top of page

Canlı Taklidi: Bir şeyler çözülüyor, bazen de yeniden düğümleniyor 

Güncelleme tarihi: 28 May

Ahu Akgün’un Canlı Taklidi isimli kişisel sergisi 3 Mayıs - 4 Haziran 2025 tarihleri arasında Galeri Nev’de gerçekleşiyor. “Mış gibi” olma hâlini bireysel deneyimlerin ve toplumsal bağların kırılganlığı ile görselleştiren sergiyi Akgün ile konuştuk

 

Yorum & söyleşi: Derya Yücel

 

ree

Ahu Akgün. Fotoğraf: Naz Önen


Ahu Akgün’ün Canlı Taklidi isimli sergisi, kırılganlıklar, suskunluklar, çelişkiler ve umut etrafında şekilleniyor. Sanatçı, bizi hata yapmanın, eksik kalmanın ve “mış gibi” yaşamanın doğasına bakmaya davet ederken “canlı kalma çabası” gibi o ortak, tarif edilemeyen endişeye temas ediyor. Akgün’ün zamansız ve eleştirel bir görsel düşünce alanında konumlanan resim dili, izleyiciyi anlamı çözmekten çok sezgisel bir tanıma, kendinde yankı bulan bir duyuşa yönlendiriyor. Bu resimlerin yüzeylerinde, anılar, gündelik nesneler, sanatçının yaşamındaki insanlar ve kendi portreleri katman katman inşa edilmiş tanımsız bir mekânda birlikte var oluyor. Yaşamın günlük ritmine ve sıradanlığın ardındaki derinliğe işaret eden nesneler, sadece betimlenmiş figürlerin etrafında değil resmin üç boyutlu dünyasında kendi varlıklarını sürdürüyor. Bu da işlere hem somutluk hem de geçicilik arasında bir denge kazandırıyor. Akgün’ün figürlerinde netlikten çok, bir “an”ın izleri, bir duygu kırılması ya da hafızanın silikleşen sınırları görülebiliyor. Resimler, sanatçının anılarıyla gündelik hayatı, insanlarla bağlarını ve kendisiyle olan ilişkisini yeniden kurduğu, sürekli inşa ettiği ve yıktığı bir alana dönüşüyor. Hata yapma ve yeniden kurma pratiğini görünür kılan Ahu Akgün’ün resimlerinde biçimle içerik birbirinden ayrılmaz bir bütün, birbirini tamamlayan iki güç olarak var oluyor. Görsel gerçeklik ile içsel sezgiler arasında gidip gelen bu üslup, sanatçının resimle kurduğu bağın ne kadar organik olduğunu gösteriyor. Kavramsallığın metinle, açıklamayla var olmaya çalıştığı günümüzde, bu işler açıklamadan da konuşabiliyor.

 

Ahu Akgün’ün sergideki resimlerinde sıkça karşımıza çıkan sarı ip, bir figürün eline dolanıyor, bir nesnenin etrafından geçiyor ya da karmaşık bir yığının içine sızıyor. Bu öge resimlerde yalnızca biçimsel bir tekrar değil; tıpkı Ariadne’nin Theseus’a yolunu bulması için verdiği ip gibi, yön bulma çabasının ve ilişkiselliğin metaforik taşıyıcısı olarak ortaya çıkıyor. Figürleri, nesneleri, boşlukları ve resmin farklı katmanlarını birbirine bağlayarak yalnızca bireysel değil kolektif bir çözülme ve yön arayışının izlerini sürmemize olanak tanıyor. Kaybolma ve yeniden bağ kurma arzusu arasında gidip gelen bir hat gibi Akgün’ün sarı ipi, içsel labirentte kaybolmayı göze alarak yeniden yön bulmak için uzatılmış bir rehber. Aynı zamanda birbirine değen yolların temsili, çünkü hepimiz mitolojik olmayan ama bir o kadar da ortak bir varoluşsal labirentin içinde hep birlikte ilerliyoruz.

 


Ölü taklidi, doğadaki bazı canlılar için bir tür kendini koruma stratejisi. Mecazi anlamda da duygusal veya zihinsel olarak kapanmaya, içsel bir durağanlık ve kopuş haline ya da varlığı askıya almaya işaret ediyor. Bu kavram sende “canlı taklidi”ne dönüştürerek, durgunluğa ve geri çekilmeye karşı hayatın sürekli devinimini ve direncini simgeleyen yaşamsal bir diriliş halini ifade ediyor gibi. Canlı Taklidi sergisinin fikri ilk nasıl doğdu? Bu serginin kişisel bir karşılığı var mıydı, yoksa daha geniş bir toplumsal arayıştan mı yola çıktın?

Hata yapmak ve bunun lüks olduğu fikri üzerine düşündüğüm bir dönemden geçiyordum. Hata yapmak, deneyim kazanmak, fiilen attığın adımların ardından sorumluluk almak kişisel yaşantımda ve yakın çevremde ne kadar rol oynuyor bunları gözlemliyor ve dert ediniyordum.

