top of page

Disiplinlerarası boşlukların ifade alanı

Sistemlerin birbirleriyle, insanlarla ve insan olmayan farklı şeylerin sistemle ilişkisini araştıran sanatçı Berfin Ataman, son birkaç yıldır, hareketlerini mikroişlemciler ve motorlar kullanarak programladığı farklı, yumuşak ve soyut kinetik obje serileri üzerinde çalışıyor. Sanatçıyla etkileşim ve iletişim üzerinden kurguladığı sanat pratiğini ve doğayla kurduğu bireysel diyaloğu konuştuk


Röportaj: Yasemin Güney Erten



Berfin Ataman



Hayatta hangi meselelerle meşgulsünüz, kafanızı neler kurcalıyor? Üretimleriniz aracılığıyla neyi anlamaya ve/veya anlamlandırmaya çalışıyorsunuz?


Kafamı kurcalayan pek çok şey var. Ancak şu ana kadar bunlardan çalışmalarıma yansıtabildiklerim sınırlı. Günlük yaşamımızda insan olarak sosyal, kültürel, mekânsal, natürel ve bunlar gibi farklı farklı sistemlerle etkileşimde bulunuyoruz. Şimdiye kadar yaptığım çalışmalar tüm bu etkileşimlerin birbirleriyle, bizimle, insan olmayan farklı şeylerin sistemle olan karşılıklı etkileşimlerini ve ilişkilerini araştırıyor, ortaya çıkarıyor.



Yaratım ve üretim sürecinizde size neler ilham veriyor? Nerelerden besleniyorsunuz?


En büyük esin kaynağım her zaman doğa oldu. Sanatımın doğayla direkt bir ilişkisi olmasa da doğada gözlemlediğim ilişkiler, renkler, desenler sanatıma yansıyor. Sympathetic Motion serisi için su altı canlılarından çok esinlendim.



Berfin Ataman, Sympathetic Motion; Making room, Searching for the sun

ve Waiting for the Dark white



Kinetik heykellerden, yerleştirmelere ve giyilebilir hâllere dönüşen eserlerinizde akışkanlık her zaman korunan bir özellik gibi duruyor. Durağan ve sabit olandansa, hareket ve dönüşüm içinde olanla uğraşıyor gibisiniz. Biraz bundan bahsedebilir misiniz?


Tabii ki. Sanırım bu akışkanlık benim farklı sanat ve tasarım bölümlerinde okumam ve araştırma yapmamdan kaynaklanıyor. Kariyerime sinema ve tiyatroda başladım. University of Southern California, School of Dramatic Arts'tan Sahne ve Kostüm Tasarımı ağırlıklı bir bölümden mezun oldum. Mezun olduktan sonra sinema ve tiyatro endüstrisinde çalıştım. Dünyalar yaratmak da benim sahne ve kostüm tasarımı eğitimimden gelen bir alışkanlık. Hem giyilebilir hem de yerleştirmelere kolay yer verebilmek bu öğrenim temelimden geliyor aslında. Film sektöründe çalışırken de en çok sevdiğim projeler genelde dansçılar ya da dublörler içeren projelerdi. Harekete olan ilgim de buradan geliyor.


2016’da ellerimle çalışmayı özlediğimi fark ettim ve bir süre sonra okula geri dönmeye karar verdim. School of the Arts Institute Chicago’nun Fashion, Body and Garment bölümünde bir senelik bir programı tamamladım. Bu sırada üniversite bünyesindeki mimarlık ve performans sanatı departmanlarıyla çalışmalar yaptım. Burada da performans sanatıyla ilgili denemeler yapmaya başladım. Aslen burada farklı malzemelerle çalışmayı öğrendim. Üniversitede bir hikâyeden dünyalar yaratmayı öğrenmiştim burada da o dünyaları gerçekleştirmenin yollarını öğrendim diyebiliriz.


İlk parçalarım giyilebilir olan Metamorphosis serisiydi. Bu konsept altındaki eserlerimi bir yerleştirmenin parçası olarak tasarladım. Aslen proje en başında çok tiyatromsu idi. Bu proje sürecinde farklı yoğunluktaki materyallerin vücutla etkileşimleri ve vücut üzerindeki hareketlerini de gözlemlemeye başlardım. 2018’de UCLA Design Media Arts bölümüne kabul edildim.


Motorlarla, elektroniklerle ve 3B yazıcılar gibi daha yeni teknolojilerle çalışmaya başladım. Kod yazmayı öğrendim. Bu departman teknoloji ve sanat ağırlıklı bir departman. Bu dönemde öğrendiğim yeni bilgilerle eski bilgileri birleştirdim ve harekete olan ilgim bu parçalara da yansıdı. Bu sefer dansçılar yerine programladığım motorlar ve onların farklı materyallere, harekete odaklı etkileşimlerini inceleyen farklı parçalar üretmeye başladım.



