top of page

Empires Ago


Daniele Sigalot’nun, 13 Eylül – 04 Kasım 2018 tarihleri arasında Anna Laudel Contemporary’de gerçekleşen sergisi Empires Ago üzerine

Daniele Sigalot, Empires Ago sergi görüntüsü, Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz

Daniele Sigalot’nun İstanbul’daki ilk solo sergisi olan Empires Ago (İmparatorluklar Öncesi) geçmiş imparatorlukların içimizde taşımaya devam ettiğimiz görkemli mirasına atıfta bulunur.

İnsanın, geçmişinde ve bugününde kültüre bıraktığı izlerden yola çıkan sanatçı, şehirlerin silüetini, altın kaplama ve paslanmaz çelik haritalarda görselleştirir.

İnsan potansiyelinin iyi ve kötü izlerini barındıran şehirler, yüzyıllardır, ressamların, yazarların, seyyahların, kendi düş dünyalarından süzerek aktarılmışlardır.

Haritalar ise; şehirlerin en gerçek hafızalarıdır.

Şehirlerde kendi yansımalarımızı gördüğümüz gerçeğinden yola çıkan sanatçı, ayna etkisi verecek şekilde işlenmiş İstanbul ve Roma haritalarında, kendi portrelerimizi izlemeye davet eder. Kimliğimiz ve yaşadığımız yer arasındaki bağı sorgular.

Sigalot’nun çalışmalarında; renk, malzeme, kompozisyon, başlık gibi elemanlar, öznel algıda çok anlamlılığı destekleyecek şekilde planlanmışlardır.

Bu bakımdan onun sanatında, malzeme seçimi, sadece estetiğe dayalı bir süreç değil; aynı zamanda algının ve maddenin yeniden keşfi ile ilgilidir.

Serginin ilk katında yer alan alüminyumdan yapılmış “kağıt uçaklar”, efemera bir malzeme olan kağıdın zayıf ve hassas doğasını, metalin sert ve soğuk habitatında eriterek, görünene ilişkin algılarımızla oynar.

‘Öz’lerin kırılganlığını birer metafor olarak kullanan Sigalot; uçağın oyuncu, çocuksu imgesi ile gerçek eylemsel doğasını yüzleştirerek, hafızamıza kodlanmış anlam çizgilerini bulanıklaştırır. Görünenin ötesini düşünmeye davet eder.

Sanatçının adeta imzası niteliğinde olan bu kağıt uçaklar, her kıtada her çocuğa ait olabilecek, materyalizmden uzak, düş gücü ve yaratıcılığa ait bir simge olarak düşünülebilir.

Kağıt uçakların, Sigalot’nun sanatında böylesine sembolik bir güce ulaşmış olması, çocukluğumuzun temel bir anını canlandırma gücüne sahip olmasından kaynaklanabilir.

Diğer taraftan sanatçının yapıtları; sınırları tanımlanmış, dayatılmış tek bir anlam sunmaz. İzleyicinin düş dünyasında çözümlenir.

Bu nedenle, evrensel olarak kabul görmüş simgeler, onun sanatında, farklı göstergelere dönüşür.

Kağıt uçakların alimünyum temsilleri de, görünen kişiliklerimiz ardındaki kırılgan doğamıza uzanarak, modern toplumun hayatımıza getirdikleri ve götürdükleri ile bir hesaplaşmaya dönüşür.

Daniele Sigalot, Empires Ago sergi görüntüsü, Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz

Serginin ikinci katındaki çalışmalar, odağı insan olan derinlikli bir sanat söylemine ulaşır. Farklı malzemelerin sunduğu polifonik uyum, algımızı yönlendiren sanatsal bir edim oluşturur.

If You Show Me Your Empathy, I will Show You Mine (Bana Empatini Gösterirsen, Ben de Sana Gösteririm) isimli eser egolarımıza işaret eder. Sanatçının otoportresi olarak tasarlanmış altın kaplama paslanmaz çelikten yapılmış bu eser, karşısına geçtiğimizde kendi yansımamızı da görebileceğimiz bir aynaya dönüşür.

Biz bu aynada kendimize baktığımızı düşünürken gördüğümüz şey, aslında sanatçının portresi üzerinden bize ulaşan yansımamızdır. Onun benliğinin yansımalarında, -yani sanatında- bize ait parçalar buluruz.

Toplumda kabul edilmiş değerler sistemine, kalıplaşmış normlara bağlandığımız; kendimizden uzaklaşıp, bizi yansıtmayan kimliklere bürünmek zorunda kaldığımız anlar vardır.

“Ayna Benlik” teorisine de göndermede bulunan bu eser, kendimize bir adım yaklaşıp bakmamızı ve iç dünyamızda unuttuğumuz bir resimle bağlantı kurmamızı ister. Tüm egolarımızdan sıyrılarak, kendimizi okumamız için bir başlangıç sunar.

Sigalot’nun, sanatında sözcüklerle yaratılan kavramsal rezonans kültürel referanslardan faydalanır.

İmge ile iletilen düşünce; dil ile yeniden inşa edilerek, izleyiciyi anlam üretimine davet eder.

Dijital bir zaman sayacı olan Enough (Yeter), sergide tekrar temasının kullanılmadığı tek eserdir. Günümüze ulaşmış tüm ölümsüz yapıtlara atıfta bulunan eser, sanatçının esprili bir yaklaşımla, kendi sanatının ölümsüzlüğü için kafi gördüğü, 3018 yılından günümüze dek, geri saymaya devam edecektir.

