top of page

Bir zaman krizi üzerine: Vaktiniz İçin Teşekkürler

Melis Bektaş

Ece Yalçın ve Beril Or’un Vaktiniz İçin Teşekkürler başlıklı sergisi 21 Kasım 2024 - 10 Ocak 2025 tarihleri arasında Kasa Galeri’de gerçekleşti. Hız çağının karnında serginin açtığı alanı ve metalaşan zaman kavramını ele alıyoruz


Yazı: Melis Bektaş Fotoğraflar: Mert Acar


Vaktiniz İçin Teşekkürler, Sergiden görünüm


Zamanı ölçmek, yaşamın yönetilmesi ve onun kontrol altında tutulması demektir. Kontrol ise zamanın hizaya getiren gücünün kullanımı. Önce gölgeyle, sonra ateşle, kilise çanlarıyla, makinelerle, modern depolarla, ofislerle... Her ölçüm, bir disiplin aracı. Zaman, güneş saatlerinde başka, Sanayi Devrimi'nin çarklarında başka akar; farklı coğrafyalarda, hatta aynı evde bile eşit ölçüde yaşanmaz. Bugün zamanlarımızın birbirine denk düşmeyen döngüsü hep yeniden üretilir. Her gün yeniden başlanır, bir performans kaygısıyla, bir refleksle. Dakikalar iş gücüne bölünür, zaman çizelgelere, takvimlere sıkıştırılır, bize ait olmaktan çıkan, üretimin hizmetine giren bir boşluğu yaşamımız yaparız. Zamanı, yaşamları hizaya sokan bir strateji ve istatistik bir birim olarak görmek onu teşekkür konusunu haline getirir. Vaktiniz İçin Teşekkürler hızla tüketilen bir teşekkür cümlesi gibi duyulsada, bu yüzeysel jestin altında vaktin metalaştırılmasını ve geçiciliğin tekrar eden bir düzene dönüşmesini sergiyle birlikte yorumluyorum.


Ece Yalçın ve Beril Or’un Vaktiniz İçin Teşekkürler başlığıyla Kasa Galeri’de gerçekleştirdikleri sergi, zamanın yalnızca ölçülebilir bir birim olmadığını, aksine toplumsal yapılar içinde şekillendiğini ve iktidar ilişkileri ile iç içe geçtiğini hatırlatıyor. Vaktiniz alındı, yönetildi ve zaman bir teşekür konusu haline geldi. Tüm bu etkilerin altında, gündelik hayatın mekanı, zamanı ve maddiliği üzerine bir eylemsizlik alanı olarak izliyorum sergiyi. Serginin yaptığı tüm çağrışım ve referanslara açık olarak, hatırlatıcı etkilerini de göz ardı etmiyorum. Geçmesi için beklenen zamanın ve kendi zamanını deneyimlemenin dinamikleri üzerine bir akışa dahil oluyoruz. Nancy Fraser, Feminism, Capitalism and the Cunning of History başlıklı makalesinde, kapitalizmin farklı evrelerinde toplumsal yeniden üretim krizlerinin nasıl ortaya çıktığını ve bu süreçlerin toplumsal eşitsizliklerle nasıl ilişkili olduğunu tartışır. Zaman, hiyerarşileri ve eşitsizlikleri yeniden üretir. Mekânın, bireyi nasıl konumlandırdığını ve zamanın bedenler üzerindeki etkisini araştıran Yalçın ve Or sergiye, İstanbul ve San Francisco saat farkıyla, farklı zaman dilimlerinde birlikte hazırlanıyorlar.


