top of page

Eski Nazi’den toplumcu sanata: Yetmez Ama Evet

Toplumsal değişim süreçlerinde güncellenen hafızayla beraber sanatın şifacı tavrına ve edindiği pozisyona bakıyoruz


Yazı: Rafet Arslan


Thinking Is Form: The Drawings of Joseph Beuys sergisinden yerleştirme fotoğrafı, The Museum of Modern Art, New York, Fotoğraf: Mali Olatunji


Toplumsal çalkantı dönemlerinde hafıza önemli bir bilişsel önem taşır. Şiar haline gelen “Unutmadık, unutmayacağız” sözleri, toplumsal hafızanın geçmişteki parıltı, yenilgi ya da başarı anlarına W.Benjamin’in deyişiyle “kaplan sıçrayışları” yapmasını sağlar. Geçmişten dersler çıkarıldığı gibi geçmişte yaşanmış ama unutmaya yüz tutmuş parıltılar anımsanır. Ama tarih de taşlaşmış bir yapı değildir, gelecekten yeni durumlar, deneyimler ve alınan tavırlar ile geçmiş de sürekli bir yapım halindedir, kelimenin Heraklitosçu anlamıyla "değişmeyen tek şeyin değişim olduğu" bilinciyle. Yeniden okunurken, yeniden de kayıt düşer; tarih ve hafıza günceller.


Akış önemli ve esastır, farklı duygulanımlarla dün kötülüğe yaklaşanlar, bugün farklı deneyimlerle iyiliğe yaklaşabilir ya da tam tersi durumlar olabilir. İnsanlık tarihi kadar sanat tarihi de bu gibi örnekler ile doludur (kesin iyi ve kötü yoktur, daha iyi duruşlar, durumlar, kararlar vardır). Buradaki net tek karşıtlık idrak ve duygu arasındadır. İdrak bireyin otantik benliği üzerinden bir evren anlayışına götürürken, duygular ise çoğu zaman öznel olmayıp Jung’un andığı toplumsal bilinçdışına yani arketiplere yaklaşır (idrak içsel, bilinçdışı ise dışsal olarak içe sızandır). İdrak gözü akıştadır; değişimleri gözler, güncellemeler yapar, siyah ve beyaz ötesindeki renk paletine erişim sağlar. Duygusal refleks ise sağlıklı bir tepki öfke ile sağlıksız bir tepkime olarak nefret ya da hınç arasında konumlanma riskine sahiptir ve iki renge en çok griyi ekleme potansiyeli taşır.


Hafıza önemlidir, ama “unutmama” eylemi, her kabahati sonsuza dek affetmeyerek ilerlemez (suç ile kabahat terazide eşit değildir; suçlu az kabahatli çoktur). “Biz ve onlar” duygusuyla hareket edersek ve bu pergeli ne kadar açık tutarsak o derece “onları” genişletiriz. Dijital dünya ile hayatımıza enjekte edilen cancel kültürü, bu negatif duygulanımı arttırmaya yardım eder. Bir protesto formu gibi sunulan cancellamak sorunları kişiselleştirme, farklı algılara kapama, oto-pilot yankı odaları kurmanın yanında aynı zamanda yapısal sorunların nasıl gündelik ilişkilenmelere de zarar verdiğini gösteren ve asıl ihtiyacımızın neden sistemsel bir değişim olduğuna dair algıyı da zayıflatma riski de taşır.


İnsan değişir, insanın değişmesine olanak vermek gerekir. Sanat tarihi insanların değişebileceğine, dönüşebileceğine dair bize örnekler verir. Nazilikten toplumsal avangard sanata geçiş olarak Joseph Beuys, 1981 de Reagan’a oy veren David Lynch, özeleştiri verseler de hala “Yetmez Ama Evet” diye parantez içine almaya devam ettiğimiz Oya Baydar ya da Sezen Aksu.


