top of page

Buharlaşmayan eserler üzerine…


Fark ve tekrar arasındaki ilişki ve iletişim, sanat kuramını uzun zamandır meşgul etmekle sınırlı kalmıyor, 20. yüzyıl kıta felsefesinin de ana konularından biri olarak karşımıza çıkıyor. Meleklerin Payı’nda görüyoruz ki, konu güncelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş; tam aksine, hâlâ keşfedilecek engin bir hazine bizleri bekliyor. Sergi 22 Ekim’e kadar Depo’da.

Mehtap Baydu, Otoportre: Karakter Bürünmek, 2017, El Yapımı renkli şeffaf kağıt, 47x38x38 cm, Figür 60x50x50 cm, Kristal küp

Depo ve Galeri Nev Ankara işbirliğiyle hazırlanan Meleklerin Payı adlı karma sergi, unutulan işleri tekrar günyüzüne çıkarıyor ve aynı zamanda İstanbul’da daha az tanınan sanatçıları görünür kılıyor.

Galeri Nev Ankara direktörü Deniz Artun küratörlüğünde, Depo’da izleyiciyle buluşan sergideki işler için ‘tekrar’ sözcüğü ise sadece bir yeniden gösterim anlamına gelmiyor, tek başlarına ele alındıklarında da kuramsal göndermelere sahipler. Mübin Orhon, Meytap Baydu, Seval Şener, Ali Şentürk, Candeğer Furtun, Mehmet Koyunoğlu, Nermin Kura, Erol Akyavaş, Eda Gecikmez, Aslı Işıksal, İbrahim Karakütük, Mert Öztekin, Necla Rüzgar, Züleyha Altıntaş, Fatih Aydoğdu, Gökhun Baltacı, Elvan Serin, İlhan Sayın ve Anıl Saldıran’ın işlerinin yer aldığı sergide gözünüzü nereye çevirseniz kendini açık eden imgenin beden olduğunu görüyorsunuz.

Fark ve tekrar arasındaki ilişki ve iletişim, sanat kuramını uzun zamandır meşgul etmekle sınırlı kalmıyor, 20. yüzyıl kıta felsefesinin de ana konularından biri olarak karşımıza çıkıyor. Meleklerin Payı’nda görüyoruz ki, konu güncelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş; tam aksine, hâlâ keşfedilecek engin bir hazine bizleri bekliyor. Belki de Walter Benjamin’in Sanat Eserinin Teknik Olanaklarla Yeniden Üretilmesi başlıklı çığır açıcı makalesinin, 20. yüzyılın ortasına doğru, II. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde yaptığı teknik bilgiye dair açımlamaları tersyüz eden, tekniğin yerine yeniden el işinin yaratımını açığa çıkaran bir sergiyle karşılıyoruz Depo’da. Benjamin’in makalesinde, sanat eserinin sadece özgünlük, başkalık ve yenilik değil, aynı zamanda ve buna karşın ‘tekrar’, ‘yeniden kullanım’, ‘yeniden dolaşıma sokma’ üzerine neler söyleyebileceğini görüyoruz. Sergi, adeta makaleden esinlenmişçesine, sanat içerisinde ‘tekrarlama’dan kaynaklanan farkların sanat eseri üretiminde temel rol oynadığını gösteriyor sergi.

Sergideki sanatçıların kimisi işlerini ve betimledikleri durumları tekrarlarken, kimileri de sanat tarihinde bir tekrara gidiyor. Örneğin Seval Şener’in işleri, Rönesans resminin mihenk taşlarını yeniden kurgulayarak -Michelangelo’nun Yaradılış, Raphael’in Athenalılar Okulu, Jan van Eyck’in Arnolfini Portesi, Vermeer’in Resmin Alegorisi, Leonardo’nun Son Yemek ve Valazquez’in Nedimeler’i- sanat tarihi içerisinde tekrarlanan görüntülerin nasıl yeniden yaratılabileceğiyle yüzleştiriyor izleyiciyi, tekrar etmenin aslında farktan başka bir şeye yol açmadığını apaçık ediyor. Şener, yola çıkmak için kullandığı Rönesans eserlerinin büyük boyutlarına karşı durarak, minyatür tekniğini andıran küçük boyutlu figürlere sahip altı resimden oluşan serisinde, Batı ve Doğu arasında Rönesans’la birlikte iyice artan tarihsel gerilimi, sanatsal yeniden üretimle ifade ediyor. İşlerini, Vermeer’in Ardından Resmin Alegorisi tamlamasındaki formülasyonu tek tek uygulayarak isimlendiren Şener, böylece onların ardından, bir yapısökümle bu klasikleri yeniden tanıtıyor. Bu yapısöküm için teknik olarak perspektifin ihlalini kullanıyor ki perspektifin varlığı Batı sanatı için bir dönüm noktası, noksanlığı ise Doğu sanatının temel özelliklerinden. Rönesans resminin verdiği yücelik hissi biri geri adım atmamıza neden olurken, figürlerin küçüklüğü, seyircinin merak edip esere yaklaşmasına sebep oluyor.