Solda: Ece Yalçın, Ofis, 2024, Şerit bariyer Sağda: Ece Yalçın, Soft Copy, 2024, 32x100 cm, Led ekran ve asma aparatı


Duyusal düzenlemelerle zamanın ve mekânın kontrolü yeniden müzakere edilebilir mi? Yalçın ve Or’un işleri, tam da bu müzakerenin ortasında, zamanın nasıl ve kimler tarafından işletildiğini sorguluyor. Rancière, The Politics of Aesthetics’te sanatın mekânı ve zamanı yeniden düzenleyerek toplumsal yapıları, hiyerarşileri ve anlamları sorgulama potansiyeline sahip olduğunu ifade eder. Serginin gerçekleştiği Kasa Galeri’nin bulunduğu Minerva Han bir bankayken ve galeri mekânı bir zamanlar sermayenin akışını düzenleyen bir kasa dairesi iken, şimdi tam da bu ritimleri ve yapıları sorgulayan bir alana dönüşüyor sergi vesilesiyle. Bu çerçevede sergi, mekânın geçmişini ve formunu yalnızca bir fon olarak kullanmak yerine zamanın yaşamlarımızı nasıl şekillendirdiğini, sermayenin ritmine nasıl tabi kılındığımızı ele alıyor. Doğal ışıkla, sokakla bağlantısı kesilmiş, penceresiz, korunaklı ve donuk bir alan, sergilenen işler için üretilmiş bir mekân gibi görünüyor.


Solda ve sağda: Ece Yalçın, İş Çıkış Saati, 2024, Tuval üzerine boya ve yağlı boya, mdf üzerine akrilik ve sprey boya, ofis kalemliği içinde sıra numaraları

Ortada: Ece Yalçın, Öğle Tatili, 2024, 90x220 cm, Tuval üzerine yağlı boya


Ece Yalçın, modernitenin zaman algısını sorgularken, mekânların işlevselliğini dönüştürüyor. Banka kasaları, vezne sıraları, bekleme salonları, açık ofisler… Bunların tümü zamanı kontrol etme çabasının bir parçası. Ancak Yalçın, bu mekânların iç dinamiklerini bozarak işlevselliğin kendisini görünmez kılıyor. Beklemek burada bir zorluk değil mekânın kendi ritmini bulduğu bir ana dönüşüyor. Bir yolculuk değil bir duraklama anı olarak zaman, nerede durduğumuzu, yönetilen kaoslarımızı ve sürdürdüğümüz düzenleri önümüze seriyor. İşlevsizleştirilmiş malzemeler ve manzaralar, beklemenin bir yapı olduğunu vurguluyor. Sıramızı beklediğimiz ekranlar, numaralandırılarak anonimleşmiş yüzler, kapalı vezneler, engellerle düzen kuran bariyerler Yalçın’ın pratiğinde, mekânların tanıdık düzenlerini tersine çeviriyor, nesnelerin yerleri ve sembollerin anlamları değişiyor. 


Solda: Beril Or, Hiçbir Şey Olmadığında Ne Olur?, 2023, Video Sağda: Beril Or, Hiçbir Şey Olmadığında Ne Olur? II, 2023, Cam tüp, boru askısı, toprak, tohum, zaman


Beril Or, zamanın hesaplanabilir ve tüketilebilir bir kaynak olmadığını, doğanın döngüleri içinde akışkan bir varlık olabileceğini hatırlatıyor. Byung-Chul Han’ın Zamanın Kokusu adlı kitabında, "Modern zamanın hızı, deneyimin derinliğini silikleştirir; hız çağında zaman, deneyimlenemez bir araca dönüşür." fikrinin altı çizilirken Or’un işlerinde, tütsü, toprak, büyüyen kökler, is ve malzeme olarak kullanılan zaman, kişisel ve kolektif anların ortaklığına dönüşüyor. Buradaki ikilikler sonucunda Sarah Sharma’nın In the Meantime’da, zamanın hiyerarşik kullanımına karşı yavaşlamanın politik bir alan açtığını fikrine ulaşılıyor. Or’un çalışmaları, hızın dışında bir ritim kurarak, bu hakkı görünür kılıyor. Sanatçının Hiçbir Şey Olmadığında Ne Olur? adlı performans videosu, zamanın yalnızca üretkenlik çerçevesinde değerlendirilemeyeceğini, durmanın, beklemenin, gökyüzünü seyretmenin sağaltıcı bir varlık olabileceğini düşündürüyor. Or’un işlerinin altında yatan ritüel ve dönüşüm, zamanı ele geçirmek yerine, onun içinde bir yer bulmayı öneriyor.