Anlamak bağışlamaktır. Duygular ötesinde idrak gözüyle bakış toplumsal barışma ritüelinin temel taşıdır. Bugün yaşanan haklı protesto hareketlerinin sıklıkla kendi haklılığına tam güven, sadece otoriteye değil ona rey veren öteki mahalleye karşı büyük bir öfke üzerinden birleştiği gerçeği üzerine düşünmek gerekebilir. Yazar Süreyyya Evren bu durumu güzel açıklamış, “Türkiye’de biz muhalefet olarak ideolojik bir farklılaşmaya ve birliğe dayanmıyoruz; farklı ideolojilerden de olsak bizi muhalefette bir arada tutan şey temelde etik bağ. Tırnak içinde de olsa ‘daha iyi’ olmak isteyenlerin birliği karşısında da ‘daha kötü’ kalmakta sorun görmeyenlerin birliği var” diyor. Buradan bakarsak muhalefetin etikten çok ahlâki ve onun ortaklık zeminde bir duygu birliğinde olduğunu söyleyebiliriz.  Çünkü Ranciére’in uyardığı gibi woke stili etik siyasetin kendisi ahlâkidir. Hakikate değen bir etik için yine geriye Spinoza’nın evren kavrayışına dönmemiz gerekebilir.


Sanat iyileştirici, daha doğrucu şifacıdır. Fakat bu her yerden karşımıza çıkan new age inançlar ya da liberal kapitalizmin toplumsal uzlaşı jargonları değildir. Sanat çok daha derinden ve görünmez iplerle iyileştirir. Toplumların ya da tüm insanlığın ezberlerini bozarak, düşünce ve yaşayış toleranslarını genişleterek.

Burada kötülük tanımının kendisi büyük bir risk. Genel ahlâkın ve dinlerin hükmü dışında Spinozacı bir etik bakışı hayat kurtarabilir (mutlak iyi ya da kötünün ötesinde). İnsan salt iyi ya da kötü olmaz (insanlığa düşman bir yaratık değilse). Kötü diye nitelendirdiğimiz yığında da iyilik, iyi dediğimiz “biz”deyse de kötülük var olabilir. Süreyyya da kötü içinde iyiyi açıktan gündeme getirmese de “iyiyim” diyen içinde kötü yok mu sorusunu sorar: “Bu kötülüğün ruhunu nasıl yakalarız – şu temel soruyla elbet, içimize mi dışımıza mı ikisine birden mi bakmalıyız?”


Tam da burada, yazar Janset Karavin bir sosyal medya gönderisinde fili tam hortumundan yakalar: “Bunca benzemezi bir araya ancak ortak nefret öznesi getirebiliyor; kendini temsil bir nefret temsiline, o nefret temsili de kürsüleri kapanların eliyle müsamereye dönüştürülüyor… Ateş böceği olmak kalıyor galiba bize…”


Bu satırlar bana 2013’te ülkenin farklı yerlerinde kurulan forumların öte mahalleye ulaşma gayretini düşündürüyor. Çok değil 12 sene önce yaşanan “iyiyi” sadece kendi yankı alanı kapsama alanı dışında arama; öte mahalleyi ikna etme, iyiyi anlatma ve yayma inisiyatifini anımsıyor ve önemsiyorum. O günler beraber bu çaba içinde olan bazı yazar, sanatçı ya da kanaat liderlerinin şu anki iklimin etkisiyle “aynı – doğru sözü söylemek” dışında muhalefet içinde başka sözlerle konuşanlara bile hoyratça tepeden ve etik görünümlü -ahlâki buyrukla- “susun, sinik olmayın”, “ne diyorsak orada olun” dediklerini gözlemliyorum.  Üzülerek söylemeliyim ki asıl sinik tavır budur. 


Aydın, sanatçı, entelektüel, münevver kendi gibi olmayan halka kızmaz, onu aşağılayamaz. Karşı mahalledeki her kişi Limak Holding ya da sosyal medyada nefret yayan trol değildir; hayatını sürdürmeye çalışan ve ikna edilebilecek bir insandır. Bırakın “öfke öznesi” diğer mahalle insanlarını, kendi içindeki farklı yaklaşımları beğenmeyen, negatif bir gözle bakan bir bakış sadece duygusaldır; doğal olarak ne etiktir ne de idrak kapasitesi açıktır. Byung-Chul Han’ın işaret ettiği gibi, aynının cehennemine dikkat! 