Uzun yıllar, profesyonel olarak uluslararası reklam sektöründe çalışmış olan sanatçı, reklam dünyasının dilini ustaca kullanır. Medyanın ve çağdaş toplumun empoze ettiği klişelere ince bir ironi ile cevap verir.

Sanatçının İstanbul’da ilk kez sergilediği 3900 Sponges On The Floor ( Yerde 3900 Sünger) isimli renkli ponponlardan oluşan enstalasyon, nesnelerin gerçek doğası ve toplumdaki algısı arasındaki anlam ilişkisine illüzyonist bir tavırla yaklaşır.

İlk bakışta doğadaki organik bir formu andıran, fakat insan yapımı olan bu endüstriyel ürünler, yarattığımız yapay yaşamları deşifre eder. Bir simülasyonda yaşadığımız gerçeğini hatırlatır. Sosyal medya hesaplarımız ve maskelerimiz ardındaki kimliklerimizi sorgular.

Sigalot’nun sanatında malzeme seçimi, izleyiciyi oyuna davet eden, sezgisel bir keşif içerir.

Daniele Sigalot, Empires Ago sergi görüntüsü, Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz

Serginin üçüncü katında yer alan, buruşturup fırlatılmış kağıt görünümündeki alüminyum eserler, bizi, yaratıcı sürecin sancısıyla tanıştırır. Öyle birdenbire zihnimize düşmüş gibi görünen fikirlerin ardındaki upuzun sürece dikkat çeker.

6 Good Ideas Above, Between and Under 179 Bad Ones (179 Kötü Fikrin Arasında, Altında ve Üzerinde 6 İyi Fikir), tıkanmış, başarısız fikirleri zihinsel birer toteme dönüştürür. Bir fikrin ardında, bizi ilhama ulaştıran bir çok deneme olduğunu gösterir.

Sigalot’nun sanatında ustaca kullandığı çift anlamlar burada da, doğadaki “recycle” etkinliğini çağrıştırarak, eski fikirleri yeniden işleyip kullanılır hale getirme sürecine atıfta bulunur.

Sigalot’ya göre, kötü fikirler yoktur, tekrarlanan sezgiler vardır. Karasızlıklar, çelişkiler, yaratıcı düşüncenin sürecidir. Inconsistently Logical (İstikrarsızca Mantıklı) isimli eser, bu duyguyu fark etmeye başladığımız yerdir. Eserin lotus çiçeği formunda tasarlanmış olması sembolik bir anlam içerir. Çamurlu sularda yetişen bu tertemiz bitki, zihnin duruluğunu ve manevi aydınlanmayı temsil eder.

Dil ve plastik etkileşim, Sigalot’nun sanatında tesadüfi bir karşılaşma değildir. İzleyiciyi aktif olarak düşünsel sürece dahil edecek göstergeler sunar.

The Universe is Growing And So Should We (Evren Büyüyor Biz de Büyümeliyiz) isimli eser, galaksi şeklinde bir spiralden oluşmaktadır. Eserin sarmal formu, izleyiciye iki farklı izlek sunabilir. İzleyici, sarmalın merkezinden dışarıya doğru açıldıkça buruşan bir kağıt veya sarmalın dışından merkeze doğru ilerledikçe düzleşen bir kağıt görebilir. İlki; yaratıcı süreçte tıkanmışlığı; diğeri ise, tam tersini ifade etmektedir.

Çift anlamlar ve göndermeler Sigalot’nun sanatının temel şifrelerdir. Sanatçı, buruşturulmuş kağıtları ve spiral formu bir arada kullanarak, buruşuk bir halden evrimleşmiş olan evrene gönderme yapar. Evren, uzamsal bir boyutta genişlerken, insan ırkının da, düşünsel boyutta gelişmesi gerektiğini vurgular.

İstanbul’da üretilmiş olan, Everything That Could Have Been But Wasn’t, Now is (Olabilecek Ama Olamayan Herşey Şimdi Oldu) isimli eser, sanatçının en güncel çalışmasıdır. Sigalot’nun, tüm yaşamı boyunca ürettiği başarısız fikirlerin toplamını temsil eder.

Daniele Sigalot, Empires Ago sergi görüntüsü, Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz

Eserin dev hacmi, bulunduğu mekanı daha da daraltarak, klastrofobik bir his yaratır. Yaratıcı süreçte, bireyin hissettiği tıkanmışlık ve gerilimi vurgular.

Kötü fikirlerin, yan etkilerinden biri, tekrar deneme korkusudur. Oysa sanatta, başarıyı getiren süreklilik ve tutarlılıktır. Sigalot, başarının ardındaki binlerce düşüşü, çember gibi kusursuz bir form ile görselleştirerek, hayata ince bir alaycılıkla dokunur.

Sergide, son olarak mektuplar ve post-itler serisi ile karşılaşırız. Sanatçının, geleceğe, kadere ve sanata yazdığı mektuplardaki ironi, hem evrensel hem öznel bir duygunun gücünü taşır.

İçinde yaşadığımız zamanı tanımlayan post-itler, evrensel bir kültürün kodlarını çözümler. “Zamanın içinde olan”, “trend”i takip eden, “bir örnekliliğin içinde” kaybolup kendi “öznelliğini” yitiren toplumsal şemaya ayna tutar.

Daniele Sigalot’nun çalışmaları, kavramların içinin boşaltıldığı bir çağda, bizi anlamın çoklu/çoğul doğasını sorgulamaya yönlendirir.

bottom of page