Berfin Ataman, Metamorphosis



Disiplinlerarası bir üretme biçimi size nasıl bir ifade alanı açıyor?


Benim ifade alanım disiplinler arasındaki boşluklarda yaşıyor zaten. Parçalarımda kullandığım tasarım öğeleri genelde birçok disiplinin birleşiminden geliyor. Bu da bana biraz daha özgürlük veriyor diyebilirim. Aynı zamanda da yeni materyaller ya da farklı yapım türleriyle deneyimler yapmama kolaylık sağlıyor.



İşlerinizin birçoğunda kumaş kullanıyorsunuz. Bir materyal olarak kumaşın sanat pratiğinizdeki yeri nedir?


Kumaş benim küçüklüğümden beri hayatımın büyük parçası olan bir materyal. Küçükken annem ve babam dokuma fabrikalarında çalışıyorlardı. Kumaş tasarımından üretimine bizim günlük yaşamımızın önemli bir parçasıydı. Kostüm tasarımı yaptığım dönemde de kumaşı malzeme olarak çok kullandım. Fakat bunun sanatıma yansıması aslında SAIC’de olan çalışmalarımla başladı. SAIC’de iken her ne kadar diğer bölümlere çalıştıysam da Fashion Body and Garment departmanının bir parçası olduğumdan kumaşla çok çalıştım. Bahsettiğim Metamorphosis projesi üzerinde çalışırken ise, pratiğimin önemli bir parçası hâline gelen kendi kumaş ve baskılarımı yaratmaya başladım. UCLA’de yüksek lisansımı yaparken de farklı çeşitlerde baskılar yaratmaya devam ettim. Fotoğraflardansa boyalarla yarattığım baskı tasarımlarını yaratmaya devam ediyorum hâlâ. En başta kumaşı kullanmayı tercih etmemin nedeni ise hareketle olan ilişkisiydi. Kumaş hem katı ve sert bir form yaratabilirken aynı zamanda yumuşak, sıvı bir forma el veren bir materyal. Bu da hareketli formlar üzerinde değişik etkileşimler yaratmayı sağlıyor. Tabii ki farklı materyeller de kullanıyorum plastikler ve tahta gibi. Genelde proje ne gerektiriyorsa ona göre değişiyor materyal. Şimdi de camla çalışmalara başladım.



Etkileşim, pratiğinizin yapı taşlarından bir tanesini oluşturuyor. İzleyiciyi doğası gereği pasif olan konumdan çıkarıp aktif bir katılımcıya dönüştürme arzunuz var. Eser ve katılımcı arasındaki etkileşim üretiminizde nasıl bir yere sahip?


Etkileşim sanatımın büyük bir parçası. Her projede etkileşim hakkında düşüncelerimin uygulanması farklı bir şekilde ortaya çıkıyor.


Sympathetic Motion serisi, insanların içinde yaşadıkları kültürel ve doğal sistemlerden nasıl etkilendiklerine odaklanıyor. Bu sistemlerin insanların bakış açılarını nasıl etkilediğiyle ilgileniyorum. Bu projenin araştırması sibernetik, psikolojik ve doğal sistemler üzerine odaklı. Eserler doğada bulunan hayvanları ya da şekilleri anımsatmalarına rağmen aynı zamanda bize çok yabancılar. İzleyicilerin eserleri algılayışını yönlendirmek için görsel ve duyusal tasarım öğeleri kullanıyorum. Bu, insanların sanat eserine bakarken içgüdüsel olarak yönlendiren farklı dürtülerle ilgili deneyler yapmama izin veriyor. İzleyicilerin objeler etrafındaki davranış şeklinin ve reaksiyonunun farklı tasarım öğeleriyle değiştiğini gördüm. Özellikle hareket tasarımı bu etkiyi artırıyordu. Hareket, renk ve desen tasarımı dengelendiğinde insanların bu objeleri canlıymış gibi algılama eğiliminde bulunduklarını deneyimledim.


Island of Doubt ve Raising Quills yerleştirmesi ve soyut obje serileri ise, içinde farkında olmadan yaşadığımız mimari ve toplumsal sistemlerle alakalı. Eserlerin farklı mimari mekânlar içindeki yerleşimleri, tasarımları ve hareketinin izleyici üzerindeki etkisini araştırıyorum. Aynı zamanda, eser ile mekân arasındaki ilişkinin nasıl başkalaşabileceği üzerine deneyler yapıyorum. İzleyiciye bütünleşmiş bir deneyim sunabilmek için mekânın yapısal özelliklerini, eserlerin niteliklerini ve izleyicinin geçmiş deneyimlerini göz önünde bulunduruyorum.


