Yazı: Jale N. Erzen
Erol Akyavaş'ın kendi doğum günü için yaptığı bir çalışma, 1978
Erol Akyavaş Ocak 31’de 90 yaşında olacak. 1999’da bu dünyadan göçen Akyavaş şimdi Araf ’ta mı, cennette mi, diye sormadan edemiyorum, çünkü Erol Akyavaş yaşamı boyunca cennetler kurdu ve onları resimleri aracılığıyla bize de yaşattı. Önemli olan ruhen bu cenneti yaratıp yaşamak ve inanmak. Bunun en güzel örneği ve ispatı Akyavaş’ın bizle paylaştığı rengarenk sembolleri ve resimlerinde gerçekleşen hayalleri.
Erol Akyavaş’ın sanatı başından beri mistik bir arayış içinde farklı dönemler yaşadı. Fransa’da resim atölyelerine devam etmesi, Floransa’da sanatla kaynaşması, Amerika’da Mies van der Rohe’den mimarlık dersleri alması, gezgin bir ruhun, kabına sığmayan bir entelektin ve metamorfoz arayan bir bedenin yolculukları değil miydi? Onun fotoğrafları ve resimlerindeki şatolarıyla, girdaplarıyla, labirentleriyla biz de ruhani yolculuklara çıktık. Dante’nin İlahi Komedya’sı Erol Akyavaş’ın tuvallerinde hâlâ renklere ve dünyevi anlamlara bürünerek hem kültürümüze hem de evrensel bir sembolizme uyarlanıyor.
Erol Akyavaş izleyiciyle -fotoğraf ya da resim aracılığıyla- her zaman yakın ilişkiler kuruyor. Böylece biz de onun mistik serüvenlerinde farklı dünyaları yaşıyor, insanı daha yakından tanıyor ve her defasında yeni bir maceradan arınmış olarak çıkıyoruz. Erol Akyavaş’ın işleri insanlık dramının aşamalarını ve sahnelerini dile getiriyor. Bakış açısı sürekli değişiyor ve keskin görüşü tarihi delerek insanın özüne ulaşıyor. Akyavaş’ın resimleri her zaman güzelliğe öykündü; bir Orta çağ ustası ya da bir minyatürcü gibi, Akyavaş resimlerini ilahi güzelliklere laik kılmak için çabaladı.
Birçok disiplinde ustalığıyla Akyavaş’ın sanatı farklı dönemlerde farklı ilgiler sergiledi. Floransa’daki eğitiminden sonra Paris’te, geometrik soyutlamalarıyla Cercle et Carré gurubuna katıldı. Amerika’da gerçeküstücülükle ilgilendiğinde, resimleri kaligrafik soyutlamalarla bilinçaltını irdeledi. Figüratif imajlar kullandığı dönem kolaj tekniğiyle imgeler arasında irrasyonel bağlar kurarak libido ile ilgili sembolizmler kullandı.
Akyavaş resim satıhlarını, doku, renk ve sırları çok büyük bir özenle işledi. Öyle ki, sanki toprağın, dünyanın derinliklerinden anlamlar sızdırıyordu. Akyavaş’ın farklı serileri değişik anlamlar düşündüren isimler taşır. 1960’ların sonunda yaptığı Viva serisi politik konularla ve Vietnam savaşıyla ilgilidir. İkonoklastlar için İkonlar serisinde resimleri din ve sosyal tabularla ilgilenir. Dost Şehirlerden Anılar serisinde ise kent haritaları, silahlar, askerler ve çıplak figürler medeniyetin insana zorladığı baskıları ve dehşeti dile getirir. Bu resimler de, karşı çıktığı baskılar gibi, mantıksal düzene karşı geliyordu.
