top of page

Feyhaman Duran’ın ‘ikili yaşamı’


İçine doğduğu yorgun Osmanlı’nın çöküş yıllarından modern Türkiye’nin temellerinin atıldığı değişim zamanlarına uzanan süreci sanatıyla deneyimleyen Batı eğitimi almış ilk kuşak ressamlardandı Feyhaman Duran. Eski ve yeniye, bu iki farklı dünyaya da resminde yer vardı. Tanığı olduğu bu ortamın dönüşen kimliklerini portreleriyle belgeledi. Özlem Altunok, Sakıp Sabancı Müzesi’nde geçtiğimiz yıl gerçekleşen İki Dünya Arasında başlıklı sergiden hareketle Duran'ın hayatı ve sanatına ışık tutuyor

Sakıp Sabancı Müzesi, Feyhaman Duran. İki Dünya Arasında sergi görüntüsü

Feyhaman Duran’ın sanatını Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’nde 1000’in üzerinde eseri ve kişisel eşyasıyla, üstelik hayatının büyük bir bölümünü geçirdiği Beyazıt’taki evinden bazı bölümleri de yeniden canlandırarak sunan Feyhaman Duran. İki Dünya Arasında başlıklı sergi, tam da adı gibi tuhaf bir arada kalmışlık hissi bırakıyor insanda.

Osmanlı’da doğup yetişen, olgunluk çağlarını Cumhuriyet döneminde yaşayan Feyhaman Duran’ın gelenekselle olduğu kadar, modernle de kurduğu dengeli ilişkiyi, doğu ve batıyı kendine has bir biçimde sanatında yan yana var edebilmesini vurgulayan sergi başlığı, şu anda ziyaret edilemeyen bir ‘müze ev’den ve koleksiyondan bir müzeye taşınmış olmasıyla canını acıtıyor insanın. Aynı zamanda biri, tabiri yerindeyse, daha geleneksel olan İstanbul Üniversitesi’yle diğeri daha genç ve modern olan Sabancı Üniversitesi arasındaki bu sanat alışverişi de Feyhaman Duran’ın ‘iki dünya arasında’lığına vurgu yapar gibi.

Çünkü Feyhaman-Güzin Duran Evi 2013’ten beri restorasyon nedeniyle kapalı ve İÜ Rektörlük Binası’nın üst katında sergilenen Feyhaman Duran Koleksiyonu da (Selim Turan Koleksiyonu’yla birlikte) 2015 yılından bu yana, “İstanbul Üniversitesi Binalarının Yenilemesi ve Restorasyonu Projesi” kapsamındaki restorasyon çalışmaları tamamlanana kadar Sakıp Sabancı Müzesi’nde korunacak. İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mahmut Ak serginin basın toplantısında hem rektörlük binasının hem de Feyhaman-Güzin Duran Evi’nin 2017 Eylül’ünde açılacağını söyledi. Bu beyanın zamanında hayata geçirileceğini umarak Sabancı Müzesi’ndeki incelikli ve özenli Feyhaman Duran sergisine geçelim.

Sakıp Sabancı Müzesi, Feyhaman Duran. İki Dünya Arasında sergi görüntüsü

Farklı kültürler, türlü etkileşimler

Feyhaman Duran’ın ‘ikili yaşamı’nın, tesadüflerle farklı bir çizgide akan kişisel hayatının kronolojik bir tablo ve içinden geçtiği dönemlerin, yerlerin görüntüler eşliğinde aktarıldığı sergiyi güçlendiren unsurlardan biri de sanatçının gündelik hayatının ve çalışma ortamının müzede yeniden kurulmuş olması. Bu atmosfer içinde Duran’ın en çok tanındığı portre alanındaki çalışmalarının yanı sıra peyzaj, natürmort, poşad ve hatlarının yer aldığı sergiye, eşi Güzin Duran’ın üretimleri de eşlik ediyor.

Batı’yla buluşmuş ilk kuşak ressamlarımız arasında etkin bir role sahip Feyhaman Duran’ın hem Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet’e geçiş döneminde farklı etkileri nasıl içselleştirdiğini, hem gelenekle hem de Batı sanatıyla kurduğu ilişkiyi ortaya çıkaran sergi, ressama ve dönemine dair ayrıntılı bir bakışı mümkün kılıyor.

