top of page

Genç kuşak galericiler VI


Space Debris, beş yıl önce Karaköy’de kurulan bir sanat mekânı. Ancak bir süredir çalışmalarını Orjin Sanat’ta düzenledikleri sergilerle sürdürüyorlar. Galeri formatı dışında farklı bir oluşum arayışı içinde, “başıboş yıldız tozları ve yörüngeden çıkmış gezegen parçalarının etkileşimi” anlamına gelen ismi gibi gezici, hareketli bir yapı kısacası. Kurucusu Seyhan Musaoğlu ile İstanbul ve New York’tan ilhamlar taşıyan oluşumunu konuştuk

1811 kelime

Seyhan Musaoğlu, Fotoğraf: Elif Kamışlı

Galeriniz nasıl kuruldu, başlangıç hikâyeniz nedir, sizi böyle bir yer açmaya iten sebepler nelerdi?

Space Debris’in hikâyesi Kessler Sendromu denilen bir teoriden esinlenerek doğdu. Kessler sendromunda “uzay enkazı” olarak adlandırdığımız, dünyanın etrafında birikmiş başı boş yıldız tozlarının, yörüngeden çıkmış uydu ve gezegen parçalarının birbirlerine rastladığında bir etkileşim haline geçme anında yeni bir yörünge yaratabilme olasılığından bahseder. Debris’i İstanbul’da açtığım zaman ülke de bir değişim sürecindeydi, gerek politik, gerek ekonomik ve duygusal anlamda bir enkaz durumu yaşanıyordu. Bir enkazın birbirine teğet geçme ihtimalinde yeni bir yörünge yaratma olasılığı hoşuma gitti. Bulunduğumuz durumu yaratıcı üretim ve yapıcı diyalogla desteklediğimizde bize iyi gelir mi sorusunu görmek istedim. Space Debris 2014 senesi başında faaliyet göstermeye başladı ve o zamandan bugüne yaklaşık 48 sergi, 30 performans, etkinlik ve birçok yurtiçi ve yurtdışı işbirliği gerçekleştirdi.

Sanat adına bağımsız bir alan yaratmak uzun zamandır kurguladığım, arzuladığım bir olguydu. Sanatçıların bağımsız üretme süreçlerine öncelik veren, kolektif bir paylaşım platformu kurmak benim hayalimdi. New York’ta yaşadığım süre içerisinde orada deneyimlediğim ortak bağımsız sanat alanları yaşamımın kalitesini artıran öğelerdi. İstanbul’da böyle bir alan yaratabilir miyiz, ortak yapıcı bir diyalog oluşturma ihtiyacı, sanatın iyileştirici gücüne inancım, Space Debris’i burada açmaya iten sebeplerdi diyebilirim.

Kuruluşumuzdan beri altını çizdiğim bir nokta var, o da yaratıcı olanın homojen bir şekilde kalamayacağı. Sanat eğer toplumun dışavurumunu dile getiren, ona ayna tutarken, yansımasıyla yasam kalitesini artıran bir meta ise -ki bu böyle olmalı- kendini olabildiğince heterojen ve değişime açık tutmalıdır ki bu dinamikliği ve hayat karmaşası içinde yok olmaya yüz tutmuş o güzel olguları takdir etme ve değer biçme hissini elde tutabilsin.

Bu nedenle Space Debris’in klasik galericilik anlayışından farklı, kolektif fikre önem veren, sanatçı inisiyatifi ruhunda ve bir galeri ciddiyetinde çalışan ortak bir alan olmasına özen göstererek ilerledim.

Sanatla ilgilenmeye nasıl başladınız ve galericilik alanına yönelmeniz nasıl oldu?

Kızılderililer şiirlerine anerka derler. Anerka aynı zamanda nefes anlamına gelir. Onlar için şiir bir soluk kadar gereklidir. Sanat da benim için nefes almak gibi. Bu isi profesyonel olarak yapmaya karar vermek elbette çok zor ve riskli bir tercihti, fakat sanatın hayata olan bakış açımı ne denli olumlu etkilediğini gördükçe benim için yaşam bicimi haline geldi ve bırakmak istemedim. Sonuç olarak en iyi bildiğim şeyi yapıyorum.

