top of page

dadans 10 yaşında


Performans sanatından çok bahsedilen son aylarda, aslında bu işi uzun zamandır yapmakta olan Merve Uzunosman, Melek Nur Dudu ve Dila Yumurtacı’dan oluşan dadans’ı üretimlerinde 10. yıllarını doldurmaları dolayısıyla odağımıza aldık

Şöyle bir takıntım var son zamanlarda; Türkiye’de pek çok alanda iş yapılıyor ama temel kavramlar ortaya koyulmuyor. “Güncel sanat nedir?” dediğimiz zaman cevap verebilecek insan yokken, herkes güncel sanat üretiyor veya konuşuyor. Performans da sıkça adını duyduğumuz bir şey olmaya başladı. Belki de yalnız benim gözüme çarpan bu. Herkes performans diyor, ama ben performansın arka planına baktığım zaman bir karmaşa görüyorum. O yüzden dadans'ın aktif olduğu bu on yılı da akılda tutarak performans nedir diye sormak istiyorum.

Dila Yumurtacı: Performans popüler oldu diyebiliriz. İngilizce’de Performing Arts, Performance ve Performance Art kavramları arasında fark var. Türkçede bu ayrımı yapamıyoruz. Sıkıntı buradan kaynaklanıyor: Her şey performans oluyor. Sanatı eklediğimiz zaman sadece bir farklılık oluyor belki ama yine de performing arts yok. Konser de bir performans. Bale, dans, bunların hepsi daha şov odaklı şeyler . Performing arts daha çok şov odaklı bir şeye dönüşüyor. Performans dediğimiz şey "perform" etmekten gelen, daha genel bir tanım. Performance art ise ayrı bir disiplin.

Merve Uzunosman: Şöyle diyebiliriz, bizim ilk ürettiğimiz işler daha dans odaklıydı; dans tiyatrosu, dans videosu gibi. Biz onlara da “Bizim performansımız var. Gelir misin?” diye soruyorduk. Çünkü o da bir performanstı ama daha seyirseldi. Dans performansı ya da dans tiyatrosu performansıydı. Zaman içinde, özellikle son bir kaç yılda, biz performans sanatı alanına kaydık. Seyirlikten çok deneyim temelli, katılımcıyla birlikte bir şeyler paylaştığımız ve o an bütün katılımcı gruplarına göre farklı şekiller alabilen bir deneyim yaşıyor ve yaşatıyoruz.

Dila Yumurtacı: Yaptığımız şeyler her zaman deneyim oluyor mu emin değilim. Ama her şekilde bir etkileşime giriyoruz. Mesela tarihsel olarak 60’lar ve 70’lerdeki hareketlere baktığımızda dans kökenli performans sanatçılarına daha yakınız. Kim onlar? Yvonne Rainer, Trisha Brown, Judson Dance Theater ekibi… Biz de beden ve hareket odaklıyız. Performans sanatı o kadar geniş bir tanıma sahip ki açıklamak zor.

Melek Nur Dudu: İzleyicinin durduğu yerle de bağlantılı galiba. Bir tiyatro oyunu oynamadan önce provasını yapıyorsun, bütün prodüksiyonunu hazırlıyorsun, bir sahne buluyorsun, sahne bir açık alan da olabilir kapalı alan da, seyircisini oraya getiriyorsun, “Beni izleyen birileri var ve ben o izleyenlere bir şey göstereceğim şu anda.” Çok önceden planladığın bir şey oluyor. Ama performans sanatları dediğimiz şeyde izleyici olmasa da olur. Ben şu an bir şeye dikkat çekiyorum, bir deneyim yaşıyorum ve o deneyime başkaları davet edilir ve gelirse tamam ama gelmezse de yine tamam. Ortada bir yerlerde salınma hali var .

Bunun içinde de bir koreografi yok mu?

Dila Yumurtacı: Hayır. Artık yaptığımız şeylerde o kadar koreografi yok.

Merve Uzunosman: Baştan sona tamamen kontrol edilen bir kurgu olmuyor. Eski yaptığımız işlerde daha çok öyleydi. O seyirlik dediğim işler baştan sona kurgusu belli, çalışılmış, sonuna kadar ne olacağı kestirilebilen performanslardı. Hazırlandığın şeyi göstereceksin.

Benim aklımda “Bunlar kurgulanmış mı? Bunu düşündüler. Şimdi şu hareketi yapacak?” gibi şüpheler oluşuyor işlerinizi izlerken.

Merve Uzunosman: İşlerin hala bir kısmı kurgulanıyor. Dans kökenimizden gelen bir kurgulama hali ya da bir oyun kurgusu gibi genel bir akış kurgusuyla başlıyoruz, genel iskeleti düşünmüş oluyoruz ama çoğunlukla izleyeni de içine katan, her izleyici grubuyla ve mekana göre değişen bir yapıda oluyorlar.

