top of page

Tek seferlik oyun






Yazı: Haldun Dostoğlu


Erol Akyavaş New York’ta


Arşivimde Erol Bey ile çekilmiş sadece iki fotoğraf bulabildim. Başka var mı, bilmiyorum.


Fotoğraflardan ilki 1993 yılında çekilmiş, yani Erol Bey 61 yaşında. Diğeri ise 1997 tarihli, Akyavaş’ın 65 yaşında olduğu sene. İkimizin de bilmesine, aklından geçirmesine imkân yok ki bu fotoğrafın çekildiği tarihten iki sene sonra zor bir hastalığın ardından Erol Bey sahneyi terk edecek.


İlk fotoğrafın çekildiği 1993 yılında İstanbul’da eşzamanlı olarak üç Erol Akyavaş sergisi birden açıldı. Mayıs, haziran aylarına yayılan bu üç sergi, İstanbul sahnesinde ilk kez Akyavaş eserlerini kapsamlı bir şekilde izleme imkânı yarattı.





"Erol’la 1980’li yıllarda New-York’ta hemen her gün görüşmelerimizin eğlencelerinden biri de doğaçlama senaryolarla fotoğraflar çekmekti. Çocuksu keyifler alırdık. Bu fotoğrafın alt yazısını şöyle tasarlamıştık; Türkiye’deki sanat magazin ortamına, sanatımla New-York gibi bir ortamda ne kadar başarılı olup bol para kazandığımı ispat eden bir fotoğraf sızdırmak. Ku-Klux-Klan’ın bir üyesinin elinden aldığım dolarların cebimden taşıyor olması."


-Mehmet Güleryüz






Fotoğraf bu sergilerin birinde o zamanki adıyla Aksanat’ta çekilmiş. Büyük boy ve belki de kariyerinin en önemli tuallerinin yer aldığı serginin açılışında Erol Bey ile Semih Kaplanoğlu’nun arasındayım. Henüz kapalı alanlarda, açılışlarda sigara içildiği yıllar. Erol Bey neredeyse hayatı boyunca hiç elinden düşürmediği sigarasının yakılmasını bekliyor. Semih Kaplanoğlu’nun ise 2001 yılında çekeceği ilk filmi Herkes Kendi Evinde için daha yedi yılı var. O yıllarda çeşitli mecralarda sanat üzerine yazıları yayınlanıyor. Aklıma ilk, Gösteri dergisinin Kasım 1990 sayısında yayınlanan Akyavaş’ın St. Petersburg, Hermitage’da sergilenen İkonoklastlar İçin İkonalar sergisi vesilesiyle yayınlanan söyleşisi geliyor. Ardından Erol Bey’in vefatının ardından 12 Mayıs 1999 tarihli Radikal Gazetesi’ne yazdığı duygu dolu yazısını hatırlıyorum.


Erol Akyavaş, Haldun Dostoğlu, Semih Kaplanoğlu


Aynı yıl Aksanat dışında İstiklâl Caddesi’nde yer alan Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nde İkonoklastlar İçin İkonalar dizisini St. Petersburg’dan sonra bu kez İstanbullular’a sunuyor. Sergi kurulurken Ersin Alok’un fotoğraf çekimini hatırlıyorum. Kamerasıyla merdivenin üzerine çıkıp, arzu ettiği pozu yakaladığında asistanına gür sesiyle “Fire!” diye bağırışı hâlâ kulaklarımda. Bu sergide ikonalar dışında ilk kez 1989 İstanbul Bienali’nde Aya İrini’de sergilenen Fihi Ma Fih adlı eser de sergileniyor. Bu eser Aya İrini’den sonra 1990 yılında Berlin’de Martin Gropius Bau’da Wieland Schmied küratörlüğünde gerçekleştirilen Gegenwart Ewigkeit (Şimdi Sonsuzluk) adlı sergide yer aldı. Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’ndeki sergiden sonra, sanatçının vefatının ardından Dolmabahçe Kültür Merkezi’nde Beral Madra ile düzenlediğimiz ilk retrospektifte sergilendi. Şu anda QNB Finansbank’ın Genel Müdürlüğü girişinde bankaya gelenleri karşılıyor. Ancak 1993 yılındaki Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’ndeki bu sergiye bence asıl damgasını vuran, o yıllarda hala süren Bosna iç savaşı vahşeti ve tecavüze uğrayan kadınlar konusunda sanat dünyasında ilk sesini yükselten sanatçılar arasında Erol Bey’in de yer almasıydı. Hem bu konuya dikkat çekmek hem de satışından elde edilecek gelirin, iç savaştan kurtarılıp kamplarda yaşamını sürdürmeye çalışan kadınlar yararına kullanılması amacıyla ürettiği iki adet özel baskı da bu sergide yer alıyordu.


Erol Akyavaş ve Haldun Dostoğlu


1993 yılında düzenlenen üç serginin sonuncusu Galeri Nev İstanbul’un Maçka’daki mekânında sergilenen Son Baskılar. Akyavaş’ın ünlü Crosby, Still, Nash&Young grubu üyesi Graham Nash’in Kaliforniya’daki atölyesinde gerçekleştirdiği bu baskılar, o günler için oldukça yeni bir teknoloji olan dijital baskı tekniğinin belki de ülkemizde sergilenen ilk örnekleriydi.


İkinci fotoğraf özellikle New Yorklu mimarların yaygınlaştırdığı “mimarlar siyah giyer” tarzını benimseyerek sürdüren Akyavaş ile Ercüment Kalmık Müzesi’nde çekilmiş. Bir sergi ihtimali olabilir mi acaba diye müze yöneticisi Zeynep Rona’nın daveti üzerine gittiğimizi hatırlıyorum. Gümüşsuyu Alman Konsolosluğu’nun arkasındaki Saray Arkası Sokak’ta yer alan ve 1997 yılında açılan müze uzun süredir kapalı. Ercüment Kalmık’ın eşi tarafından kurulan Ayşe-Ercüment Kalmık Vakfı tarafından kurulan ve mimar Ayşe Orbay’ın olağanüstü projesi ile hayata geçen müzenin yöneticiliğini yıllarca yürüten Zeynep Rona’nın düzenlediği sergiler, etkinlikler hala aklımızda. Erol Bey’in müzenin mimarisinden etkilenerek hemen bir sergi hayal etmeye başladığını çok iyi hatırlıyorum. Ne var ki Erol Bey’in kısa süre sonra bozulan sağlığı nedeniyle bu hayal hiçbir zaman gerçekleşemedi.


Bugün Pazar. İstanbul yağmurlu, gökyüzü karanlık. Önümde duran bu iki fotoğrafa bakıp düşünüyorum. Kim bilir ne projeler gerçekleştirebilir, hayaller kurabilirdik. Olmadı. Kimileri erken terk ediyor sahneyi. Oğuz Atay’ın dediği gibi; “Her gün provasız olarak ve tekrarı olmadan, tek sefer oynadığımız oyun için sahnedeyiz”. Hepimiz sahnede her sabah provasız olarak yerimizi alıyoruz.


Sahnenin gerçek sanatçılarını özlememek mümkün değil. Hele böyle gri bulutlarla kaplı karanlık günlerde...

bottom of page