Seval Şener, Rönesans Yeniden Düzenleme // Botticelli’nin ardından Venüs, 2017

Diğer yandan İlhan Sayın’ın kağıt üzerine kurukalem yedi işten oluşan serisinde, edimin sonuca ulaşmasında, hareketlerin tekrarının gerekliliğinin önemini görüyoruz. Bu tekrarın yarattığı farkın da her hareketin tekrarı kadar merkezi konumda olduğunu anlıyoruz. Serideki anlatısal dizgi, aynı zamanda cinsiyetsizleştirme denemeleriyle karşı karşıya bırakıyor izleyiciyi. Beden için ‘tehlikeli’ olabilecek nesneleri bedene yerleştiriyor; dahası bu nesnelerin bedende yarattığı değişim için gerekli olan hareketlerin tekrarını betimliyor. Böylece bedeni de dönüştürüyor.

İlhan Sayın

Sergideki tüm eserler düşünüldüğünde öne çıkan imgelerden biri de keskin ve cesur gözlemlerle yüzleştiğimiz beden. Örneğin heykel eğitimi almasına karşın genelde heykel çalışmayan Ali Şentürk’ün yeni teknikler denediği Deniz üzerinde dönüş yoluyum adlı serisi… Önceki işlerine göre tekrarın azaldığı bu serisinde, birbirinin devamı olan ve birbirini tekrarlayan bir bütün görüyoruz. Şentürk, kağıt üzerine akrilik mürekkep çalışmalarında, eksik kalan özneleri ve kimi öznelerin kaybolduğu anlatıları sunuyor. Sanatçı, bir diğer çalışmasındaysa altın üzerine lazer çizim kullanıyor.

Ali Şentürk, Deniz üzerinde dönüş yoluyum, 2017, 24 ayar altın kaplama üzerine lazer çizim, 90x90 cm

Anıl Saldıran ise Meleklerin Payı’nda iki farklı serisiyle, serginin alt ve üst katlarına dağılmış olarak karşımıza çıkıyor. Bedene dair iki farklı yaklaşım sunan suluboya çalışmalarının alt kattaki kümesi, Gabriel Garcia Márquez’in İyi Kalpli Erendira romanından esinlenen ve aynı ada sahip seriden oluşuyor; üst kattaki ikinci seride ise sanatçının otoportre çalışmaları yer alıyor. Anlatısının kuvveti ve sertliğine karşın, tekniğindeki naiflik ve ustalık eserleri ikircikli kılıyor, dolayısıyla bedene dair çelişkili konumlar açığa çıkarıyor. Saldıran, İlhan Sayın’la birlikte, kuir bedenlere ya da bedenin kuirleşmesine dair imgeler ve duyular aktarıyor.

Mehtap Baydu’nun feminist iddialar barındıran otoportreleri, video, yerleştirme ve şeffaf kağıt üzerine yerleştirdiği metinlerden oluşan üç farklı eserden oluşuyor. Kadın bedenine dair feminist yaklaşımlar sunan eserler, sanatçının farklı tekniklerle aynı konuyu anlatmadaki becerisini, farklı tarihlerden olan eserlerin anlatımıyla gösteriyor. Aslı Işıksal, 30 parçadan oluşan sıkıştırılmış seramikten heykel serisi Uyku Hali’nde, bilincin kapandığı esnada, uykudaki bedenin etkinliğine ve farklılıklarını gündeme getiriyor. Geçen yıl İstanbul Fotoğraf Kitabı Festivali’nde ödül alan ve bedene dair değişken şekiller üzerine çalışan İbrahim Karakütük ise Meleklerin Payı’nda erkek bedenini görselleştirdiği, yakın plan çekim fotoğraflarını sergiliyor.

Türkiye sanatındaki önemleri şüphesiz üç sanatçının sergide yan yana yer alan işleri de birbirleriyle konuşuyor. Mübin Orhon, Candeğer Furtun ve Erol Akyavaş’ın işleri, farklı bedenler üzerine çalışıyor. Orhon’un ilk kez sergilenen eskizleri tekrar sunan bir harekete odaklanırken, Furtun’un Sırt üçlemesi kadın bedenini betimliyor. Son olarak Akyavaş’ın daha çok tanındığı Doğu sanatı ve İslam kültürü üzerine olan çalışmalarından hayli ayrıksı duran kağıt üzerine baskılarında, çoğu zaman fark etmediğimiz bedenleri, ağaç gövdelerini ve onların kıvrımlarını görüyoruz. Eserlerin her biri, fark ve tekrarın Türkiye sanatını da eski tarihlerden bu yana uğraştırdığını gösteriyor.

Erol Akyavaş, İsimsiz (Longwood Garden Philadelphia), 1970'ler, fine art kağıt üzerine arşivsel pigment baskı

Aslında serginin kendisi de başlı başına tekrarı farklı bir açıdan ele alıyor. Gördüğümüz işlerin bir kısmı eski tarihli ve bazıları daha önce başka sergilerde yer almışken, 2017 tarihli yeni işler de mevcut. Belki de ‘meleklerin payı’ olarak kaybolan yüzdelik dilim, hem fark ve tekrarın özgünlük ve başkalık karşısında bugüne dek gözden kaçırılışına ya da görmezden gelinişine hem de görünmez sanatçılara ya da eserlere işaret ediyor. Depo’daki sergi 22 Ekim’e kadar ziyarete açık.

bottom of page