Deneyimin kendisine dönüşen mekân: The Cube
- Berfin Küçükaçar
- 42 dakika önce
- 5 dakikada okunur
Deneyim odaklı bir buluşma mekânı olarak tasarlanan The Cube, Altunizade Suites Istanbul, Curio Collection by Hilton’un içinde; CCN Holding sponsorluğunda 12 Kasım’da kapılarını açtı. Prodüksiyonu Piksel. Creative Solutions, küratörlüğü Olga Vad tarafından üstlenilen; Universal Everything, MAOTIK, Playmodes Studio, AMIANGELIKA, Shihua Ma ve Tatsuru Arai’nin yapıtlarını bir araya getiren açılış seçkisi CONFLUENCE, The Cube’da gerçekleşecek programların küratöryal çerçevesine dair ilk ipuçlarını veriyor. Mekânın vizyonunu, İstanbul’un kültür ekosistemindeki yerini ve açılış seçkisini CCN Holding Yönetim Kurulu Üyesi Berfin Çeçen Şenol, CCN Holding Mimarı ve CC’N’ Works Kurucusu Elif Çeçen ile sanatçılar ve Piksel.Creative Solutions Kurucu Ortakları Hande Şekerciler ve Arda Yalkın’la konuştuk
Röportaj: Berfin Küçükaçar

Universal Everything, Migrations, Being sergisinden, ACMI, 2024, Fotoğraf: Eugene Hyland
The Cube, dijital sanat üretimiyle mekânsal deneyimi bir araya getiren yeni bir alan sunuyor. Bu model, İstanbul’un kültürel ekosistemindeki hangi ihtiyaçlardan doğdu ve sizce hangi üretim biçimlerine alan açacak?
Hande Şekerciler: İstanbul’da medya sanatına ayrılmış, baştan bunun için tasarlanmış kalıcı bir mekân eksikliği vardı. The Cube bu boşluğu dolduruyor, Türkiye’deki en üstün teknoloji altyapısıyla mekânın kendisini deneyime dönüştüren, izleyiciyi içine alan bir sahne kuruyor. Böylece yalnızca ekran karşısında izlenen işler değil ışık, ses ve hareketin birlikte kurduğu, katmanlı ve kalıcı deneyimler mümkün oluyor.
Arda Yalkın: Hedef immersive deneyimler etrafında, sanatçılar ve yaratıcı teknolojistler için yaşayan bir ekosistem. The Cube; yıl boyu programlar, ortak yapımlar, sanatçı konuşmaları ve eğitimlerle üretimin sürekliliğini destekleyen bir merkez olarak tasarlanıyor. Piksel. Creative Solutions olarak teknolojik sanatın kolayca yalnızca teknoloji ve görselliğe odaklanan bir gösteriye dönüşebileceğinin farkındayız; ilk sergimiz CONFLUENCE için seçtiğimiz işler bu döngüyü kırıp güçlü fikir ve duyguyu merkeze alan bir deneyim öneriyor.
Yeni bir dijital sanat alanı olarak The Cube, İstanbul’daki kültür sahnesinde ne gibi bir boşluğu kapatmayı hedefliyor? Bu doğrultuda mekânın dijital sanatın üretiminden izleyiciyle buluşma biçimlerine kadar hangi dönüşümlere aracılık etmesini ve izleyicinin sanatla kurduğu deneyimi nasıl dönüştürmesini planlıyorsunuz?
Berfin Çeçen Şenol: The Cube, İstanbul’un dinamik sanat ekosisteminde dijital sanatın hâlâ sınırlı temsil edildiği alanı görünür kılmayı ve bu alanda sürdürülebilir bir üretim ortamı oluşturmayı hedefliyor. Teknolojiyle sanatı buluşturan The Cube, dijital sanatın yalnızca sonuçlarını sergilemekle kalmıyor; sanatçıların üretim süreçlerini destekleyen altyapıyı, teknolojiyi ve iş birliği ortamını da sunuyor. Sanatçılar için deneysel, izleyiciler için ise etkileşimli bir alan yaratmayı amaçlıyoruz. Burada sanat, yalnızca izlenen bir olgu olmaktan çıkıyor; katılımcı, çok duyulu ve dönüştürücü bir deneyime dönüşüyor. The Cube, dijital sanatın da dahil olduğu farklı disiplinlerden etkinliklere ev sahipliği yaparak sanat ve teknolojinin kesiştiği çok yönlü bir buluşma noktası olmayı hedefliyor. Ayrıca The Cube, yapay zekâ, veri, hareket ve ışık gibi dijital araçlarla şekillenen yeni sanat biçimlerinin İstanbul’da kalıcı bir ifade alanı bulmasını sağlamayı amaçlıyor.

