top of page

Galeri duvarlarının dışında

Günnur Özsoy’un galeri duvarlarının dışına taşan yerleştirmeleri, içinde bulunduğu mekânı bir sergileme alanı yerine, düşüncenin ve duyumsamanın buluştuğu bir zemin hâline dönüştürüyor. Sanatçının Odeabank Etiler şubesinin önünde, HARA’nın bahçesinde, İzmir’de kamusal bir alanda ve Umur Matbaası’nda yer alan heykelleri ile Haydar Aliyev Parkı’nda yaptığı geçici müdahaleyi çevresiyle birlikte düşünüyoruz


Dosya: Berfin Küçükaçar


ree

Günnur Özsoy, Umur Matbaası, 2008


Galeri mekânının dışında yer alan yerleştirmeleriniz pratiğinizde büyük bir yere sahip. Çoğunluğu kamusal alanda olmakla birlikte bu yerleştirmeler, duygusal ve düşünsel karşılaşmaların yaşandığı alanlarda varlıklarını sürdürüyor. Formlarınızın izleyiciyle ve kentin sürekli değişen ritmiyle etkileşimi sizin için ne ifade ediyor?

Günnur Özsoy: Kamusal alan, toplumsal hayatın yalnızca fiziksel değil aynı zamanda zihinsel ve duygusal kesişim noktasıdır. Kamusal alanlarda yer alan heykellerimi bireysel tecrübeyle kolektif hafızanın arasında kurulmuş köprüler olarak görüyorum. Soyut formlu heykellerim bu köprüyü en özgür biçimde inşa eder; çünkü izleyicisine tek bir okuma dayatmaz, her bakışta farklı anlam imkânları sunar.

Kent, bizlere sürekli akan bir hikâye sunar; sokaklar ve meydanlar ise bu hikâyelerin sayfaları gibidir. Benim kamusal alandaki heykellerim, bu sayfalara yalnızca görsel bir imza bırakmakla kalmıyor, aynı zamanda izleyiciyi kentin ritmine, ışığına ve sesine kulak vermeye davet ediyorlar. Bu anlamda özellikle İzmir de yaptığım Demokrasi ve Dayanışma Anıtı’nı çok önemsiyorum. Eliptik bir yansıtma havuzunda plandan bakıldığında “S” şeklinde yerleşmiş olan 23 adet heykelim kentin sürekli değişen ritmine karşı bir “düşünsellik adası” gibiler. Gün ışığıyla sürekli dönüşen yüzeyleri, gölgelerin saatler boyunca yeniden kurguladığı form ilişkileri, zamanın akışını görünür kılarken yansıtma havuzundaki görüntüleriyle katlanarak çoğalırlar ve hızla akan gündelik hayat temposu içinde, bir duraklama, bir bakma ve düşünme çağrısı yaparlar. Estetik değerleri, yalnızca biçimsel kusursuzluklarından değil bir mekân oluşturmalarını sağlamasından kaynaklanır. Ben bu heykeller sayesinde hiç tanımadığım kişilerden birçok olumlu geri bildirim aldım. Onları beyaz selvilere, yeryüzüne inmiş bulut kümelerine, balinalara benzetmişler. Bu soyut sanatın en sevdiğim taraflarından benzetmelerin yanında hisler uyandırdığı kesin, vapur beklerken heykellerin yanına gidip meditasyon yapıyorum, tramvaydan bir durak önce inip onlarla vakit geçirmek için eve yürüyorum, onları göreceğim zaman heyecanlanıyorum, bu bir dostu görmek gibi, heykellerin suyla ve gökyüzüyle ilişkisini izlemek oldukça zevkli… Bunları duymak bende onların yaşayan bir anıt olduğu duygusunu uyandırıyor. Bu temas, heykellerin sadece benim niyetimle değil izleyicinin varlığıyla da sürdüren bir ekosistem oluşturduklarının işareti.

Sosyokültürel düzlemde ise bu heykeller, kamusal alanın “herkesin” olduğunu hatırlatan birer işarettir. İnsanlar burada yalnızca izleyici değil eserin bir bileşenidir; yanından geçen bir bisikletli ya da gün batımında durup bakan bir yolcu, eserin hikâyesine eklenir. Bu, sanatın yalnızca müze ve galeri duvarları arasında değil hayatın tam ortasında da var olabileceğinin kanıtıdır. Soyut heykellerim, kamusal alanda yalnızca estetik bir jest değil kolektif hayal gücünün mekânda vücut bulmuş hâlidir.



