top of page

Bir sesler coğrafyası kâşifine dair sözlük denemesi

Fatih’te, Halide Edip Adıvar’ın unutulmaz romanına da adını veren Sinekli Bakkal’ın bulunduğu Sinekli Bahçe Sokak’taki ahşap bir konakta hayata gözlerini yuman Tanburi Cemil Bey’in vefatının 100. yıl dönümünde, Art Unlimited'ın Mart-Nisan 2017'de yayınlanan 40. sayısında bir yazı kaleme almıştık

Yazı: Sami Kısaoğlu



Hale Güngör Oppenheimer, Tanburi Cemil Bey



İlerlemiş kış mevsiminin akşam güneşi hızla çekiliyor evin salonundan. Kar tıpkı bir Wagner operasının uvertürü gibi derin bir sükûnetle örtüyor ağaçların üzerini. Plağın pikap çaların üzerindeki son turunu tamamlamasıyla, iğnenin kendiliğinden plağın üzerinden kalktığı vakit geriye kısa süreli bir sessizlik kalıyor. Sessizlik odanın içinde usulca çiçeklere, kitaplara, mobilyalara ve diğer eşyalara sinerken plağın son parçası olan Çeçen Kızı’nı yeniden dinlemek istiyorum. Tanburi Cemil Bey’in yerel ezgilerden de etkilenerek Hüseyni makamında bestelediği eser, şüphesiz Ortadoğu ve Akdeniz coğrafyalarının en şöhretli melodi dizilerinden birine yer veriyor. Hem şark hem de garp usulü düzenlemeleriyle müzisyenlerin üzerinde türler arası denemeler yapmayı en sevdiği eserlerden biri olan bu çalışmanın bizde de vaktiyle Emin Fındıkoğlu tarafından yorumlanan bir caz-funk uyarlaması olduğunu anımsıyorum.

Plağın diğer yüzünü çevirip odayı yeniden seslerle doldurduğumda zihnimde Cemil Bey’e dair birtakım sorular çiçekleniyor. Denize atılan bir taşın neden olduğu dalgalar misali, her geçen saniyede sorular çemberi biraz daha genişliyor. “İstanbul’da değil de Paris’te doğmuş bir icracı olsa yaşamında neler değişirdi?” diye geçiyor aklımdan. 12 yaşından itibaren harika çocuk özellikleri gösteren, Jules Verne’in Ay’a Yolculuk kitabını özgün dilinden çevirecek kadar Fransızca bilen Cemil Bey kendisi ile aynı yıl dünyaya gelen Rus besteci Sergey Rahmaninov kadar geniş yer bulabilir miydi müzik sözlüklerinde? Ya da Türk musikisi tarihindeki ilk resitali veren Cemil Bey, kendisinden üç yıl sonra doğan büyük Katalan viyolonselist Pablo Casals kadar popüler bir sima olabilir miydi erken 20. yüzyıl müzik tarihinde? Uluslararası müzik arenası doğaçlamada kendisininkine benzer sınırsız bir yetenek olan, onun gibi dönemin ötesinde bir ileri görüşlülük sergileyen caz piyanisti Art Tatum kadar kucak açar mıydı ona? Farklı nedenlerle de olsa tıpkı Kanadalı deha Glenn Gould gibi konser vermekten ziyade kayıtlar gerçekleştirmeyi seçen, 20. yüzyılın ilk 10 yılında imparatorluk başkentinin en önemli kayıt yıldızı haline gelen Cemil Bey; şu pusulası kırık dünyada en azından kendi memleketinin devlet büyükleri huzurunda biraz olsun ilgi göremez miydi? Hayran olduğu ve kendisiyle aynı hastalıktan (tüberküloz) dünyaya gözlerini kapayan Chopin gibi ulusal bir kahraman olarak kabul edilip ismi birkaç müzik enstitüsüne, konservatuvara verilemez miydi? Operadan roman havalarına, sokak satıcılarının mırıldandığı melodilerden Anadolu ve Rumeli halk müziklerine dinlediği her şeyi eşsiz bir estetik duyarlılıkla damıtarak sanatına yansıtan Cemil Bey, 1900’lerin başında ülkemiz türküleri üzerine etno-müzikolojik çalışmalar yapan ve 20. yüzyıl modern müziğine yön veren Béla Bartók kadar saygı görüp sahiplenilemez miydi Cumhuriyet’in birinci kuşak çok sesli müzik bestecileri tarafından?