Shihua Ma, Newborn, Görsel ve işitsel performans, 2025
Yeni medya sanatı için bu ölçekte bir mekânın İstanbul’da ilk kez açılıyor oluşu, hem dijital sanat üretimi hem de izleyici açısından önemli bir dönüm noktası gibi görünüyor. Bu bağlamda The Cube’un, İstanbul izleyicisinin dijital sanatla kurduğu ilişkiyi nasıl dönüştürmesini umuyorsunuz?
B.Ç.Ş: The Cube, “tek seferlik gösteri” anlayışını aşan, yıl boyu yaşayan bir yapı olarak tasarlandı. Sergi, performans ve öğrenme alanlarını birbirini tamamlayan bir bütünlüğe dönüştüren bir program anlayışı benimsiyoruz. Kısa ve etkileyici işler ile daha uzun süreli, katmanlı deneyimler aynı çatı altında buluşacak. Gündüz ve gece; hafta içi ve hafta sonu farklı ritimlere göre şekillenen akışlarla, her ziyaretin farklı bir deneyim sunmasını hedefliyoruz. Sürdürülebilirlik ve erişilebilirlik bizim için temel ilkeler, kurulumların yeniden kullanılabilir olması, enerji verimliliği ve herkesin rahatça deneyimleyebileceği içerikler önceliğimiz.
Elif Çeçen: Üretim tarafında esnek bir yaklaşım benimsenmiş durumda. Kısa süreli yerleştirmelerden uzun soluklu sergilere uzanan bir takvimle, sanatçılarla ortak projeler ve yeni üretim modelleri geliştireceğiz. Dijital sanat hızla değişiyor; biz de bu değişime uyumlu, sürekli yenilenen bir yapı kuruyoruz. Yeni teknolojiler, ses ve ışık sistemleriyle işlerin farklı biçimlerde yeniden yorumlanabileceği bir alan yaratıyoruz. İzleyici için de tek tip bir deneyim yerine, farklı ilgi alanlarına ve ritimlere uygun paralel deneyim yolları açacağız. Kısacası The Cube, sadece içerik değil üretim biçimi de geliştiren; yerel üretimi uluslararası sahneye taşıyan, sürekli yaşayan bir deneyim merkezi olacak.
The Cube’un ortaya çıkışında uluslararası örnekler ya da benzer modeller sizi etkiledi mi? Bu tür yeni medya odaklı mekânların dünyadaki gelişimini nasıl görüyorsunuz? The Cube’un dünya sahnesindeki ve Türkiye’deki yerini nasıl tanımlarsınız?
B.Ç.Ş: Dünyada son on yılda izleyiciyi saran mekânsal deneyimler yaygınlaştı; T he Cube ise bu eğilimi İstanbul’un temposu ve üretim alışkanlıklarıyla buluşturan, geçici gösteriler yerine sürekliliği önceleyen bir merkez olarak düşünüldü. Yıl boyu araştırma, üretim ve sunum birbirini besliyor; mekâna özgü işler için elverişli, uluslararası ağlarla teması güçlendiren kalıcı bir zemin ortaya çıkıyor. Bu yaklaşımın ardında CCN Holding’in ilerici vizyonu ve yatırımı var. The Cuba’da kentte eksikliği hissedilen uzun soluklu dijital/immersive üretim kültürüne referans olabilecek bir altyapı kuruluyor.
E.Ç: Küresel ölçekte yeni medya mekânları kabaca iki hatta ilerliyor: hızlı tüketilen “görüntü şovları” ve sanatçı odaklı laboratuvar yaklaşımı. The Cube, ikinci hatta konumlanıyor; üretim-deney-paylaşım döngüsünü aynı çatı altında birleştirerek Türkiye’de önemli bir boşluğu kapatıyor. Dünya sahnesindeki rolü; ortak yapımlar, eğitimler ve konuşmalar üzerinden İstanbul’u uluslararası dolaşıma bağlayan bir düğüm olmak; yerelde ise teknik olanakların ötesine geçen bir kültürel altyapı sunmak. Böylece mekân, yeni teknolojileri yalnızca sergileyen bir vitrin değil içerik ve metodoloji üreten, küratöryal tutarlılığı ve sürdürülebilirliği ölçüt alan bir merkez olarak tanımlanıyor.