İnsanlar ötekinin kendi gibi düşünmesini, eylemesini hatta yaşamasını bekliyorlar. Bu otoritenin tepesinden toplumun geneline yayılan bir virüs olarak kabul edilebilir. Bunun sonucu genişleme ve birlik değil çok parçalı “yankı odalarını” büyütmektir. Oysa sanat birlikten, idrakten, bağışlama ve barışmaktan yanadır. Bir Nazi savaş pilotuyken uçağı şamanlar arasına düşen, onlarca tedavi edilip, hayatı değişen 20. yüzyılın en önemli sanatçılarından Joseph Beuys’u düşünün. 


Joseph Beuys, Joseph Beuys ve Caroline Tisdall ile Konferans ve Tartışma, Ulster Müzesi, 18 Kasım 1974, National Museums Northern Ireland izniyle
Joseph Beuys, Joseph Beuys ve Caroline Tisdall ile Konferans ve Tartışma, Ulster Müzesi, 18 Kasım 1974, National Museums Northern Ireland izniyle

Beuys’un şamandan aldığı şifa önce ruhunu temizlemiş, yaşadığı aydınlanma ile de örnek bir öğretmen, sanatçı ve toplumsal eylemci olmuştur. Beuys ömrünü herkesin kendi içindeki sanatçı potansiyelini açığa çıkarmasına ve bunu ekolojik, özgür ve demokratik bir sosyalizmin imgesine, düşüncesine ve örgütlenmesine kanalize etmeye adar. Ve tam burada konuyu bu aralar çok popüler olan “sanat iyileştirir” söylemine getirerek açalım. Sanat iyileştirici, daha doğrucu şifacıdır. Fakat bu her yerden karşımıza çıkan new age inançlar ya da liberal kapitalizmin toplumsal uzlaşı jargonları değildir. Sanat çok daha derinden ve görünmez iplerle iyileştirir. Toplumların ya da tüm insanlığın ezberlerini bozarak, düşünce ve yaşayış toleranslarını genişleterek. Örneğin Amerikan siyah hareketinin beyazlar safında idrak suretinde jazzdan blues'a "siyahi" müzik Martin Luther King kadar etkilidir. 


Sanat toplumsal ön yargıları çözeltme de tahammülsüzleri azaltmada, ötekileştirme hamlelerini ifşa etmede gayet işe yarar bir iyileştiricidir. Sanat hafızayı, kin ve düşmanlık yükü olarak değil, önce ifşa ve idrak, ardından barışmak için yas ve melankoli olarak imgeleştirme gücüne sahiptir. Gerçek sanat bunu bir işlev, ödev, görev ya da sorumluluk olarak değil; doğal yaratıcı tinsel bir süreç olarak yapar. Bu onun bir (ben)’den başlayıp çok’laşan, hayvana, bitkiye, toprağa ve oradan kozmosa yayılan birlikçi idrak kapasitesidir.

Hiç ortak muhabbeti kalmamış, bölünmüş mahalleler, kamplaşmış sosyal medya ağları ve yankı odaları içinde yaşadığımız bütüne nasıl bir toplum diyebiliriz? Ya da nasıl toplum olabiliriz? Sanat burada birliği hangi görünmez tinsel ipler ile dikebilir?

Oysa bizler; her sanatçı, yazar ya da toplumca bilinen kişinin ölümü ardından, sadece “kahramandı” ya da “haindi” yorumlarını ve bu kutuplar arası kavgaları duyuyoruz. Aklıma ister istemez kara tahtanın bir ucuna love öbür tarafına hate yazıp öğrencilerine taraf seçtiren Donnie Darko filmindeki muhafazakâr öğretmen geliyor. Öğrenciler mecbur saf çekerken, Donnie buna isyan eder, bu saçmalık, insan ya da hayat böyle bir şey değil diye isyan eder. Biz ise her ölüm ardından saf tutmaya çağrılıyoruz. O komünistti, o Müslümandı, o ateistti, o yetmez ama evet dedi, o Atatürkçüydü, o Kürtleri yok saydı, o Kürttçüydü, laikti, satanistti..


Etik yerine ahlâki refleks, idrak yerine duygulanım, akış yerine skolastik- ne yazık. Bu matematik içinde hafıza iyileştirme gücü değil yaranın kendisi olarak gündeme gelir. Tarih içinde birlik zeminleri, deneyimleri, anları değil sadece ayrılığın değişmez türküsü olarak, donmuş bir zaman olarak dolaşıma sokulur. 