Dila Yumurtacı: Performans sanatlarında izleyiciye gerek yok. Katılımcı da olabilir. Hiç katılımcı olmadan sadece kendi bedenini denek olarak kullanıp sadece kendin bir şey deniyor olabilirsin, bunu video ile gösterebilirsin, ya da hiç videoyu göstermezsin ve başka bir belge üzerinden bunu kaydedersin.

Melek Nur Dudu: Ama bir gösterme amacı var yine de değil mi?

Gösterme amacın varsa görecek biri de var.

Dila Yumurtacı: Bence illa olması gerekmiyor. Örneğin tamamen stüdyoda yalnız bir şeyler yapıyorum ve bu başka bir şeye de dönüşebiliyor. Bu da bir performans sanatı. Mutlaka canlı mı olmalı? Hayır. Artık bu net. Ama performansın kayıt altına alınma durumu da bambaşka bir konu arşiv anlamında. Sonuçta yaptığın uçuyor. Güzel yanı kayıt altına alınması.

Şu güncel sanatın en büyük handikaplarından bir tanesi kayıt altına alınmaya direnmesi. Ama güncel sanatı güncel kılan şey zaten tüketildiği anda bitmesi. Duchamp’ın pisuarına bakın. Bir tane pisuar vardı, artık yok. Kopyalarını üretebiliyorsunuz, ama o pisuar artık yok. Buradan şuna geleceğim; adınız dadans, kökünde Dada var. Sizin Dada happeninglerinden yola çıktığını düşündüğüm ilk videolarınızda izleyeni çıkmaz yola sokma, beklentilerini karşılamama, şaşırtma teknikleri çok fazla. Mesela Kaktüs ve Kirpi. Onun dışında Dila'nın yönetmenliğini yaptığı bir video var, Small Talk. Bunlarda bu teknikler çok belirgin. Amatörler, ama bir öğrenciysem ve sınıfımdaki birisi bunu gösteriyorsa alkışlarım. İkisi farklı şeyler ve çok eğlendiğiniz belli. Şok, spontanelik ve hayatın içerisine direkt müdahale etme. Ama benim kafamı karıştıran şey son performanslarınızda her zaman bir sahne alanıyla izleyici alanının belirli olması. Profesyonelleştikçe sanki bu aradaki mesafe açılmaya başlıyor.

Merve Uzunosman: Ben aynı fikirde değilim.

Ben bir izleyici olarak bunu düşünüyorum.

Merve Uzunosman: Sana bunu düşündüren nedir?

Görelilik Üzerine veya Göre performansınız aklıma geliyor. Sanki işiniz profesyonelleştikçe ve insanlar “burada bir performans olacak” dedikçe, biri performansı tırnak içine aldığında özgürlük alanınız sınırlanıyor ve izleyenler performans izlediklerini biliyorlar. Onların hayatına dahil olabilecek bir şeyle aralarına bu performans izleme etkinliği geçiyor ve onlar kendi hayatlarında bir dönüşüme izin vermeyecek bir mesafeden izliyorlar etkinliklerinizi. O mesafeyi geçmek zorlaşmaya başlıyor. Bir happening'den etkinliğe dönüşüyor performans. Güncel sanatın ya da 20. yüzyıl sanatının temel noktası temsil etme pratiklerinin altını oyarak gerçek hayata dahil olmaktır. Gördüğünüz iş sizi gerçek hayatta rahatsız eder. Ama aslında sadece size yönelik bir soru değil bu. Günümüzde performans diye geçen şeylerin çoğu performans alanı altında kutsanıyor ve gerçek hayattaki dinamiklere değmeden bir şov sunuyorlar. Burada biraz teatral oluyorlar ve hatta dediğim gibi etkinlik halini alıyorlar.

Merve Uzunosman: Senin söylediğin bence bizim tercihlerimizle alakalı değil, Türkiye’nin durumuyla da alakalı. Senin söylediğin mekanlara hapsolma ve seyirlik durumu yıllar içerisinde kamusal alanın kapanması nedeniyle oluştu. Sanat çevresi de kendi kabuğuna çekildi. Örneğin biz üniversitedeyken daha çok kamusal alan performansı yapıyorduk.

Türkiye’nin durumu bana yeterli bir izahat gibi gelmiyor. Misal bu gece burada bir performans yapacaksınız ve bu performans anons ediliyor, buraya gelen herkes bunun bir performans olduğunun bilincinde.

Merve Uzunosman: Aslında sahne yok.

Ne fark eder?

Merve Uzunosman: Happening mantığı… Peki bunu yapan var mı Türkiye’de?

