top of page

Bir nottan kalan izler


18 Şubat 2017 günü Siyah Beyaz’ın 33. yılı kutlamaları dolayısıyla, Faruk Sade, Sanatın asıl kurtarıcı tarafı bizi varlığımızdan şüpheye düşürmesidir isimli sergide, Fanatçı dostları ve sanatseverlerle birlikte anıldı. Melis Golar, Sade'nin 1980 yılında not defterine yazmış olduğu cümleden yola çıkılarak oluşturulan sergi hakkında yazdı.

Siyah Beyaz Galeri, Sergi görüntüsü, Ankara, 2017

Eğer bir insan kesinliklerle yola çıkarsa, şüpheye varacaktır. Ancak; şayet insan şüpheyle yola çıkmakla yetinirse, kesinliklere ulaşacaktır.

Sir Francis Bacon

Sanat bizi yeni karşı duruşlarla her defasında ters köşeye yatırır, kendimizi ve etrafımızı tekrar sorgulamamıza sebep olur. Bizi, hayal dünyasından ütopyalara, gerçeklerden karşıtlıklara sokar. Pek çok anı, akılla ve hislerle yakalamanın en üst biçimi olarak türer. Çoğu zaman bir felsefe yapma biçimi, bir düşünceyi en ince aktarma şeklidir. Bunu sakin ve bilindik sularda değil, zihnimizin ve ruhumuzun sınırlarının zorlandığı egzotik ve tekinsiz nehirlerde yapar. O nehirde atılan her kulaç kuşkuyla atılır. Şüphe insanda bıraktığı güvensizlik ve zayıflık hislerinin aksine, insanı gerçek bir sorgulama safhasına sokar ve aslında olumsuz mananın ötesinde kişiyi meraka ve bilgiye yakınlaştırır. Yeni şüpheler yeni soruları getirir yeni sorular yeni çözümleri.

Faruk Sade "Sanatın asıl kurtarıcı tarafı bizi varlığımızdan şüpheye düşürmesidir," cümlesini not aldığında 1980 yılıydı. Kimi şüphelerini öylesine güçlü yaşamıştı ki, belki de sanata bu yüzden sıkıca tutunup, her adımını bu şüphenin loş ışığında atmıştı. Sanatın çevresinde olanlara muhalif duruşu, “doğru” olana da yeni bir şüphe ile bakma, protest olma hali belli ki onun da ruhunda vardı.

Faruk Sade'nin not defteri, 1980

18 Şubat 2017 günü Siyah Beyaz’ın 33. yılı kutlamaları dolayısıyla, not defterine yazmış olduğu cümleden yola çıkarak oluşturulan sergide; Faruk Sade sanatçı dostları ve sanatseverlerle birlikte anıldı. Anmanın burukluğu gelmesin hemen aklınıza, bu hüzünden çok mutluluk dolu pembe bir hayatın anılmasıydı, giydiği son gömleğin rengi gibi, kendisi gibi… Siyah Beyaz ve Faruk Sade bir bütün gibi görülebilir. Birbirlerini zaman içerisinde büyütmüşler, genç yeteneklere kucak açmışlar, her işe korkusuz girişmişler, her yeni fikre çatı olmuşlar, yeni bakış açıları getirmişler, müziklerle coşmuşlar, kadehler kaldırıp sarhoş olmuşlar. Mekanı bir hafızanın oluşması için en değerli olgu sayıp, hiç değişmemişler. Bu yüzden bir mekanda oluşabilecek anıları, 33 yılda biriktirmişler. Samimi çizgiyi yıllar içinde belirleyen ve etrafına büyük bir dost grubu toplamış, beraber büyündüğünü gösteren bir hayatın sergisiydi 33. Yıl Sergisi. Sergi açılışındaki bir aradalık zaten bunu anlatır nitelikteydi. Serginin ilham kaynağı olan cümle bir yana; Faruk Sade’nin varoluşundan eminken, yokluğundan herkes şüphe eder gibiydi.

Shirley Temple’ın başrolde oynadığı 1940 yapımı Bluebird filmi; bir rüyanın içerisinde mutluluğu ararken artık hayatta olmayan büyükanne ve büyükbabasına rastlayan küçük bir kızın hikayesini anlatır. Onlardan her söz edildiğinde uykularından uyanıp, yaşamaya devam ettiklerinden bahseder yaşlı çift ve ekler, "bizi sakın unutmayın." "Bir insanın gerçek varlığının tükendiği gün, isminin son kez yeryüzünde telaffuz edildiği gündür," düşüncesi bu noktada kulaklara bir varlık şeklini fısıldıyor. Kişi kendi etkinliklerinin bütünüdür. Bu etkinlikler etrafta ne kadar derin izler bırakırsa unutulmasını da o kadar imkansızlaştırır, bir ağaç halkası gibi hafızaya kazınır. Halkalar çoğaldıkça izler artar, kimi varoluşlar oldukça güçlü biçimde belirir, öyle ki bundan şüphe etmek imkansızdır.