Feyhaman Duran tam da bu noktada, bu geçiş ve değişim sürecini, kırılmaları ve yeni yapılanmalarıyla temsil eden önemli bir sanatçı. Uçlara savrulamadan yeniye dair görüp biriktirdiklerini kendine özgü sanatını oluşturmak için kullanmış, yüzyıl dönümünde sistem ve ideoloji değişiminin tam ortasında birey olarak edindiği deneyimleri sanatına naif ve samimi bir şekilde aktarmış olması, onu döneminin sanatçıları arasında farklı bir yerde konumlandırıyor, daha tekil bir örnek yapıyor.

“Beni anlamıyorlar diye üzülmeyeceksin. Sen kendini anlamaya çalışacaksın” sözü hem kendisiyle ne kadar barışık hem de yola devam etmeye ne kadar kararlı ve açık olduğunu gösterir nitelikte. Payına düşen hayatı kendine rehber edinip inatla yol almayı seçmiş. Bunu sözleri kadar, hayat hikayesi de gösteriyor, eserleri de...

Sakıp Sabancı Müzesi, Feyhaman Duran. İki Dünya Arasında sergi görüntüsü

1914 Kuşağı ressamları

1886 İstanbul, Kadıköy doğumlu Feyhaman Duran, şair ve hattat babası Süleyman Hayri Bey’i ve annesi Fatma Hanım’ı daha çocuk yaştayken kaybedecekti. Galatasaray Sultanisi’nde eğitim gördükten sonra aynı okulda Fransızca güzel yazı dersleri vermeye başladığında Tevfik Fikret, Şevket Dağ gibi dönemin öğretmenleri tarafından resme olan yeteneği kısa sürede fark edildi. 1910 yılında tesadüfen fakat biraz da resimden hiç vazgeçmediği için yoluna çıkan Hıdiv Ailesi’nden Abbas Halim Paşa, yaşamının akışını değiştirecekti. 1911’de Hıdiv Ailesi’nin mesenliğinde Paris’e resim eğitimi almaya gitti. Aynı kuşaktan diğer birçok ismin aksine, Sanayi-i Nefise Mektebi çıkışlı olmayan Duran, Paris’te Académie Julian ve École des Beaux-Arts kurumlarında eğitim aldı, dönemin avangart akımları fovizm ve kübizmden çok, empresyonizmden etkilendi.

I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle Avrupa’dan dönmek zorunda kalan, aralarında Ruhi Arel, Hikmet Onat, İbrahim Çallı, Hüseyin Avni Lifij, Namık İsmail ve Nazmi Ziya’nın da olduğu genç ressamlardan biri de oydu.

Batı’nın yeni teknik ve üsluplarını Türk resmine taşıyacak 1914 Kuşağı ressamları olarak bilinen grubun temsilcileri arasındaydı. Kuşağının önde gelen isimleriyle beraber Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’ni kurdu. Artık II. Meşrutiyet’le başlayan köklü değişimlerin ortasında yeni bir dönemi, ‘muasır’ bir geleceği temsil ediyorlardı. Bu yolda kurulan her cemiyet gibi, ressamlar cemiyetinin de topluma karşı misyonları, görevleri vardı.

İlki 1916’da açılan geleneksel Galatasaray Sergileri ya da eğitmenlik bu ideallerin hayat bulduğu ortamlardı. Adı İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’yken (Kız Güzel Sanatlar Okulu) Cumhuriyet sonrasında Güzel Sanatlar Akademisi’ne dönüştürülen okuldaki görevini 30 yıl boyunca (1921-1951), emekli olana dek sürdürmesi hem bu köklü değişimi hem de dönemin sanatçısı olarak yüklendiği misyonu gösteren önemli bir örnek.

Bir diğer eğitim kurumu Darülfünun, 1933’te üniversite reformuyla İstanbul Üniversitesi’ne dönüştürüldüğünde okulun akademik kadrosundaki isimler başta olmak üzere, dönemin entelektüel çevreleriyle yakın dostluklar kuran Duran, parçası olduğu bu ortamı bir anlamda portreleriyle belgeleyecek, Türkiye’nin modernleşme tarihini görsel olarak kayda geçirecekti.