İkonoklastlar için İkonlar serisi
1970’lerin sonunda Akyavaş resimlerinde sık örülmüş tuğla duvarlar, yer çekiminden arınmış gerçek dışı perspektifler ve sessiz atmosferler içinde yaşamın çelişkilerini ve tutsaklığımızı dile getirdi. Sanki gerçekten inşa edilmiş gibi duran bu mekân yanılsamalarında insanın sonsuzluğu, tutsaklığı, aşkları ve hayalleri, zaaf ve zulmü süregelen temalar oldu. Duvarlar, kaleler, labirentler içinde insanlığın izleri dünyanın düzeniyle kaosu arasında çatışmaları ifade ediyordu.
1980’lerde modern bir farkındalık içinde İslamiyet’in tasavvuf sembolleriyle tarihin gizemlerini yeniden canlandırdı. Soyut imgeler, kaligrafik hareketler ve atmosferik renklerle derin inançları tekrar şuurumuza çizdi. Bu yıllarda Galeri Nev ile yakın çalışmaları hem Akyavaş hem de galeri için çok verimli bir üretime yol açtı. Fransa’da basılan sekiz farklı işten oluşan Miraçname litografi serisi canlı renkleri, soyut ve somut imajları birleştiren kompozisyonları ve mistik öyküleriyle aynı zamanda Erol Akyavaş’ın daha geniş sanatsever kitlelerince tanınmasını sağladı. Bu yıllardan sonra vefatına kadar Erol Akyavaş derin tasavvuf evrenlerine daldı ve Türk resminde modernizmi kendi tarih ve değerleriyle buluşturdu.
Erol Akyavaş’ın bu resimlerinde aynı zamanda kendi sanatımızın imgelerini, değerlerini, Asya kökenli öykülerini tekrar keşfederek belleğimizi tazeliyoruz. 1979’den itibaren akrilikle yaptığı, detaylı, iç içe kompozisyonlar Kara Kalem’in Cin’lerini hatırlatırken, hem yüzeysel hem üç boyutlu yepyeni mekân tasarımlarını geliştiriyor. Renkler canlı, imajlar sanki başka evrenlerden gelerek Akyavaş’ın tuvallerine akıyorlar. Bu yıllarda Akyavaş olağanüstü bir yaratıcılık ve çeşitlilik sunuyor. Her bir resim, (1981-1982 tarihli Kalenin Düşüşü gibi) iç içe dünyaları, bilinçaltının katmanlarını önümüze seriyor. 1981 tarihli Çarpışma Sonu, Akyavaş’ın düşsel seyahatlerinden kalıntı çadırlar, labirentler ve çizilen yolların izleri... 1984, Kimya-i Saadet serisinin üç katlı resminde benzer örüntüler bazen bulut, bazen dağ, bazen yıldızların izleri oluyor. Çadırlar, yıkık kaleler, Düşük Şehir (1982) insanın unutulmuş göç ve yıkımlarını anımsatıyor ve bizleri derin ve sonsuz bir zaman çarkına kaptırıyor.
Erol Akyavaş, Fihi Ma Fih, Aya İrini Kilisesi
Erol Akyavaş’ın ender üç boyutlu çalışmalarından olan 1986 tarihli Fihi Ma Fih (İçindeki İçinde) demir bloklar üstünde, içinden ışıklandırılmış üç pleksiglas levhaya altın varakla resmedilmiş üç dini temsil eden semboller içeriyor. Erol Akyavaş’ın bu üç parçalı çalışması için ilham olan Aya İrini Kilisesi, II. Murat zamanında nasıl bir dinî hoşgörü olduğunu ifade eden bir öyküye sahip. Hindistan’da, Güney Amerika’da, daha birçok ülkede halkların değerleri, inançları, mabetleriyle ilgilenen, bunlardan ilham alan, sanatçı duyarlığı ve empatileriyle dünya vatandaşlığına yükselmiş olan Erol Akyavaş’ın, Doğu kültürü, öyküleri ve İslam tarihiyle yakınlığını bilgelik ve farkındalıkla geliştirmiş olduğu kuşkusuz. Bu nedenle Tasavvuf resimleri, Hallac-ı Mansur serisinin derinliği ve inandırıcılığı, Kerbela resimlerinin fantastik imajları, ancak gerçek bir dervişin elinden çıkabilecek aşkın ifadelerdir. Erol Akyavaş’ın son yirmi yılının işlerinde ışık ve renk, yüzeyi yok edercesine kağıtların ve tuvallerin içinden fışkırır. Bunu ancak çiçek, yaprak örneğiyle açıklayabilirim:
Bunların renkleri nasıl kendilerine ait, nasıl içlerinden, varlıklarından geliyorsa, Akyavaş’ın özellikle son yirmi yılının resimlerinde kırmızılar, maviler, morlar boya renkleri değildir. Yaşanmışlıkların katmanları bu tuvallere fosiller gibi kazınmıştır. Sanki unutulmuş serüvenler yerin altından gün yüzüne çıkmıştır. Sanki bu resimler kâğıt ve tuval değil kaybolmuş ilahi tabletlerdir ve kalın, katı yüzeyleri sonsuz yaşamları anlatan sınırsız uzamlardır.