Siyah Beyaz Galeri, Genel sergi görüntüsü, 2017

Faruk Sade kendine özgü iletişim kurma, iş yapma, yenilik aramanın içinde kimi zaman siyahlara basarak mutsuz olduğu, kimi zaman beyazların ferahlığında gezindiği anları yansıttı etrafına. Simsiyah Bembeyaz belgeselinde söylediği “çünkü ben griyi hiç sevmem,” sözü ile yalnızca Siyah Beyaz’ın isminin oluşumunu anlatmadı bizlere, 1980’de düştüğü şüphenin ayak izlerini takip etmemize de olanak sağladı. Sergide Ardan Özmenoğlu’nun iç sesini dinliyormuş gibi gözlerini yumduğu bir Faruk Sade portresi önünde ışıldayan bu sözü, ışık ve baskı oyunuyla tekrar belirdi karşımızda. Bu cümle öyle güçlü bir anlatımdı ki Beril Ateş illüstrasyonlarında Faruk Sade’nin eğlenceli karakterine kendisininkini katarak yineledi ve bize bu cümlenin etkileyiciliğini belki de hatırlatmak istedi. Bahadır Çolak mitolojide sonsuza kadar büyük bir kayayı bir tepenin en yüksek noktasına dek yuvarlamaya mahkum edilmiş olan kral Sisifos’a gönderme yaparak oluşturduğu heykeli ile belli ki Faruk Sade’yi betimledi. Üstelik hedefe her yaklaştığında taşın aşağıya tekrar düşmesi Kral Sisifos’u hiçbir zaman yıldırmadı, hikayeye göre. Öte yandan bu cesur tavrın etrafa yaydığı enerjiden güç alan başka bir isim Fırat Engin lisans son sınıfta yaptığı Oyuncak Dünya Serisi 1 ile, aldığı cesaretin ivmesini bir anı sergisi bağdaştırarak duygusal bir yaklaşım kurdu Faruk Sade ve Siyah Beyaz’la. Seçkin Pirim, Faruk Sade’nin yazdığı notun biçimine ve merakta bırakan alanlarına ithafen kavramsal bir bakışla yaklaşarak ve sergi için herkese ilham kaynağı olan bu notun yazılırken ki duraklarına ve belirsizliklerine dokundu. Erdağ Aksel ise yıllar önce Siyah Beyaz’ın bahçesinden çalınan 200 kg alüminyum heykelini tekrar üreterek, yıllar içinde oluşmuş dostluğa sanatsal bir samimiyetle cevap verdi. 37 sanatçı, bu sergide izleyiciye içtenlikle kurdukları ilişkileri, anıları paylaştı, bir hikayeyi anlattılar. Sade’nin bazen kendinden emin bazen de sadece herkeste olmayan içsel bir öngörü, yaratıcılık ve spontane keşifleri, içtenliğinin bütünsel anlatımı bu sergiye ve serginin kitabına da bulaştı. O ki kitapta her sayfaya izini bırakan not gibi, herkesin benimsediği samimiyetle doygunluk yarattı.

33. yıl pembe bir kitapla, 37 sanatçının kalbinden geçenlerle yapılmış bir sergi olarak tarihe geçti. Yeni sorular yeni varlık sorularını getirecek, biz şüpheye düşeceğiz, çalışan ve üreten, yeni bakış açılarını benimseyeceğiz.

Bu sergiyi ve kitabı ilginç kılan şey; 37 sanatçı 21 yazarın bulunduğu, dostları, sanatseverleri, herkesi bir araya getiren bu enerjinin kaynağı olan adamın 365 günlük ajandasında tuttuğu onca notun arasında Sera’nın dikkatini bu cümlenin çekmiş olmasıdır. Buradan şu sonuca varılabilir: Sera’nın babasının bu cümlesinden etkilenmesi gelecekte de varlığından sanatla şüpheye düşmeye ve yine onunla kurtulacağına inanması; duyduğu şüpheleri duymaya, sorulara sormaya devam edecek olmasıdır. Belki de isminin varoluşunu daima sağlayacak bir geleceği sunacağının habercisidir; Faruk Sade’ye yani Siyah Beyaz’a…

Siyah Beyaz Galeri, Genel sergi görüntüsü, 2017

bottom of page