Solda: Beril Or, 15874 gr, 2024, Ø 78x75 cm, Parafin Sağda: Beril Or, 0.16 m3, 2023 16 cm3, Pleksiglas, tütsü külü


Sergiden sonra bir zaman tüneline girdiğimde Or ve Yalçın’ın yaklaşımları eşliğinde Tehching Hsieh’in bir yıl boyunca her saat başı kendini fotoğrafladığı One Year Performance (1980-81) adlı işinde, zamanın kontrolünü bir beden disiplini pratiğiyle sorguladığını hatırlıyorum. Stanley Brouwn, yürüyüşlerinin uzunluğunu ölçerek zamanı bireysel ve bedensel bir deneyime çeviriyor. Félix González-Torres’in sevgilisi Ross’a yazdığı Lovers, 1988 başlıklı bir mektup vardır. Kâğıdın üst kısmında, aynı zamanı gösteren iki stilize saat, mavi kalemle çizilmiştir. Kişisel bir hikâyeyle, zamanın bir sonucu olmanın sembolü olarak kullanılan bu iki duvar saati, Untitled (Perfect Lovers), 1991 ile varlığını sürdürür. Marina Abramović The Artist is Present adlı performansında izleyiciyle sadece göz teması kurarak zamanın geçiriliş biçimini radikal bir eyleme dönüştürüyor. Rebecca Solnit’in Wanderlust: A History of Walking adlı kitabında belirttiği gibi, "Hızlı hareket, mekânı gözden kaybeder; durmak, mekânın içine işlemektir." Bu sergi, tam da bu durma ve yeniden görme alanını canlandırıyor. Vaktiniz İçin Teşekkürler sergisinin bana hatırlattığı son iş, bir duvar saati, 12 "-geç kaldın" cümlesi, geç kalmanın, yetişmeye çalışmanın evrenselliği… Sermayenin değersizleştirdiği bireyin ve hızla tüketilen yaşamının sonuç cümlesi budur. Gülçin Aksoy’un 2000 yılında sergilenen Geç Kaldın başlıklı yapıtı ilk günden itibaren ve artık bilemediğimiz bir zamana kadar sürecek haklı bir ses. Tonlamasına göre yaklaşımı ve duygusu değişebilen bir cümle. Bir yere yetişememenin yanında geç kalınmış her yaşamın da ironik bir temsilcisi oluyor bu iş.


Yalçın ve Or, birbirinden farklı ama birbirine eşlik eden yaklaşımlarla, hız çağının içinde dikkat isteyen bir alan yaratıyorlar. Sergi kendi sürecinden doğan sorularla güncelliğini koruyor. Zamanın değerler sistemi içinde nasıl tüketildiği, nasıl bir performans ölçütü haline getirildiği ve baskı altında olmanın ihtimalleri çeşitleniyor. Sergi üzerine düşünmek, bulunduğum coğrafyanın da katkısıyla bazı sorular sorduyor bana. Kimlerin zamanına, yaşamına, emeğine değer verilir ve kimlerin zamanı yok sayılır? Toplumun yaşam biçimini, algısını, tepkisini de bu sonuçlar şekillendiriyor. Zaman krizi içinde aciliyet nedir, acil olan nasıl sıradanlaşır, işlevsizleştirilir? Zamanın ve emeğin karşılıksızlığının büyümesi, yaşamlarımızın kayıtsızca gözden çıkarılabilirliğinin bir sonucu olurken, bu zamanın aciliyeti ve acil eylem planı ne olabilir? Harekete geçmek ve durmanın anlamları bu cevaplara göre yeniden şekillenebilir. Zaman kesik çizgilerle akarken biz kırılma noktalarında mı, çukurlaşmış, yerleşik bir bütünün içinde mi kayboluyoruz? Sonuçta durmak veya hızla hareket etmek, bazen ikisi de kaybolmakla ilgili, kaybolmanın da tahakkümle gerçekleşmesi gibi.


Vaktiniz İçin Teşekkürler, Sergiden görünüm


Comments


All rights reserved. Unlimited Publications.

Meşrutiyet Caddesi No: 67 Kat: 1 Beyoğlu İstanbul Turkey

Follow us

  • Black Instagram Icon
bottom of page