1989 Doğu’nun İzleri ya da aynı tarihten Mavi Yazıt, Monet’nin Nilüfer havuzlarında olduğu gibi derinliği, yüzeyi ve yüzeyin üstündeki atmosferi, üç boyutlu olmadan üç ayrı derinlikle renklendirir. Bu resimlerde perspektif tümüyle yok olmuş, denizin dibine bakarken ya da ateşi izlerken deneyimlediğimiz gerçek bir mekân ya da uzam var olmuştur. Yazılar, işaretler, semboller, başka evrenlerden, unutulmuş yaşamlardan yollanan mesajlar, iyi duyulmayan çağrılar gibi seslenirler. Erol Akyavaş’ın dünyası tarihin birikimleriyle, şuuraltı ve unutulanlarla, muğlak düşlerin insanı çarpan imgeleriyle ilgili.
Erol Akyavaş dünyasını farklı ifadelerle donattı; düşlerini, düşüncelerini, gördüklerini bütün dünya ile paylaşmaya çalıştı. Birçok ülkede sergi açması bir meslek işi olmaktan çok bir paylaşma, tanışma, dünyasını başkalarının da bakışıyla görme arzusu idi. O bütün dünyaya aitti; Hintliler’in ritüellerini, Aztekler’in, Mayalar’ın tanrılarını, burjuvaların villalarını, çiftçilerin alın terini biliyor, onlara resimleriyle tekrardan vücut vererek insana ait yaşamların kaybolmaması, korunması için çalışıyordu. Kendisiyle Enlem 80 Yayınları’ndan 1995’te çıkan kitabı için konuşurken bana Hindistan’ı, Meksika’yı, daha birçok güney Amerika ülkesini, farklı insanları, festivalleri anlattığını anımsıyorum. Bunları anlatırken yeniden yaşıyor ve eminim hayalinde resimler yapıyordu. Erol Akyavaş’ın resimleri zaten onun zengin kültüründen, serüvenlerinden imajlarla oluşmuştur. Seyahatleri dışında, daha çok Batı ülkelerinde yaşadığı ve sergilediği halde düşleri ve hayalleri Doğu’dandır. Türk resmi içinde ilk kez ve en içtenlikle Doğu’yu benimseyen Erol Akyavaş olmuştur. O Doğu’da ilahi ve ruhani derinlikler görüyor ve bunları dünyaya yansıtmak istiyordu.