Sanat, teknoloji ve tasarımın giderek iç içe geçtiği bir dönemde, The Cube’un geleceğe yönelik vizyonu nedir? Programların, dijital üretim biçimlerindeki değişimlere ve izleyici alışkanlıklarına nasıl yanıt vereceğini öngörüyorsunuz?
H.Ş: The Cube sergi, performans ve öğrenme hatlarını birbirini besleyen bir bütünlüğe dönüştüren programıyla öne çıkıyor. Kısa, yoğun ve paylaşılabilir anlar üreten işler ile daha uzun süreli, katman katman açılan deneyimler aynı çatıda buluşacak; günün farklı saatleri ve haftanın farklı günleri çeşitlenen ritimlere göre akışlar tasarlanacak. Erişilebilirlik (altyazı, rehberli turlar, düşük duyusal seanslar) ve sürdürülebilirlik (yeniden kullanılabilir kurulum, düşük tüketimli içerik stratejileri) kararların temel ilkeleri.
A.Y: Üretim tarafında modüler bir yaklaşım benimsenecek. Dönemsel komisyonlar ve ortak yapımlar, kısa süreli yerleştirmelerden uzun soluklu sergilere uzanan bir takvim, sanatçı konuşmaları, atölyeler ve mentörlüklerle desteklenen bir öğrenme hattı oluşturacağız. Dijital üretim biçimleri evrildikçe program da esnek kalacak; generatif sistemler, uzamsal ses ve etkileşimli kurguların yeni sürümleri, aynı işin farklı derinlik katmanlarıyla geri dönebilecek. İzleyici alışkanlıklarına yanıt, farklı profiller için paralel deneyim yolları açarak verilecek. Kısacası The Cube, içerik kadar metodoloji üreten; yerel üretimi uluslararası dolaşıma bağlayan, sürekliliği olan bir immersive deneyim ekosistemi olarak ilerleyecek.
Açılış seçkiniz CONFLUENCE, ışık, ses ve hareketi bir araya getiren küresel sanatçılardan oluşuyor. Bu seçkinin kavramsal çerçevesini bizimle paylaşır mısınız? CONFLUENCE, The Cube’un uzun vadede nasıl bir küratoryal çizgi izleyeceğine dair nasıl bir başlangıç noktası sunuyor?
H.Ş: CONFLUENCE, en yalın hâliyle “akışların kesişimi”: doğal&dijital, fiziksel&sanal, bireysel algı&kolektif hafıza. The Cube’ta mekân bir yüzey değil başlı başına malzeme; heykelsi ışık yapıları ve uzamsal ses birlikte çalışarak izleyiciyi görüntünün içine davet ediyor. Seçkideki her sanatçı bu fikri farklı bir eksende taşıyor: MAOTIK, gerçek zamanlı desenlerle mekânı dönüştürüyor; Universal Everything psödo-organik varlıklarla “teknoloji = yeni doğa” fikrini yokluyor; Playmodes Studio, ışık-ses senkronuyla mimariyi ritme çeviriyor; Tatsuru Arai mikro/makro ölçekte geometri-kompozisyon ilişkisini katlıyor; Shihua Ma etkileşimle kalabalığın ortak algısını görünür kılıyor; AMIANGELIKA karanlık-ışık, kaos-düzen karşıtlığını ritüelvari bir dramaturjiye dönüştürüyor.
A.Y: Bu açılış, The Cube’un uzun vadeli çizgisini de tarif ediyor: mekâna özgü üretim, gerçek zamanlı düşünme ve uzamsal sesin görüntüyle eşdeğer bir anlatı katmanı olduğu bir yaklaşım. Program, tek seferlik şovlardan ziyade sürekliliği önceleyen bir metodolojiye yaslanacak; kısa süreli yerleştirmeler, uzun soluklu sergiler, performanslar, sanatçı konuşmaları ve eğitimler birbirini besleyen bir bütün oluşturacak. Odak, yalnızca yeni araçlar göstermek değil o araçlarla yeni anlatım biçimleri ve izleyiciyle daha derin bağlar kurmak. Bu anlamda CONFLUENCE, üretim ve sergilemeyi aynı çatı altında buluşturan, sanatçılar ve yaratıcı teknolojistler için yaşayan bir immersive ekosistemin ilk taşı.





Yorumlar