Island of Doubt ise Gordon Pask’ın ortaya attığı Architectural Mutualism teorisinden esinlenmemle başladığım bir projedir. Gordon Pask bu teorisini şöyle açıklar, “Bir bina ancak insani çevresiyle anlamlıdır. Bina sakinleriyle sürekli etkileşime girerek, bir yandan onlara hizmet eder, diğer yandan davranışlarını kontrol eder. Başka bir deyişle, yapılar insana ilişkin parçaları içeren daha büyük sistemlerin bir bileşeni olarak anlam ifade eder. Mimar öncelikle daha büyük olan bu sistemlerle ilgilenir. Bunun anlamı insanlar, yapılar ve toplumlar arasında karşılıklı bir çıkar ilişkisi olduğudur.” Benim yerleştirmemde de ziyaretçi mekâna girip yürüdüğünde, eserlere göre mekândaki davranışını değiştirmek veya sistemin akışını bozmak zorunda kalır. Önlerine gelen parçaları yollarından iterek, çekerek veya sadece tutarak sistemin akışını kesmeyi seçebilirler. İzleyicinin verdiği tepki, sistem içindeki ilişkileri kesintiye uğratır. Seyirci objelerden birini her tuttuğunda, onların nerede olduğunu veya daha sonra ne yapması gerektiğini hatırlayan ve rapor eden sistemdeki beyin kesintiye uğrar ve sistemin kafası karışır. Sonuç olarak, sistemde var olan nesneler arasındaki ilişkiler değişir. Obje veya süje karşısındakinin hareketine göre davranışını değiştirmek zorunda kalır.



Berfin Ataman, Island of doubt



Island of doubt adlı yerleştirmeniz kendi kapalı sistemlerine sahip, hareket halinde olan beş kumaş heykelden oluşuyor. Heykeller arasında değişken/akışkan bir iletişim gözeten bir beyin onların hareketlerini belirliyor. Bu kapalı sistem içindeki hareket sizin yazdığınız bir kodla sağlanıyor. Teknoloji ve elektronik sanat pratiğinize nasıl yerleşti? Güncel teknolojilerden beslenmenin üretiminize ne gibi etkileri oldu?


Teknoloji, sanat pratiğime UCLA’de yüksek lisansıma başladığım dönemde girdi. Daha önce de ilgim vardı. Projeksiyonlarla çalışmıştım ve farklı lazer ve CNC makinelerini üretim için kullanmıştım. Fakat kod yazmaya ve mikro işlemcilerle çalışmaya UCLA’de başladım. Aslen benim en baştan ilgimi çeken şey fiziksel objelerin teknolojiyle olan ilişkileriydi. Yani kodlamanın fiziksele dönüşümü. Üretim süreci içinde çok fazla teknolojiden yararlanıyorum. 3B yazılımlar, 3B yazıcılar, CNC ve lazer makinaları gibi. Güncel teknoloji ilerledikçe üretim ve prototip süreci kolaylaşıyor.



Metamorphosis adlı interaktif eseriniz giyilebilir bir formdan oluşuyor. Doğanın formları ve hâllerinden esinlenen kumaşlar, bulunduğu mekânla bir diyalog başlatıyor. Katılımcılar eserinizi giyerek bu diyaloğun bir parçası olma ve onlar için bilinmeyen ortamı keşfetme şansı yakalıyorlar. Sizin doğayla bireysel diyaloğunuz nasıl işliyor?


Ben doğadan hep esinleniyorum fakat genelde bu parçalarıma soyut olarak yansıyor. Metamorphosis serisi sanırım en somut olarak yansıdığı seriydi. Aslen bu serinin araştırma noktası oyunla başladı. Oyunlarla ne öğreniliriz ve neden gereklidir? Parçalar da, kullanıcının diğer bedenlerden ve farklı mekânlardan yeni bir bakış açısı kazanması için tasarlandı. Günlük hayatımda ve büyürken de doğa hep hayatımın büyük bir parçasıydı. Antalya’da büyüdüm. Ailemle hafta sonu gezilerimizde tarihi kentlerde şelalelerde, orman gezilerinde çok zaman geçirdim. O zaman ve hala deniz ve okyanus hayatımın büyük bir parçası. Los Angeles’da yaşıyorum ve yaz kış sörf yapıyorum. Doğal olarak gözlemlediğim ve ilgimi çeken şeyler sanatıma yansıyor. Genelde bu yansıma şekil, renk ve bazen ilişkilerle ilgili oluyor.



Berfin Ataman, Sympathetic Motion

bottom of page