Feyhaman Duran, İç Mekan (Hattat Rıfat Efendi ve Ailesi), 1948, Çuval üzerine yağlıboya, 154 x 105 cm, İstanbul Üniversitesi Feyhaman Duran koleksiyonu

Hem geleneksel hem yenilikçi

Akademik kariyeri boyunca Türk resminde yeni bir kuşağın filizlenmesine katkı sağlarken bir yandan da katıldığı sergilerle Cumhuriyet döneminin etkin aktörlerinden birisi oldu. CHP’nin 1938 yılında yeni görsel ideolojiyi oluşturma gayretleri kapsamında başlattığı ‘yurt gezileri’ de bu çabalardan biriydi. Duran, bu program kapsamında Gaziantep’te on tablo resmetti.

Feyhaman Duran tüm bu yenilikçi çabalarına rağmen, Osmanlı’nın geleneksel sanatları ve yaşam tarzıyla da bağını hiç koparmayacaktı; hat kompozisyonları ve natürmortlarında obje olarak yer verdiği hat koleksiyonu sanat üretimindeki bu geçişliliğin en önemli örnekleri.

Hem ailesindeki geleneksel sanatlara olan eğilim hem de onun tasavvuf felsefesine yönelik ilgisi, yaşamı boyunca Doğu ile Batı’yı aynı anda deneyimlemesinin etkileri sanat pratiğine yansıdı. Her ne kadar, Cumhuriyet Türkiyesi’nde portrelere duyulan ihtiyaçtan dolayı en çok bu alandaki işleriyle anılsa da natürmort, peyzaj gibi farklı türlerde aynı üretkenlikte çalışan sanatçının, iki dünya arasındaki gelgitlerini ve senteze ulaştığı noktaları eserleri üzerinden okumak mümkün.

Örneğin empresyonizme ilgisinin de etkisiyle yaptığı Süleymaniye, Boğaz, Adalar ve Beyoğlu peyzajları ile poşadlarıyla portrelerindeki toplu bakışı bu kez İstanbul tarihi üzerinden okumayı mümkün kılıyor. Ancak elbette empresyonizmin de gerektirdiği öznel bakışla birlikte; sanatçısının gözünden ve onun duyumsamasıyla ortaya konan bu ‘görsel tespit’ serbest bir ifadenin de hayat bulması demek.

“Sanatkar, kendi işinin kaidesini kendi yaratabildiği zaman orijinaldir” sözü de eserlerinde ve hayatında gelenekle olan sıkı bağı ortaya koyan ve bu bakış açısıyla ürettiği eserlerini konumlandırmaya çalıştığı yeri anlamak açısından önemli.

“Resim sıcak olmalı” da ona ait bir söz. Bu sözün karşılığını portrelerinde, hatta Ahu Antmen’in sergi kitabındaki yazısında özellikle vurguladığı gibi otoportrelerinde de bulmak mümkün. 1911 tarihli erken dönem otoportresinde içinde bulunduğu ruh halini, merakı, heyecanı ve idealistliğini duru ve çıplak bir biçimde sunan umutlu yüz ifadesi, Antmen’in sözleriyle “Bir toplumun dönüşmesinin aslında bireysel düzeyde içselleştirilmiş olgularla ne kadar ilgili olduğunu düşündürür.”

Sakıp Sabancı Müzesi, Feyhaman Duran. İki Dünya Arasında sergi görüntüsü

Kaldı ki, resmettiği Hilmi Ziya Ülken, Âkil Muhtar, İbrahim Çallı, Sabri Esat Siyavuşgil, Süheyl Ünver, Fuat Köprülü, Tevfik Fikret, Safiye Ayla, Şerif Muhittin Targan, Hasan Âli Yücel gibi dönemin önemli kişiliklerinin portrelerinde de hem birey olarak onları hem de dönemin atmosferini, toplumsal yapısını aktarır Feyhaman Duran.

Feyhaman Duran’ı çağdaşlarından ayıran en önemli özelliklerden biri bu olsa gerek. Her şeyin hızla değiştiği ve yeninin eskiyi ötelediği kültürel ve toplumsal bir atmosferde sanat pratiğini inşa ederken içinden gelen sesi bastırmamak ve böylece kendi bireyselliğini ezmeden yol almak. Bu sağlam zemin onun her iki dünyada da çoğalabilmesine olanak tanımış olsa gerek.

*Bu yazı Art Unlimited'in Mart 2017, 40. sayısında yayınlanmıştır.

bottom of page