İlona-Erol Akyavaş, 1956
Erol Akyavaş özde bir ressam olsa da, fotoğrafları ve mimarisi onun hem ressamlığını hem de dünyayla, yeryüzüyle olan ilişkilerini beslemiştir. Erol Akyavaş’ın Meksika, Peru ve Hindistan’da çektiği fotoğraflardan, Ahmet Ertuğ seçkileri 2020 yılında, Alman fotoğraf eleştirmeni Rolf Sachsse’nin yazısı ile Form and Texture-Erol Akyavaş-Photographes adıyla sınırlı sayıda kitap olarak basıldı. Ahmet Ertuğ sanat yayınlarından 2020 yılında çıkan kitabın satışından elde edilecek gelirlerinin tamamı İlona Akyavaş ve ailesi tarafından, yüksek lisans öğrencilerinin arzu ettikleri sanat tarihi, arkeoloji ve müzik eğitimlerinin karşılanması amacıyla, TEV Vakfı, İlona/Erol Akyavaş Burs Fonu’na bağışlamıştır. Bu kitaptaki fotoğraflar aynı zamanda Erol Akyavaş’ın ışık ve tonalite, mekân, oylum ve mimari anlayışını da ortaya koyuyor. Erol Akyavaş’ın fotoğraf sanatıyla yakınlığı dünyanın görselliğinden her zaman ne kadar çeşitli ve zengin anlamlar üretebildiğini göstermişti. Aynı şekilde, Göreme’de çok gençken tasarladığı ve yörenin köylülerine ait olmasını istediği Kaya Otel (sonradan Club Med tarafından kiralandı), mimari anlayışını topografya ve yerin özel anlamıyla bütünleştirebildiğini göstermişti. Zira, dünyaya, insana olan yakınlığının ve duyarlığının yanında onun mimarlık becerisi her tür sanatla olduğu kadar her zaman mimarlık ile de yakınlık kurmasıyla ilgilidir.
Erol Akyavaş resim çalışmalarına Güzel Sanatlar Akademisi’nde Bedri Rahmi Atölyesinde misafir öğrenci olarak başladı. 1950-1953 yıllarında Floransa Güzel Sanatlar Akademisi’nin yaz kurslarına katıldı. Sonra Paris’e gitti Cercle et Carré gurubu içinde yer aldı ve nihayet New York’a yerleşti. Burada gerçeküstü resimler yapan Akyavaş 1955 yılından itibaren Amerika’da farklı müze ve galerilerde sergiler açtı ve 1962 yılında New York’ta Modern Sanat Müzesinde ve 1963'de Washington’da Milli Sanat Müzesinde eserleri sergilendi. Eserlerini Berlin’de ve Londra’da sanatseverlerle paylaşan Akyavaş kişi olarak hiçbir zaman sanatının önüne çıkmadı, medyatik bir kişilik olmadı. Oysa, 1980’lerden itibaren yaptığı İslam sembolleri taşıyan tasavvuf resimleri Türkiye’de aydınlar arasında oldukça heyecanlı söylemlere yol açmıştı. Erol Akyavaş her zaman resimlerini konuşturdu; kendisi hep arka planda kaldı. Bu nedenledir ki bugün resimlerini görüyor, kendi yokluğunun farkına varmıyoruz. Zira Erol Akyavaş her zaman öncelikle toplumun şuurunda resimleriyle yaşamış ve hâlâ öyle yaşamaktadır.
Erol Akyavaş, Abidin Dino ve Komet
Erol Akyavaş’ın resimleri birçok koleksiyonda yer almaktadır. Avrupa ve Amerika’daki müze ve özel koleksiyonlar yanında Türkiye’de İstanbul ve Ankara’daki Resim Heykel Müzelerinde önemli eserleri vardır. Ankara Resim Heykel Müzesi’nde 1970 ortalarından bir resminde tuğla duvarlardan oluşan dar bir iç mekân arasından görünen gök yüzünün mavisi her şeye rağmen umut ışığı sunmaktadır. Bunun gibi birçok resminde her ne kadar bunalım ve çelişkiler, zulüm ve acılar ifade etse de formların, renklerin canlılığı yaşamın her zaman umut dolu olduğunu söyler. 1990-1997 yılları arasında bu umut resimlerine daha büyük bir çeşitlilik ve özgürlük getirmiştir. Bazen çok koyu zeminler üstünde, sanki karanlık göklerden gelen ışık huzmesiyle çizilen bir sembol, bazen karanlıkta belli belirsiz biçim bulan profilden yüzler, bazen eski resimlerinde kullandığı birçok sembolün yepyeni kompozisyonlar oluşturması Erol Akyavaş’ın son yıllarında kendi kendini yakan bir meteor gibi enerji saçtığını gösteriyor. Belki de bu muamma dolu portrelerle Erol Akyavaş kendi resimlerine, kendi söylemine yanıt veriyordu.
