Jung çözümlemeleri üzerine de çalışmış; bilinçdışı, psikanaliz ve hipnozla ilgili işler üretmiş; güçlü cinsel imgelere sıklıkla başvurmuştur. Gerçeküstücü olarak tanımlayabileceğimiz Yüksel Arslan resmi, Sade ve Artaud’dan da büyük izler taşır. Sanatçı, Oparin’den ilhamla 1986 - 2000 yılları arasında çalıştığı L’homme (İnsan) serisinde tekhücreli canlılardan, yosunlardan yola çıkıp insana ulaşmış, dahası insanın ruhsal ve zihinsel hastalıklarını da konu edinmiştir. Seriden Arture 424, L’Homme 65 “Hypnose” kadın ve erkek bedeninin parçalarıyla; Arture 401 L'Homme XLII ise cinsel organlar, insanlar, hayvanlar arası ve zoofil cinsel ilişki çizimleriyle, Arslan’ın yapıtında cinsellik ve beden kavramlarının başat örnekleri arasında yer almaktadır. Arslan’ın bu döneminde kendisini sanatçıdan ziyade bir bilim insanı olarak tanımladığını da biliyoruz. Dost sohbetlerinde ortaya konan bu tanım, kuşkusuz Arslan’ın çizimlerini bir araştırma alanı olarak görmesiyle de ilgilidir. Kusursuz anatomik çizimler değildir Arslan’ınkiler ama sanat, edebiyat, biyoloji ve psikiyatriyi çok iyi okumuş bir sanatçının düşünsel izdüşümleridir.

Yüksel Arslan, Arture 55, Kağıt üzerine karışık teknik

Yüksel Arslan, Arture 401, L'Homme XLII, Kağıt üzerine karışık teknik

Arslan’ın Freud çalışmalarının bir sonucu olarak sanatında sıklıkla rastlanılan fallus imgesi, arture’lerinde salt bir fetiş olarak yer almaz. Cami minarelerini fallus olarak çizdiği arture’lerinde, mimari kültürün bütünündeki çağrışımlarla birlikte fallusu sosyalleştirir. Fallusun, kültürün tümündeki estetik organizasyonda gizlice yerleştirildiğini ortaya koyar ve kolektif bilince kazınmış erkek egemen cinselliği görselleştirir. Arslan, bütünsel yapıtıyla bireyin bedeninden topluma giden ve toplumdan yine bireye dönen eril bir cinsellik çemberini ortaya çıkarmıştır.

Yüksel Arslan, Arture 72, Wa ist arture, Kağıt üzerine karışık teknik, 1965

2000 - 2005 yılları arasında çalıştığı Yeni Etkiler serisinde şair, yazar ve düşünürleri çizer Arslan. Ressamlardan, resimden uzak durduğu gibi yine bilhassa uzak durmuştur. Arture’leri, sanat hayatı boyunca teksti esas alarak çizmiş olan Arslan’ın kendi yarattığı bir dil ve belki de bir arayüz olarak tanımlayabiliriz. Arslan bireyi, toplumu, kozmosu ve var oluşun gizemlerini araştırdığı bu dille, kendisini 20. yüzyılın “sanatçı” mitosundan başka bir yerde konumlamıştır. Sanat dünyasının dişlilerinden uzaktaki bu yer, tarih öncesindeki bir karışımla yaratılan bir boyayla kendine ait ve güncel bir anlatı yaratmanın, tek hücreli bir canlıya ve insanın sinir sitemine dair çizimler yapmanın ve yüzyıllar öncesinde kalmış esrarlı minyatürlerin ruhunu Marx ve Engels’e üflemenin yeridir.

* Yüksel Arslan , Le Capital Sergi Kataloğu, Dirimart, İstanbul, 2002

bottom of page