Boston, Massachusetts’teki Brandeis Üniversitesi’nde resim ve tiyatro çift anadal ve felsefe okuduktan sonra iki sene aynı üniversitenin resim ve heykel derslerinde eğitim görevlisi olarak çalıştım. Yüksek lisansımı New York’taki Parson the New School of Design and Technology’de tamamladım. Çalışmalarımda performans ve medya sanatlarına yöneldiğim o dönemde, bir yandan kendi işlerimi sergilerken, bir yandan da fakülteden arkadaşlarımla farklı sergi organizasyonları da düzenlemeye başladım. Farklı disiplinlerden enstalasyonlar ve performanslar barındıran {S0NiK} Festivali gerçekleştirdim ve dört sene devam ettirdim. Aynı zamanda New York’taki bir galerinin de sanat yönetmenliğini üstlendim. 2014’te İstanbul da Space Debris’i kurmamla birlikte burada da farklı kurumsal sanat mekânlarına bağımsız danışmanlık ve küratörlükler yaptım.

New York’ta çalıştığım sure boyunca hem sanatçı olarak hem de çalıştığım galeri ilişkisiyle çok farklı ve özel deneyimler elde etme fırsatım oldu. Bunların arasında Whitney Museum of American Art, Performa gibi kurumlar ve şehrin çeşitli yerlerinde organize ettiğim ya da bulunduğum sergilerin etkisi büyüktür.

Ve bu deneyimleri kendi kurabileceğim bir alanda paylaşabilme imkanımı keşfettiğimde, gerisi Space Debris’in oluşmasıyla birlikte gelişti.

Kendinize ait bir galeriniz olması isteğiniz nasıl ortaya çıktı?

İstekten çok, ortaya çıkan ihtiyaçları değerlendirmem sonucu bu noktaya evrildim. Ben bir sanat aşığıyım. Varlığının mutlak olması gerekliliğine inanıyorum. Eksikliklerini gördüğüm bir ortamda, olması gerekenleri sağlamak için nasıl katkıda bulunulabilirim gibi bir ihtiyaçta doğan pragmatik bir çözümdü. Olması gerektiği gibi olduğunu düşünmüyorsan, olması gerekenler için bağımsız nefes alabilen mekânlar yaratacaksın. Kurban olmayı reddedip, bulunduğun durumdaki dezavantajları, çalışabilir bir olumluluğa çevirmeyi tercih ettim. Benim istediğim, klasik galericilik anlayışındaki, sanatı ideal alanların içerisine sıkıştırmak değil, mevcut alanlara dair konuşan sanat eserleriyle seyircinin buluşmasını sağlamaktı.

Beraber çalışacağınız / çalıştığınız isimleri nasıl görüyorsunuz, nasıl seçiyorsunuz?

Space Debris’in de misyonunda var olan sanatçı ve sanata meraklı herkesin gelip deneyimleyebileceği fluxus/happening çerçevesi içinde çok yönlü bir sanat mekânı olması. Deneyimlerin ve birikimlerin paylaşımıyla değişerek büyümek ve çok yönlü, çok disiplinli çalışmalar üretmek Space Debris’in önceliğinde. Kavramsal çerçeveler içinde çalışıp, sınırlarını zorlamak ve fikirleri diyaloglarla geliştirmek projelere yon veren en önemli noktalardan biri. En önemli kriterlerden biri de bir sanatçının çok yönlü olması ve sanat deneyiminin her duyuya hitap eden bir olgu olduğunu anlaması, kısacası var olan kutunun dışında düşünen bireyler. Eğer bu bir ressamsa bile resmini yaparken beslendiği öğeler için çok çeşitli olması farklı medyumları kullanması ve hatta denemesi. Yenilikçi ve yeni medya sanatlarına yönelen, sanatın yasam ritüeli içindeki önemini anlayan ve bunu uygulayan, performatifliğini kendi parçasıymış gibi farkında olmadan yaratan sanatçılarla çalışmak önceliğimiz. Ve beraber hayal kurabilmek…

Çalışmak istediğim sanatçılar genelde işlerini en az iki sene takip ettiğim, kişiler oluyor. Bunun haricinde kolektif ruha önem verdiğimden tabii ki dışardan gelen projeleri de değerlendiriyorum

Size göre günümüz Türkiyesinin sanat ortamında galerilerin nasıl bir yeri var?

Bence bu soru iki taraflı, kişinin/sanatçının ve piyasadan galeriden ne beklediğine göre de değişiyor. Ben de çoğu zaman bu soruyu soruyorum açıkçası. Şeffaf bir alan yaratamadığımız için piyasa olarak değerlendirmek de güçleşiyor. Ülkemizin şansızlığı sanat alanında fon desteğinin çok sınırlı sayıda olması, bu nedenle de yapılanmalar çok zorlanıyor. Fakat bir yandan da bu durum, bireyleri yaratıcı süreçler üretmeye zorladığı için Türkiye’de bağımsız olarak sanat alanında çok güzel işler çıkaran birçok kişisel girişim de görüyoruz. Bu açıdan benim için Türkiye çok heyecanlı bir yer, dinamik ve her an her şeye açık bir yapısı var. Tabii zaman zaman gerek ekonomik, gerek siyasi belirsizlikler buna sekte vuruyor.

