top of page
Canberk Akçal

Çarpışma öncesi/sonrası/belki de tam ortası

Can Akgümüş'ün hayata geçirdiği, ilki 2022'de Goethe-Institut Ankara'nın desteğiyle Ankara'da düzenlenen Collide: Sanat Profesyonelleri ve Çağdaş Sanatçılar Arasında Uluslararası Karşılaşma programının ikinci aşaması, 5 Kasım'da Goethe-Institut Ankara iş birliğiyle Kunstraum Kreuzberg/Bethanien'in ev sahipliğinde Berlin'de gerçekleşti. Canberk Akçal Collide '24 buluşmasından izlenimlerini kaleme aldı


Yazı: Canberk Akçal


Collide '24 buluşmasından, Berlin


Güvenlikten yazımı göstererek müthiş bir kalabalık ve kaosun arasından sıyrılıp, ikinci kata doğru yürümeye başladım. Her merdivende son altı ayımın bürokratik yorgunluğunun ağırlığı var üzerimde ve yine bir başka sıra beklemek üzere ayakta duruyorum. 1,5 saat sonra Collide’da olmam gerek, karşımda kartını işinden izin alarak gelmek üzere bekleyen birkaç ofis hayatından insan, ellerinde telefon, sürekli bir mailden diğerine koşuyorlar kısacık sıra bekleme anında. Memurlar gergin, mutsuz, huzursuz, sanki altı aydır onlar da benle bekliyormuş gibi bir zamansızlık hakim odada. Sıra bana geliyor, hafif yanaklı memur, sistem bozuldu beklememiz gerek diyor ve yanındakilere “Ne yapmalıyım?” dermişcesine bakınıyor. Artık bürokrasiyi, bürokrasidekilerle beklemeye koyuluyorum. Acaba son dokuz yılda kaçıncı kez bi sıradayım ve yine acaba kaçıncı kez sırada olmam gerekecek kalan yıllarımda bu ülkede. Etrafımda benimle aynı düşünen insanları aramaya çalışırken, belki biraz düşlere dalarken, memur küçük bir gülümseme ile (tuhaftır,) bana bakıyor ve “Adresiniz aynı mı?”, “Pardon?”


 

Metrodayım, yolda gideceğim söyleşiyle ilgili düşüncelere dalıyorum. Karşımda kahvesini almış bir başka tezcanlı kişi var. Sanki ben değil o geç kalmış gibi bir yerlere. Kısa bir elimi cebime atıp yeni oturma iznime bakıyorum. Her zaman şaşkın çıkmayı başarabiliyorum oturma izni kartında. Tekrar etrafta kendi düşüncelerimle dolanarak göz gezdirirken, bir aile biniyor metroya, çocuklara “Bir saniye, yola bakmam lazım!” diyor kadın, ben de onla beraber duraklara bakıyorum metro haritasında. Sanki herhangi birinin hikâyesine dahil olabilicek kadar hafif ve esneğim bu anda. Oysaki yarım saat önce kaskatı bir memurun karşısında bel ağrısıyla ayakta bekliyordum. Şimdi ise belki de anda kalabilen metrodaki sayılı kişilerden biriyim. Herkes birbiriyle karşılaşıyor ve bunun farkında olan sadece benim gibi.


 