Yapı Kredi’de 2024 Mayıs ayında açılan Bugünü Resmetmek sergisinde yer alan Düşen Pembe I ve Düşen Pembe II resimleri tam da deneyime odaklandığım zamanda ortaya çıkmıştı. Rahmi Öğdül’ün Açık Radyo’da (şimdiki ismiyle Apaçık Radyo) İşler ve Günler programı bu iki işin devamı hatta parçası olarak hissettiğim Canlı Taklidi serisine yol gösterici oldu. Kişisel olanın kavrayıcılığına güveniyorum. Çıkış noktam kişisel olsa da toplumsal olabilecek hepimizin içinde bir yere dokunabilecek bir tarafı olduğunun bilincindeyim. Sevgili Ozan Ünlükoç bir söyleşimizde “çağrı yapmak” olarak yorumlamıştı işlerimi. Bilerek seslenmesem de izleyicinin sergilerimden “çağrıyı duyarak” ayrılması beni tamamlanmış hissettirir. Bir de bahsetmeden geçemeyeceğim, yine tüm bu arayışlara paralel devam ettiğim terapi sürecinde, dilimden düşmeyen “ölü taklidi” diye adlandırdığım eylemlerimin terapistim tarafından “Hayır! Canlı taklidi” diye devamlı düzeltilmesi serginin hem ismini hem de aktarmak istediğim düşüncenin çerçevesini belirlemiş oldu.

 

Ahu Akgün, İsimsiz, 2024, Tuval üzerine yağlı boya, 40 x 37 cm (2 adet)


Hata, arızalı bir kusursuzluk idealine karşı dönüştürücü ve özgürleştirici bir dinamik. Bu bilinçli özgürlük aralığı da insanlığımızı hatırlatan, hatta sanatın ve yaşamın sürekli yeniden inşasını mümkün kılan temel bir eylem olabilir. “Hata yapmaktan korkar hâlde olmak” düşüncesi, senin sanat üretim sürecine nasıl tezahür ediyor? Sence bir sanatçı için hata yapmak neden bu kadar değerli olabilir?

Hata, deney, deneyim, eylemin bir sonucu olabilir ancak. Sanatta eylemsizlikten bahsedemeyiz sanırım. Eylem de hatayı organik olarak doğurur, doğurmalıdır da. Hem üreten hem de izleyen için heyecan verici olan budur. Benim için boyayla uğraşmanın temelinde hatalar var. Uygulama esnasında devamlı bozup tekrar yapılandırdığım süreçlerden geçiyorum. Belki ilk bakışta anlaşılamayacak kadar üst üstelik: bir bozma, onarma, baştan alma, yok etme eylemi var. Resmin karşısında yeterince zaman geçirdiğinizde plansız, sadece zihnimdeki imgeden ve ona benzermiş gibi çektiğim fotoğraflardan yola çıkarak resmettiğim bu yüzeylerde bir yanlışlık olduğunu sezebiliyorsunuz. Alev Ebüzziya bir söyleşisinde mükemmeliyet ve kusursuzluk arayışından dünyanın en budalaca çabası olarak söz eder. Sanatı ve üretmeyi hayatın gerçekliliğinden ayıran biri değilim ama daha genel ifade edersem, hata yapmak insanlığımızı geri kazandıracak bir eylem. Hata olduğunu kabul ettiğimiz sürece telafisini, değişimini de beraberinde getiriyor ya da hata üstüne hata yapabilme seçimini.

 

ree

Ahu Akgün, İsimsiz, 2024, Tuval üzerine yağlı boya, 100 x 80 cm


Sergide “mış gibi” olma hâlini takip ettiğini söylüyorsun. “mış gibi yapmak” gündelik yaşamda çoğu zaman psikolojik koruma mekanizması, toplumsal uyum çabası veya politik bir strateji olarak ortaya çıkar. Böylece canlı taklidi yapmayı, görünürde var olma ve dayanma eylemi olarak, gerçeklikten bir kaçış değil hayatta kalma ve direnişin ince bir biçimi olarak da görebilir miyiz? Sence bizler, hangi alanlarda en çok "canlı taklidi" yapıyoruz?

Kalabalıklarda tanımadığınız biriyle göz göze geldiğinizde hissettiğiniz duygu bile ortak travmalarımız olduğunu fark ettiriyor. Birbirimizi anlamak için ne imgeye ne de dile ihtiyaç duyuyoruz. Hayatlarımızın gidişatına karşı hepimiz aynı endişeyi taşırken bir yandan da işlerimize, aile yaşantımıza, sosyal hayatımıza devam etmeye çalışıyoruz. Duyarsızlığımızdan değil, hayatta olmayı hissetmenin haklı arzusuyla aklımızı belli noktalarda sabitlemeye ve bunlardan medet ummaya çalışıyoruz. Hayatın bundan ibaret olduğu bir düşünce eylemi kafesi içinde, birinci tercihimiz olmayan hayat tarzımızla bize verilenlerle yetinme, ay sonunu getirme çabası… Çoğul konuşuyorum ama belirtmeliyim ki bu benim şahsi gözlemim. Canlı Taklidi sergisinin zamanlaması tesadüf değil. Tanımadığım insanların gözlerinde gördüğüm çağrının da bir sonucu…