Kesinlikle yok.

Merve Uzunosman: O yüzden soruyorum. Belki de bu ortamın getirdiği bir şey.

Melek Nur Dudu: Kaktüs ve Kirpi’den sonraki evrim sürecinde mesafe koymak bence lineer bir şey değil. Her an videoya dönebiliriz. Seyircinin oturduğu, sahnenin olduğu bir iş yapabiliriz… Kaktüs ve Kirpi’den sonra, geçen sene Halka Sanat’ta Komşuda Pişer Bize de Düşer sergisi için Evcilik diye bir iş yaptık örneğin.

Evet onu da gördüm. Ama bence orada bardakların kullanımı çok sembolik bir şeydi.

Dila Yumurtacı: Sadece ondan ibaret değil ki. O, senin gördüğün kısmı.

Melek Nur Dudu: Orada bahsettiğimiz izleyiciyle aramızda olan duvar tamamen ortadan kalkmıştı çünkü orada sadece insanlarla konuşma var.

Merve Uzunosman: Masada üç kişi yan yana ve Türk kahvesi içiyorlar. Önlerinde kahve ve su bardakları var. Türk kahvesi bardaklarından son yudumu alıp kapatıyorlar. Suyu içiyorlar. Bardakla odanın içine dağılıyorlar. Herkesin elinde bir bardak var ve duvar dinlemeye başlıyorlar. Farklı bedensel hareketlerle farklı yerlerdeler. Sonra farklı yüzeyleri ve objeleri dinliyorlar. En son birbirlerinin bedenlerini buluyorlar.

Tüm bunlar koreografisi önceden planlanmış şeyler mi?

Merve Uzunosman: Evet. Birbirimizin bedenlerinin farklı kısımlarını dinlemeye başlıyoruz. O sırada kendi aramızda etkileşim başlıyor. Sonra birbirimize komşu hikayeleri anlatmaya başlıyoruz, ama belli belirsiz. Hepimizin önceden belirlenmiş kişisel hikayeleri var. Anlattıklarımızı herkes duyuyor. Ondan sonra bardakları diğer insanlara koyup onların hikayelerini dinliyoruz. Onlar isterse bizim üstümüze koyup bizden başka bir hikaye alıyorlar.

Melek Nur Dudu: İzleyiciler bazen anlatıyorlar, bazen anlatmıyorlar, farklı tepkiler veriyorlar. Bizi isterlerse dinliyorlar. Bazen başka bir şey çıkıyor. Biz tam onların bize bardak dayamasını beklerken başka bir izleyiciye bardak dayıyor ve onların arasında dönüyor, biz kalakalıyoruz.

Dila Yumurtacı: Bir oyun kurgusu yapıp o oyun alanı içerisine insanları nasıl dahil edebiliriz? Çünkü insanların, performans sanatındaki o “Kendine ne yapacak? Şok. Radikal. Elit.” düşüncelerini kırmak gerekiyor. Bu yüzden daha çok, “Komşuluk, Türklük, alan nedir? Alana müdahale nedir? Toplumsal baskı bizde ne yaratıyor?” bunları aramızda konuşup olayın nasıl çok basit ve sıradan bir şekilde yapılabileceği, insanları bu oyunun içine nasıl dahil edebileceğimiz kısmı var. O yüzden sıradan bir şey. Belki herkesin yapabileceği bir şey ama orada insanlarla yakınlaşıyoruz, samimiyet oluşuyor.

Merve Uzunosman: Çünkü iki kişi orada bir paylaşım yaparken uzaktaki kişi asla duymuyor onu.

Melek Nur Dudu: Bahsettiğin Kaktüs ve Kirpi’de araya bir set çekme durumu var dedin ya, evet bazı durumlarda var. Mesela Evcilik’e nazaran Görelilik Üzerine veya Göre’de çok fazla var. İnsanlar izliyor, arada biz yaklaşıyoruz, belki bir şey göstermeye çalışıyoruz. Obje üzerinden bir etkileşim var orada. Seyirlik bir şey. Ama Evcilik öyle değil. Yarın başka bir şey olur. O yüzden o, şöyle giden veya böyle giden bir şey değil, zikzak yapıyor.

Merve Uzunosman: İlk işlerimiz özellikle sahne tabanlı. Sahnelerle iletişim kurup, orada üç defa yapabilir miyiz diyerek bilet satmaya çalışıyorduk. Böyle bir geçmişten geliyoruz, üniversite yılları bu şekilde geçti. Kadıköy’de, Taksim’de sahneye çıkıyorduk, insanlar oturuyordu, aramızda baya bir seviye oluyordu. Şu an mesela aynı düzlemdeyiz, iç içeyiz.