Otobüsten indim. Nedense Spotify'ımda bir anda Ankara Havası çalmaya başladı. Aklıma olimpiyatlar geldi, “Ah be Egonu, keşke günübirlik sakat olsaydın o maç!” dedim içimden. Bir yandan da otobüste “Kesin bu insan da söyleşiye gidiyor.” dediğim kişiyle birlikte yürüyoruz Bethanien’a. Haklı çıkmanın tuhaf gururu ve benimle ilk karşılaşması tahminen otobüsten inerken kulaklığımda son ses çalan Ankara Havası olan yolcunun benle ilgili ne düşünmüş olabileceğine gülümseyerek Bethanien’ın önündeki yuvarlağımsı avluya geliyorum. Benim için yeri ayrı, hayatımda ilk film çektiğim daire belki ilk konsept ürettiğim kesit tam olarak burada başladı. Aylarımı bu dairenin etrafında dolanarak geçirmiştim. Şimdi ise tezcanlıyım, kıpkısa bakınıp hastanenin içine giriyorum. Eski bir hastane girişinin o tuhaf hissiyatıyla koridordan sağa dönüyorum. Her zamanki gibi Bethanien sürprizlerle dolu bir labirent hissi veriyor. Geçtiğim odalarda bir sergi mi kuruluyor, müzik dersi mi veriliyor, dans alıştırmaları mı yapılıyor, birisi stüdyosunda 3. saatini mi geçiriyor belirsiz. Belki de bir hastanenin bu kadar gizemli olması ancak sanatçılara vererek mümkün diye düşünüyorum. Veya hastaneyken kim bu kadar meraklı içeri girebilmiştir ki? Gerçi aklıma Şişli Etfal geliyor, dünyanın her ihtimalinin olduğu o acilde yıllar önce beklerken hissettiklerimi herhalde hiçbir zaman hissedemememdi..


“Aaa Canberk sen de mi geliyordun?”

“Evet ya, heyecanlıyım söyleşiye.”

“Ben kısa kalıcam, maalesef işe dönmem lazım sonrasında ama gel birlikte oturalım.”


Sarılmalar, selamlaşmalar, Can’ın nezaketi, Stéphane heyecanla etrafı izliyor, Mehtap ilk konuşmacı, kesit kesit kendimi upuzun bir diyaloglar zincirine bırakıyorum...


 

Collide '24 buluşmasından, Berlin


Küçük bir masa, masanın üzerinde bir masa lambası, ışığın arkasına oturan konuşmacılar ve karşılarında hafif loş bir ışık kaplayan konuşmaları dinleyen seyirciler.


Can, eline mikrofonu alıyor, hazırladığı konuşmasını çıkarıyor, heyecanlı, uzun süredir beklediği bir anı yaşadığı aşikar. Bir şekilde ortak oluyorum bu heyecana, en son ne zaman bir karşılaşmayı uzunca bir süre bekledim diye geçiriyorum içimden. Veya planlı bir an yaratmak, contemporary art böyle bir düş mü, con-temporary, anla birlikte, an-la birlikte.


.....uzunca bir süredir planlanan ve ilki Ankara’da yapılan Collide....bir alan yaratma, bir diyalog başlatma....bir vize memurunun yarattığı onca engele rağmen heyecanını muhafaza etme....kısa bir alkış anı..... Stéphane Menschenlandschaft kelimesini kullanıyor....İnsan arazisi/alanı/manzarası/topografyası/....tamlamalar ne kadar rahat kelimelere dönüşebiliyor Almancada....bir kelime bulsam şu ana....iki heyecanlı ve diyalog kurmak isteyen kreatif insan....bir lamba ışığının arkasında konuşuyor......ışıltılıkreativite.....güneşlizıpırmanzara....yok Türkçe olduğu gibi güzel, tamlamalar yanyana birbirine fazla dokunuyor......

 

Collide '24 buluşmasından, Berlin

Mehtap lexikonu:

->Ich frage trotzdem - Yine de sorarım.

->Identitaetsbildung - Kimlik kurulumu

->Einladung - Davet

->Atem - Nefes

->Straßen - Sokaklar

->Einatmen – Nefes almak

->Ausatmen – Nefes vermek

En son ne zaman nefesimi tutmuş ve bir süre nefes almadan beklemiştim? Çocukken mi?