Galericiliği nasıl tanımlıyorsunuz, sanat dünyasında nasıl bir yere oturuyor sizin için?

Galericilik usulünce yapıldığında sanatçıyı dünyaya tanıtan önemli bir konumda. Sanatçı ile galeri arasındaki ilişki çok önemli, adeta bir evlilik gibi. Dolayısıyla iki tarafın da söylemlerinin, durusunun ve ortak bir vizyona sahip olmasının önemli bir yeri var. Galeri sanatçının vizyonunu destekleyip onun gelişmesine yardım etme pozisyonundayken aynı zamanda kendi vizyonunu sağlam yapılandırması ve kendine ait bir tarz oluşturması gibi bir misyonu olmalı. Farklı, yaratıcı çözümlere alan açıp ve değişken piyasaya adapte olabilen deneysel yöntemlere de cesaretlendirebilen bir yapıda. Doğru bir yapılanma ve ortak vizyonlar geliştirdiğinde sanatçı ve galeri sanat dünyasında kalıcı bir yer edinmek adına başarılı bir ikili oluyor. Bu durum için iki tarafın da üzerine düşen görevleri yapması mühim. Tabii etkileşim üzerinden çalışan bir olduğu için de zaman içinde evirilmesi ve değişmesi kaçınılmaz oluyor.

Size göre bu formun evrileceği bir yer veya ilerleyeceği bir alan var mı?

Kesinlikle... Space Debris’i alışılagelmiş “beyaz küp galeri” anlayışından ziyade, flux halinde bir deneyim mekânı olarak kurgulamam tam da bu nedenden. Son zamanlarda, süregelen ekonomik olumsuzluklarla birlikte klasikleşmiş ticari galeri modelinin işlemediğini görüyoruz. Sadece Türkiye’de değil yetkin sanat piyasalarında da gördüğümüz bir durum bu. Yutucu bir fuar piyasası, kiralara ve bu fuarlara harcanan büyük meblağlar, her şey bu mesleği yaralar nitelikte. Örneğin sanat eleştirmeni Jerry Saltz sanat fuarlarını desteklemediğini ve faydasız gördüğünü yazıyor.

Tüm bu nedenler galericiliğin artık başka alanlara everileceğinin kanıtı. Nitekim bu oluşum başlamış durumda; artık mekânsız galericilikten, kolektif sanatçı mekânlarından, koleksiyonlar kurumsal alanlar yaratmasından daha çok bahseder olduk.

Bence artık sanattaki değerlerin oluşturulduğu mekanizmalar gözden geçirilmeli ve sanatın doğduğu ortama adapte olabilen bir akışta ilerlemeli. Bu gerçeği görmeden sanatın nabzını tutmaya çalışanlar sanat piyasasını da olumsuz etkiliyor.

İnsanların ilham almaya, etkilenmeye, kültürel değerleri fark etmeye, sanatı anlamaya ve konuşmaya ihtiyaçları var. Bu yüzden galerilerin sanatın farklı bağımsız alanlara evirilmesini desteklemesi zaruri. Klasik modelin dışında bağımsız alanlar yaratma çabaları artacak. Sanatçı inisiyatiflerinin gerekliliği daha çok açığa çıkacak. Çünkü ne zaman sanatçı kendini kapattığı stüdyosundan dışarı çıkıp eserini paylaşmak için alternatifler aramaya başlar, iste o zaman sanatçı toplumla samimi bir diyaloğa girip bir farkındalık yaratmaya ve sanatı daha erişebilir kılar. İşte bu yüzden önemlidir inisiyatifler. İnisiyatif olmak zaten kendi içine bağımsız olmayı gerektirir. Benim de kendi kariyerimde, sanatçılıktan kendi mekânımı açmaya yönlendiren bu farkındalık olmuştur.

Türkiye’de geçmiş dönemde mesleğinizi yapanlarla aranızda nasıl bir bağ var, kimleri örnek alıyorsunuz, kimlerle ilişki kuruyorsunuz?