Buradan bedenle olan ilişkinize odaklanacağım. Dansı bu kadar ön plana çıkarıyorsunuz. Beden ne kadar ön planda sizin için? Performans sanatı denilince nerdeyse bir ön koşul olarak beden işin içine giriyor. Bence girmesine gerek yok ama giriyor. Bedensel varoluş sizin işlerinizde de sürekli söz konusu. Bedeni konu alınca da ister istemez kadına bağlanıyoruz. Neden bağlandığımızın açıklamaları yapılabilir ama şimdilik önemli değil. Neticede kadına bağlanıyoruz ve siz sadece kadınlarsınız. Neden?

Dila Yumurtacı: Erkekler de oldu arada. Erkekler olsun. Açığız yani erkeklere.

Merve Uzunosman: Şartlar öyle gerektirdi.

Türkiye özelinde soruyorum, neden erkek performans sanatçıları çok az?

Dila Yumurtacı: Var ama dans alanında çok yok. Erkek izlemeyi seviyor, bunu kabul edelim. Erkek, bedenini öne çıkarmayı sevmiyor. Male gaze var. Biz de female gaze ile kendimizi öne attık galiba.

Merve Uzunosman: Gerçekten ilgilenen yoktu. Arayıp bulamıyorduk. Türk kültüründe erkek bedeninin bir yeri var. Ne kadar kırmaya çalışsak olmadı.

Bence female gaze cevabı doğruydu. Erkeklerin kendi bedenleriyle rahat etmeleri çok zor bir şey galiba.

Dila Yumurtacı: Bu bir problem. Bir de çalışma anlamında biz birbirimizi çok hızlı anlayıp iletişim kurabiliyoruz iş ortaya çıkarken. Bu, sürecin getirdiği bir şey. Yeni biriyle tanıştığımızda onunla zaman geçirmemiz gerekiyor, anlamamız gerekiyor. Bir noktada da kapalı olduğumuz söylenebilir. Yani görünürde kapalıyız ama yürekten açığız.

Merve Uzunosman: Kapalı değiliz bence ama Türkiye’de iş birliğine açık bir ortam yok.

Dila Yumurtacı: Bizi çok geren o yarış halinden çıkılmaya başlandı biraz. Eskiden bir okullu olma ve okulsuz olma durumu dolayısıyla rekabet vardı. Biz alaylıydık. Çok ikinci plandaydık. Sahne bulmak zordu. Herkese açık etkinlikler yoktu...

Neden beden?

Merve Uzunosman: Gerçekten beden kökenli olduğumuzdan. Başka bir açıklaması yok.

Performans sanatı illa bedenle mi ilgili olmalı?

Dila Yumurtacı: Biz de kendimizi performans sanatçısı diye tanımlamıyoruz. Biz bir konuyu kafamıza takıyoruz, kendi aramızda konuşuyoruz, o konunun içine dalıyoruz. Kitap okuyoruz, kitapları değiş tokuş yapıyoruz, onunla ilgili filmler izliyoruz sonra tekrar bir sohbette onun medyumunu bulmaya çalışıyoruz. Bazen bu dansa yakın oluyor, bazen tamamen tiyatro oluyor. Direkt video olabiliyor.

Biraz daha dünyevi konulara dönelim size dair. Ne yapacaksınız? Performans sanatçısı olarak Türkiye’de durumu nasıl görüyorsunuz ve siz neler yapmayı planlıyorsunuz? 10 yıl geçti.

Dila Yumurtacı: Bence kolektif olmak önemli bir şey ve Türkiye’de uzun vadede işleyebilen kolektif sayısı sınırlı. Planlı değil, içgüdüsel davranıyoruz. Geliyor, hadi yapalım diyoruz, sonra başka bir konu ilgimizi çekiyor ve onun içinde buluyoruz kendimizi.

Merve Uzunosman: Biz üretmeye devam edeceğiz. Önümüze yeni engeller çıksa bile. Bir şekilde öğrenmeye devam ediyoruz.

Melek Nur Dudu: İçerik olarak değil de belki karşılaştığımız sorunlar olarak ele alırsak daha iyi cevap verebilirim. Nasıl ki bir resim sergileniyor ve bunun için her zaman olmasa da büyük kurumlar tarafından bütçeler dönüyor, bu fonlamayla ilgili biraz daha bu dünyanın görülmeye başlamasıyla ilgili planımız olmasa da bu yönde atacağımız adımlar olabilir. İçerik değil, işin ciddiye alınması kıymetli ki.

Söyleyin işte; “Dünyayı ele geçirmek istiyoruz.” Dünya birisi tarafından ele geçirilse ve o siz olsanız harika olur.

Melek Nur Dudu: Zombiler ele geçirecek Dünya’yı!

bottom of page