Üretimimde duygusal aktarımım veya konularım değil biçimsel olarak işlerimin boyutlu olması ve belli bir plastik yapı arayışında illüzyon yaratma çabası bende bir “mış gibilik” hissi uyandırıyor. Bu, foto-realist bir yapı kurmak yerine ilk bakışta gerçekmiş gibi görünen ama alttan alta kendi gerçekliğini yaratan bir üslup. Başka bir noktadan üretime “mış gibilik” sızıyorsa, bu bir çeşit otosansür uygulama fikrini de çağrıştırıyor. Bu da bünyem el verdiğince üzerine çalıştığım bir konu.

 

Solda: Ahu Akgün, İsimsiz, 2024, Tuval üzerine yağlı boya, 35 x 50 cm Sağda: Ahu Akgün, İsimsiz, 2024, Tuval üzerine yağlı boya, 90 x 120 cm


Her resmin bir yola çıkış hikâyesi olduğunu belirtiyorsun ama bu hikâyeyi her zaman paylaşmadığını da söylüyorsun. Bana göre kişisel hikayelerin yansıması ya da açık bırakılması işlere özgün bir derinlik ve samimiyet kazandırıyor. Sence izleyici, anlamı bulmaya mı, duyguyu hissetmeye mi daha çok odaklanmalı?

Genelde işlerimin çıkış hikayelerini paylaşma nedenim işleri açıklamaya çalışmaktan çok o hikayeleri işlerimin parçası olarak görmemden kaynaklanıyor. Eğer böyle bir bütünlük hissetmezsem paylaşmamayı tercih ediyorum. Bir yandan ben de izleyiciyim. Başka sanatçıların ve hatta kendi işlerimin de. Sanırım bakılan işin doğasına, karşılaşma zamanına ve ortamına göre bu sorunun cevabı değişiyor. Bazen anlam duyguya, bazen de duygu anlama taşıyor bakanı. Ama bu etkileşim, bu diyalog her zaman da yaşanmıyor. İnsanın kendini zorla da odaklamaya çalışmaması lazım diye düşünüyorum.  

 

ree

Ahu Akgün, Khalkedon, 2024, Tuval üzerine yağlı boya, 120 x 150 cm


Gündelik objelerle bastırılmış, zorlayıcı ya da tanımsız duyguları buluşturuyorsun. Bu bir tür sezgisel terapi mi yoksa görsel bir eleştiri mi?

Sezgisel terapi tanımını çok sevdim, işlerim için çok uygun geldi. Buna ek olarak bu sezgisel terapi ihtiyacı da bir tür rahatsızlıktan ve dolayısıyla eleştiri ihtiyacından çıkıyor diyebiliriz. Ve ortada bir eleştiri varsa da zamanla görünür oluyor. Bir şekilde birbirini tetikleyen bir döngü.


ree

Ahu Akgün, Gölgesiz, 2025, Tuval üzerine yağlı boya, 120 x 150 cm


Sergi metninde yer alan şu cümleye dönelim: “Nasıl başlamıştı ve nasıl bitecek?” Bu soru, çağımızın temel varoluşsal eylemlerinden biri gibi. Felaketler, belirsizlikler ve sürekli değişen toplumsal dinamikler karşısında günümüzde giderek daha karmaşık ve çoğulcu bir anlam kazanıyor. Sence bu soruyu sormak hâlâ mümkün mü, yoksa çoktan cevapsız kalmaya mı mahkûm oldu?

Mümkün olduğunu düşünüyorum, kendime de zaman zaman da böyle düşünmek zorunda olduğumu hatırlatıyorum. Cevapsız olması, karşılığında hiçbir söz veya düşünce üretilemeyeceğini ya da eylem alınamayacağını vurgulamıyor. Tam tersi çeşitliliğe, genleşmeye vurgu yapıyor. Bu noktada da alıştırıldığımız çoktan seçmeli zihinlerimizde başka bir bakış açısının mümkünlüğüne atıfta bulunuyor.

 

Yorumlar


Bu gönderiye yorum yapmak artık mümkün değil. Daha fazla bilgi için site sahibiyle iletişime geçin.

Bütün yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Yazı ve fotoğrafların tüm hakları Unlimited’a aittir. İzinsiz alıntı yapılamaz.

All content is the sole responsibility of the authors. All rights to the texts and images belong to Unlimited.

No part of this publication may be reproduced or quoted without permission.

Unlimited Publications

Meşrutiyet Caddesi No: 67 Kat: 1 Beyoğlu İstanbul Turkey

Follow us

  • Black Instagram Icon
bottom of page