Bizim mesleğimizin en önemli kısmı iletişim ve diyalog. Dolayısıyla iletişim içinde olup farklı fikirleri değerlendirmeye, açığa çıkarmaya çok özen gösteriyorum. Kendi alanımdaki her kuşaktan meslektaşımla fikir alışverişinde bulunurum. Birlikte çalışmanın, büyümenin, değişmenin, kısacası iş birliğinin gücüne inanıyorum ve özellikle sanat gibi niş bir alanda ayakta kalabilmek için mutlak bir gereklilik olduğunu düşünüyorum.

Bu nedenle Space Debris in geçmişinde gerek kurumlar gerek bireyler olsun bir çok işbirlikçi proje görürsünüz. Bu şekilde çalışmayı reddeden kişi ve kurumların uzun vadede ayakta kalacağını da düşünmüyorum. Örnek aldığım kişilerden özgün deneyim imkânları yaratan alanlar var. Örneğin New York’taki Kitchen Gallery, Cave Art Space ya da birkaç sene öncesine kadar aktif olan Death by Audio.

Kurulduğunuz zamandan bugüne Türkiye’de sanat ortamının geçtiği süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gelir dağılımının adil olmadığı, sürekli ekonomik krizin içinde debelenen ve sürekli birbirine geçimsizliği hatırlatan bir toplum içinde, en önce etkilenen piyasa ortamı sanat oluyor. Kâr gütmeyen kurum olgusunun tam olarak anlaşılmadığı, bürokratik olarak zaten yer edinemediği bir ortamda, sanata ayrılan fonlar da neredeyse hiç yok kadar az, bu nedenle Türkiye’de sanat üretiminin içinde bulunmak yaratıcı çözümler bulmayı gerektiriyor ve gelişmeler çok yavaş ilerliyor.

Birçok gelişimin olmasıyla beraber, hala olgunlaşması gerektiğini düşündüğüm birkaç durum var. Sanat danışmanlığı pratiği daha yaygın olmalı, sanat takipçisi olgusu biraz daha oturmalı. Sanata dair bir zevk oluşturulması fikrinin daha yaygınlaşması gerekiyor. Günümüzde hala sergiye gitmekten çekinen, sanatı elitizm olarak algılayan bir çoğunluk var. Bu olgu yerine sanat etkinliklerinin herkesle paylaşılabilen bir deneyim olması gerekliliğini daha çok savunmalıyız.

Space Debris’in güncel çalışma formu nasıldır? Mekândan bağımsız mısınız? Nasıl ilerliyor?

Son beş senedir Karaköy’deki yerimizden devam ediyorduk. Geçen sene Karaköy ile eşzamanlı Orjin’deki sanat galerisinde dört sergilik bir seriye başladık. Orjin Sanat’ta Space Debris olarak bir buçuk ayda bir değişen karma sergiler organize ediyoruz. Ayrıca proje bazlı, başka mekânlarda da çalışmalarımız sürüyor. Farklı alanları değerlendirip o mekânın ruhuna göre de iş yapmak çok heyecanlandırıyor. Örneğin exhibist magazin kurucu direktörü Anna Zizlsperger ile gerçekleştirdiğimiz Beyoğlu Surp Yerortutyun Kilisesi’nde yaptığımız trans-ID projesi.

Yeni ifade biçimleri bulmak benim için çok önemli. Görsel iletişimin çok hızlı olduğu ama bir yandan da aşırı hızlı tüketildiği bir dönemde yaşıyoruz. Bu nedenle gündeme adapte olan farklı söylemler bulmak çok önemli. The wrong Yeni Dijital Sanat Bienali’nin tek temsilciliğini Space Debris yapıyor. Geçen sene Mehmet Öğüt ile yaptığımız Katarsis projesiyle birlikte sunduğumuz “izleyici temsilcisi” kavramı da bu hassasiyetlere güzel bir örnek.

Çalışmalarınız arasında önümüzdeki dönem öne çıkacak heyecan verici projeler nelerdir?

Bu hafta, Ayşegül Altunok, Ahmet Oran, Berkay Buğdanoğlu, Mert Diner, Selim Oran, Selver Yıldırım’ın eserlerinden oluşan Within sergisinin son haftası. Yine heyecan verici sanatçılarla 25 Nisan’da açılacak yeni bir karma sergimiz var. Onun dışında uluslararası işbirlikleriyle yapmayı tasarladığımız kapsamlı bir projenin yapım aşamasındayız, o nedenle şu an fazla detay veremiyorum fakat çok heyecan duyduğum ve ses getirecek bir proje olacağını söyleyebilirim. Space Debris’ten haberdar olmak için Instagram hesabımızdan ve web sitemizden bizi takip edebilirsiniz.

bottom of page