Zaman ve mevsim



Günnur Özsoy, Odeabank Etiler, 2013


Her mevsim heykelin yüzeyine farklı bir iz bırakır: karın ağırlığı, rüzgârın uğultusu, yaz güneşinin sert ışığı, sonbaharın tozlu soluğu… Bu izler heykelin biçimini bozmaz, sadece onu görünür kılar. Zaman heykelin yüzeyinde değil dokusunda birikir. Kar eriyip su kıvrımların arasında dolaşır, sonra kaybolur. Yaz gelince renkler açılır, gölgeler kısalır, yüzey ısınır. Heykel zamana karşı durmaz; onunla birlikte nefes alır, onunla yaşlanır.

Kış bastırınca kırmızılar beyazın altında saklanır. Kar yüzeyi susturur ama tamamen silip atmaz. Soğuk, biçimin hatlarını yumuşatır; rüzgâr heykelin etrafında küçük girdaplar yaratır. O anlarda heykel içine kapanır; sessiz, donuk ama hâlâ canlı kalır. Bahar gelince güneş eriyen karın izlerini parlatır, yüzeyde nemli bir parlaklık bırakır. Ve kırmızı tekrar ortaya çıkar; bu kez daha ağır, daha derin. Bazen bir su damlası formun yönünü değiştirir, bazen ince bir toz tabakası yüzeyi matlaştırır. Bu küçük etkiler, zamanın heykelle nasıl konuştuğunu gösterir.

Günün saati renkleri bile değişir heykelin: sabah pembemsi, öğlen turuncu, akşam bordo bir huzur. Işık her seferinde başka bir açıdan vurur, gölge başka bir kıvrıma tutunur. Burada yaşanan her ışık değişimi, heykelin başka bir yüzünü gösterir. Böylece biçim hiç tamamlanmaz.

Burada zaman gözle değil sezgiyle hissedilir. Heykele bakan kişi, formun içinden geçen bu dönüşümü izlerken zaman bir ölçü olmaktan çıkıp bir ruh haline dönüşür. Her mevsim heykeli yeniden kurar ama hiçbiri onu tamamen değiştiremez. Rüzgârın yönü, karın ağırlığı, ışığın açısı, heykelin sessiz ortaklarıdır. Bu heykel zamanı ölçerek değil onunla birlikte yaşayarak varlığını sürdürür.


Geçicilik ve iz


ree

Günnur Özsoy, Haydar Aliyev Parkı projesi, 2020


Pandeminin sessiz günlerinde şehir durgunlaşır, parklar ve yollar tenhalaşır. Kalıcı bir iz bırakmaktan çok var olmanın geçici hâlini hatırlatan bu müdahale o durgunluğun içine bir dokunuş bırakır.

Pandemi döneminde kamusal alan, insanların alıştığı bedensel hareketlerin askıya alındığı, mesafenin yeni norm olduğu bir yer olarak yeniden şekillenir. İnsanlar birbirine yaklaşmadan durmayı, temassız bir varoluşu öğrenmeye başlar. Özsoy’un işi de bu yeni bedensel düzeni sezgisel bir şekilde yansıtır. Parkın zeminindeki farklı noktalara mesafeli yerleştirilen formlar, mekândaki akışı ve insanların birbirine mesafelenme biçimini dönüştürür; zemindeki izlere bakan kişi kendi bedeniyle karşılaşır. Adım atmanın bile bambaşka bir anlam taşıdığı günlerde, bu müdahale kamusal alanın unutulmuş hissini insana yeniden hatırlatır.

Zamanla yağmur yağar, rüzgâr esti, renkler solar ve bazı izler kaybolur. Bu müdahale de bulunduğu zemine veda eder. Burada geçicilik bir eksiklik değil, bir jesttir; zemindeki izler mekâna kısa bir süre dokunup geri çekilir. Parkın hafızasında, izleyenin belleğinde ve fotoğraflarda geçiciliğin izi sürülür.