Nefesini gözlemlemeyle ilgili bir atölyeye katılmıştım zamanında Tuğçe Tuna’nın, aklıma onun sözleri ve Bartenieff’in notaları geliyor. Her nefes için bir nota, kareografinin nefesini deşifre etme. Acaba bugün yaşadıklarımın nefes haritasını yapsam ne çıkardı, istemsiz nefesimi tutmuş olabilir miyim herhangi bir anda?


 

1,2,1,2 Mine,Can,Mine,Can 1,2,1,2

Dyptch,

1,2,1,2


Bir dalga önümüzde beliriyor.


1,2,1,2


Yanımdaki arkadaşıma siyah beyaz bir iki şey fısıldıyorum, o da bana geri fısıldıyor.


İmajlar, kelimeler, küratör ve sanatçı her şey birbirine karışıyor ve ben asla hafızamdan çıkamayan boğazın parıltısı imajını düşünüyorum. Bir fotoğraf solarsa neye dönüşür?


 

Collide '24 buluşmasından, Berlin


Kırışık, kırışmış, kırıştırılmış, Caravaggio’nun Narcissus’nun kırışık ışık hüzmesi, nasıl yapışmıştı bana Potsdam’da göz göze gelirken.


Gamze heyecanlı, Şile bezinin Şile ile bağlantısı, Gamze’nin İspanya öncesi güneşli heyecanı, karşılaştıkça büyüyen bir tekstil, gözümde gitgide metresi artıyor, büyüyor, kelimelerle uzuyor, arada kalan insanlar, hikâyeler, elektriği kesilen bir Ekvador fabrikası kesit kesit dokunuyor, Gamze nereden başladıysa yine tam oraya upuzun bir tekstille geri dönüyor.


 

Adalet, haksızlık, hak, sokak, yemek, barınmak, var olmak....


Ağırlığı hayli dolu kelimeler, birbiri ardına Londra sokaklarında, Gözde bir jedi misali, elinde ışın kılıcı yerine dolu dolu fikirler, hepimizi etrafında topluyor. Kağıt kalem birbiri ardına yazılıyor, çiziliyor. Düşünüyoruz, dalıyoruz, söyleşinin belki de sonuna geliyoruz ve tencereler yere, sokağa, sana, bana lacivert bir denizin dalgaları gibi vurup geçiyor.+


 

“Evet ben bi' kadeh alabilirim, evet buzlu olsun, sek değil aynen.”


Öğleden sonranın tuhaf Berlin karanlığı, akşam zaten çökmüşken seyirciler, konuşmacılar, yeni konuşmalar, yanlış anlaşılmalar, neşe dolu nostaljiler birbiri ardını izliyor. Etrafa bakınıyorum, tanıdığım ve yeni tanıştığım insanlarla selamlaşıyorum. Sanki büyük bir yorgunluğu üzerimizden atmışız, bir yere dokunmuş, küçük bir güruh bir şeyi başarmışız heyecanı var. Bir tür Beyoğlu öğlen rakısı hissiyatı, hayat önümüzden akmış, akıyor, akmakta ama biz durmuş, demlenmiş, düşünmüş, hayatın yoğunluğu arası bütün birikintilerin ortasında kısacık bir an yaratmışız. Herkes bir şeyin parçası olmanın minik de olsa bir tatminini yaşıyor.


Sanki bunca kelimenin, anların birbirine girdiği bu yazının, Merve ve Can’la yazı ve söyleşi üzerine mailleşmelerimizin, sonra sonra “Bu gün ne olmuştu?” diye düşüncelerimin ardında tek bir cümle var:


Birbirimizi görmeye ihtiyacımız var.


Bürokrasi, kış grisi, sokakların kasveti, beklenmedik olayların arasında heyecanlı insanları görmeye, kelimelerle birbirimize dokunmaya ve her birimizin bir diğeriyle kısacık da olsa karşılaşmaya ihtiyacı var. Collide da hepimizi beklenmedik yerlerde çarpıştırarak sanki buna ön ayak oluyor.

Comments


Commenting has been turned off.
bottom of page