Erol Akyavaş’ın resimleri hiçbir zaman önceden tasarlanmış, önceden verilmiş kararlarla oluşmadı; düşsel ve düşünsel serüvenlerin kendine özgü süreçleriyle şekil buldular. Farklı teknikler, farklı biçimler ve üsluplar çoğu kez bir arada. Bir bakıma bu çeşitlilik, arayışların sürüklediği karabasanlar, dinginlikler, sessizlik ve fırtınalar içerirler ve derinlere inişin izlerini taşırlar, ödenmesi gereken bir farz gibi. Akyavaş’ın kullandığı bütün imgeler, aralarında ne kadar uzun zaman farkı olsa da birbirleriyle organik bağlar içindedirler. İmgeler birbirleriyle sembolik ve biçimsel ilişkiler içinde olmakla yetinmez, birkaç resim mesafesi içinde birbirlerine dönüşebilirler. Akyavaş’ın resimlerine karşı takındığı tavır onların ışığa çıkmasına ortam sağlayan bir medyumunkine benzer. Resimlerinin, serbest, sonsuz gizilgücü bundan ötürüdür. Kitabını yaparken, 1988 yılındaki söyleşimizde “ben yaratmıyorum, estağfurullah” demesi bunu kanıtlıyor.
Yıllar içinde Erol Akyavaş’ın resmi, bütün çeşitliliklerine rağmen öz olarak değişmedi. Resimlerinin imgeleri, sembolleri türedi, çoğaldı, olgunlaştı. Zamanların, mekânların unutulmuş beldelerini görünür kıldı. Doğa, insan, kültür örgüsünün labirentleri bizim için de bir arınma yolu oldu. Bunun ötesinde Erol Akyavaş’ın resminde her zaman öncelikli olan, varlıkla karşı karşıya gelişin dehşet ve güzelliğini, nefes veren ve nefes kesen heyecanını yaşatmak, usun cansızlaştırdığının sonsuz devinimini sezdirmektir. Son yirmi yılın işlerinde kullandığı Arap harfleri, aslında en yalın ve arı şekilde ses ve sözlerin tefekkürünü ifade eder. Resimleri ne kadar yalın, sembolleri ne denli az olsa da düşünce ve anlam her zaman sonsuza ulaşır. Bu nedenle Erol Akyavaş’ın resimlerinde derin bir soyutlama yatar. Eğer bu süreç izlenebilirse, ışığa doğru bir yol alınmış demektir.
Evet, Erol Akyavaş’ın resmi özde değişmedi. Bugün onu ilk gördüğümüzden farklı değerlendirmiyoruz; belki günümüzün ticari dünyasında, güncel sanatın geçiciliğinde ve maddeciliğinde bu resmin değerlerini daha iyi görüyor, bu değerlere ne denli gereksinimiz olduğunu daha iyi anlıyoruz.
Erol Akyavaş’ın 31 Ocak 1978’de kendine yolladığı doğum günü kartını 90. doğum gününde tekrar kendisine yollayalım. Zira o kart hem bugünü hem dünü, anılarda yaşayan, yaşlanmayan Erol Akyavaş’ı tekrar gözlerimizin önünde canlandırıyor. Tarih, geçmiş ve anılar onun için hep yaşıyor, İstanbul bütün halleriyle, eskisi yenisiyle unutulmuyor, hem geçmişte hem bugün hem İstanbul’da hem de dünyanın her yerinde, Hindistan’da, Peru’da, New York’ta aynı anda yaşayabilen ruhu belli ki bütün bilgeliğiyle yine de başını döndürüyor. Hep yaşayacaksın sevgili Erol Akyavaş, resimlerine baktıkça başımız dönse de ruhumuz arınacak.
Kommentare