Doğayla diyalog



Günnur Özsoy, HARA, 2022


Bahçeye adım atınca ilk his; sessiz bir dokunuş, ağaçların gölgeleriyle renkli yüzeyler arasındaki görünmez bir dengedir. Mavi, turuncu ve kırmızı formlar, toprağın üstünde değil onunla iç içe durur. Rüzgâr dalları aralarken yapraklar yavaşça yüzeylere düşer, kuşlar gelip konar, sonra gider. Biçimler, doğanın döngüsüne karışır. Heykeller bahçenin yaşayan bir parçası olur; doğayla yarışmadan onunla yan yana durur. Formları yumuşak, renkleri belirgindir ama bu canlılık çevreyi bastırmaz; aksine, yeşilin içinde yeni bir renk tonu gibi yerini bulur. Mavinin serinliği, turuncunun sıcaklığı, kırmızının yoğunluğu ağaç gövdeleriyle, toprakla sessiz bir ilişki kurar.

Burada doğa bir fon değildir; heykeller, mekânda kendine yer açmak yerine onun ritmine uyar. Toprakla temas ettikçe yüzeyleri çizilir, renkleri solar. Bu değişim bir müdahale olmak yerine ortak bir üretimdir. Rüzgâr, ışık ve yağmur heykelin biçimini tamamlar. Zaman, yüzeyde doku gibi birikir. Heykellerin varlığı sürekli olarak yeniden şekillendir: Yazın reçine kokusu, sonbaharda yere düşen iğne yapraklar, kışın nemli hava, baharda gelen kuşlar... Hepsi, bu formların sessiz ortakları olur.


Işık ve yansıma



Günnur Özsoy, Umur Matbaası, 2008


NSMH tarafından tasarlanan Umur Matbaası, cephesi sayesinde ışığı, beton ya da çelik gibi, yapının malzemelerinden biri olarak kullanır. Renkli cam panellerin gün boyunca ışıkla etkileşimde olduğu mekânda Günnur Özsoy’un yerleştirmesi sessizce devreye girer; binanın mimari ritmine karışır.

Heykelin yüzeyi sabit kalmaz, ona vuran ışıkla birlikte sürekli biçim değiştirir; gün boyunca sürekli yeniden şekillenir. Bunu izlerken gözler, sabit bir cisme değil hareketli bir görüntüye bakar. Heykel, maddesel olmaktan çıkarak optik bir varlığa dönüşür. Işıkla buluştukça biçimi net sınırlarını kaybeder; gölgeyle, yansımayla iç içe geçer. Heykelin üzerindeki bu sürekli dönüşüm, hem ışığın hem de maddenin kırılganlığını hatırlatır.


Anıtsallıktan kaçış



Günnur Özsoy, İzmir Deniz Projesi, Demokrasi ve Dayanışma Anıtı, 2018


İzmir’in kıyısında yükselen ve 23 parçadan oluşan bu Demokrasi ve Dayanışma Anıtı, “anıt” kavramını yeniden sorgulatır. Biçimdeki açıklık ve yönü net olmayan kıvrımlar, alıştığımız “yücelik” fikrini sessizce bozar; gücü değil çoğulluğu içinde taşır. Yükselmektense, birbirine yaklaşan, dokunan, bazen de aralıklar bırakan çizgilerden oluşan heykel, tek merkezden konuşmaz; bir sürü olasılığa açıktır.

Bakışı yukarı çeken, ölçek olarak insanı küçülten anıt fikri, Özsoy’un Demokrasi ve Dayanışma Anıtı’nda o bakışı yere indirmesiyle bozulur. İzleyeni etrafına çağıran bu yerleştirme, aralıklardan gökyüzünü gösterir; etrafındaki yansıtma havuzuyla çevreyi izletir. Orada dolanmak, izleyiciyi pasif bir tanık olmaktan çıkarıp işin parçası haline getirir. Anıt, tam da bu etkileşimde anlam bulur: temsil ettiğiyle değil yaşattığı deneyimle var olur.

Özsoy’un bu işi, bir anıtın neyi temsil ettiğini değil nasıl var olduğunu sorar. Gücünü göstermez, paylaştırır. Söz söylemez, alan açar. Gücü tek elde toplamadan çoğul bir nefes sunar. Bu yüzden Demokrasi Anıtı, temsilin değil birlikte var olmanın simgesidir. Kamusal alanda bir duruş değil bir dolaşım olarak var olur.


Bütün yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Yazı ve fotoğrafların tüm hakları Unlimited’a aittir. İzinsiz alıntı yapılamaz.

All content is the sole responsibility of the authors. All rights to the texts and images belong to Unlimited.

No part of this publication may be reproduced or quoted without permission.

Unlimited Publications

Meşrutiyet Caddesi No: 67 Kat: 1 Beyoğlu İstanbul Turkey

Follow us

  • Black Instagram Icon
bottom of page