Düşünün, gönül tartısında suçlar, kabahatler, eksiler, artılar var da başka güzellikler, değişimler ve renkler yok mudur? Tarihi düşünün, Celali de, Yunus Emre de, Bedreddin de bir Anadolu birliğinin hayaleti olarak hala bu toprakların tinsel bilincindedir. Dün, Bağımsızlık Savaşında Kahraman Maraş ya da Gazi Antep’te vardır, ilk kurşunu sosyalist gazeteci Hasan Tahsin’in attığı İzmir’in yanında. Bugün oğlu dağda ölen ana da oğlu askerde ölen ana da aynı ateşle yanmıştır. İktidar bloğuna oy veren işçi de muhalefete oy veren işçi de aynı derin yoksulluğun, borç batağının kurbanıdır. Geçmiş değiştirilemez belki ama geçmiş tedavi edilerek; geleceğin var olmasına imkân verilebilir. Yaratıcı sanat bu birlik arayışının tahayyülcüsü, imge yaratıcısı, birlik zemini arayanıdır. Gerçekçidir elbet ama imkânsız denileni aramaktan çekinmez, çekinmemelidir.


Yazar Oya Baydar, 2010 yılındaki anayasa değişikliği referandumunda “yetmez ama evet” demesiyle ilgili olarak "Biraz da sazanlık vardı işin içinde. Ama şimdi dersimi aldım. Geç oldu, aldım" ifadesini kullandı. Ve ekledi “siyasete vicdani açıdan baktığınız zaman biraz sazan oluyorsunuz".


Sayın Baydar’ın “vicdani” dediği şey sanırım benim “ahlaki” olarak tanımladığım tavırdı. Ya da Sezen Aksu da; 2010 referandum sonrası Gezi gençleri için “büyük bir dönüşümün başlangıcını, yeninin gücü ile gerçekleştirdiler” dediğinde ya da Mart 2025’te “Aklıselime çağrımdır! “başlığıyla hukuka sahip çıktığında da affedilmedi. Herkes birbirine kızgın, herkesin birbiri ile en az 100 yıllık anlaşmazlıkları var, uzlaşmasız. 


Adamlar 1215'te Magna Carta'yı yapmış, biz 1420’de Şeyyh Bedreddin'i asmışız. Toplum sözleşmesi hiç yapılmamış bir coğrafyada şimdi anayasa tartışmaları yapıyoruz, anayasa tasarlamanın aynı zamanda bir ütopya tasarlamak (ya da disütopya) olduğunu hiç düşünmeden. Allah sonumuzu hayır eylesin..


Affetmek müzakere etmek, anlamak bağışlamaktır. Ama affedemiyorsak hâlâ önce “biz kimiz?” sorusu ile başlayabiliriz.


Hiç ortak muhabbeti kalmamış, bölünmüş mahalleler, kamplaşmış sosyal medya ağları ve yankı odaları içinde yaşadığımız bütüne nasıl bir toplum diyebiliriz? Ya da nasıl toplum olabiliriz?


Sanat burada birliği hangi görünmez tinsel ipler ile dikebilir?


“Bildiğin çektiğine yetmeyince

Düşmanında kendini yakalayınca

Bir daha kin gütmeyince

O zaman şarkı söylemek lazım

Avaz avaz

O zaman şarkı söylemeli

Çığlık çığlığa

O zaman yüreğin yükü hafifler

Belki biraz” S.A.


Nisan 2015-Urla


Sanat ve İdrak için kolektif deneme: https://www.youtube.com/watch?v=dyaJOb_nI2Q Süreyyya’nın kısa yorumu için: https://artdogistanbul.com/zor-zamanlarda-sanat-i/ 

Kapsamlı okuma için: Birikim Sayı 425 - Eylül 2024, Bir tereddüt çizgisinin filmi


 
 
 

All rights reserved. Unlimited Publications.

Meşrutiyet Caddesi No: 67 Kat: 1 Beyoğlu İstanbul Turkey

Follow us

  • Black Instagram Icon
bottom of page