Büyük üstadın 43 yıl süren kısa yaşamının ayrıntıları her ne kadar Batılı meslektaşlarıyla benzerlikler taşısa da dünya sahnesindeki büyük resimde yeri silik kalıyor. II. Abdülhamid'in 33 yıl süren padişahlık dönemine denk gelen hikâyesinin geçtiği zaman dilimi Batı müzik tarihinde büyük virtüözlerin çağı. Fakat küresel anlamda başarı sadece doğru zamanın değil başka birçok denklemin sonucunda form buluyor. Doğduğunuz coğrafya, icra ettiğiniz müzik türü, içinde yaşadığınız toplum, pasaportunu taşıdığınız devleti yöneten kişiler, doğru düzgün bir menajer ve daha başka onlarca bileşen. Geleneğin içinden çıkardıklarını kendi süzgecinden geçirerek yeni düşünceler ortaya koyan, kendisinden sonra gelen kuşaklara da etki eden Cemil Bey’in hikâyesinde ne yazık ki yukarıda bahsi geçen beş başlık Batılı memleketlerdeki gibi yanıt bulmuyor.


Fatih semtinin Molla Gürani Mahallesi’nde ahşap bir evde 1873 yılında doğan ve Halide Edip Adıvar’ın unutulmaz romanına da adını veren Sinekli Bakkal’ın bulunduğu Sinekli Bahçe Sokak’taki ahşap bir konakta, 28 Temmuz 1916’da hayata gözlerini yuman Tanburi Cemil Bey’in vefatının 100. yılı geride kaldı. Geçtiğimiz yıl boyunca çeşitli konserler, radyo programları, albüm serileri ve yazılarla anılan sanatçının sağlığında olduğu gibi bugün de devlet tarafından tam anlamıyla sahiplenilmemesi ise üzücü bir anı olarak müzik tarihimizdeki yerini aldı.(1) Bestelediği eserlerle(2) dönemin Türk musikisine farklı bir iklim yaşatan, Kadı Fuat Efendi, Refik Fersan gibi çok değerli sanatçıları yetiştiren, eline aldığı tüm enstrümanları bir süre sonra çalmaya başlayan, Fransızcadan müzik teorisi kitapları tercüme eden(3), tanbur yorumculuğuna getirdiği anlayışla kendinden önceki üslubun unutulmasına neden olan Cemil Bey kuşkusuz tüm bu özellikleriyle dünya dışından bir karakter izlenimi uyandırıyor. Onun portresini yazı sanatının olanakları üzerinden betimlemeye çalıştığımızda kariyeriyle kol kola yürüyen kimi anahtar sözcükleri masaya saçmak ise dehasının anlaşılmasına yardımcı olabilir. 12 yaşında “harika çocuk”, 18 yaşlarına doğru emsali gelmemiş bir sazende ve vefatının ardından günümüze bir üstad-ı âzam olarak anılan Cemil Bey’i düşündüğümüzde kültür, yetenek, virtüözite, mükemmellik ve reform sözcükleri ayrı bir öneme sahip.


Beş bölümlü bir Tanburi Cemil Bey portresi


Kültür

Cemil Bey’in kişiliğinin ve dolayısıyla müziğinin incelikli kıvrımlarını en iyi açabilecek sözcüklerden ilki kültür olacaktır. Çeşitli devlet kademelerinde yüksek mevkilerde görev alan Tevfik Bey ile II. Mahmut’un kızı Adile Sultan’ın dadılığını yapan, lavta çalan Zihniyâr Hanım’ın dördüncü çocukları olarak dünyaya gelen Cemil Bey gerek dönemin yapısı gerekse içinde bulunduğu aile ortamı nedeniyle çok kültürlü bir çevrede büyümüştür. Henüz üç yaşında babasını kaybetmesinin üzerine uzun yıllar amcasının yanında kalan sanatçı, içinde iki, üç piyanonun olduğu ve tüm çocukların müzik eğitimi gördüğü bir evde yetişir. Cemil Bey’in altı, yedi dil bilen babasının yanı sıra diğer aile üyelerinin birkaç dil konuşmaları, bir müzik aleti çalmaları ve güzel sanatların diğer kollarıyla ilgilenmeleri daha çocuk yaştan itibaren entelektüel bir ortamda yetişmesine olanak verir. Yukarıda andığımız unsurların yanı sıra aile üyelerinin yurtdışı görevlerinde bulunmaları nedeniyle Cemil Bey, Batılı yaşam tarzını da tecrübe etme fırsatı bulur. Tüm bu birikim kendisine yorumculuk anlamında yüzünü hem Batı’ya hem de Doğu’ya dönebilme imkânı verirken bir yandan da ileriki yıllarda sanatına tesir edecek kimi bileşenlerin önünün açılmasına olanak tanır.


Yetenek

Henüz küçük bir çocukken evlerinin bodrumunda içine su doldurduğu bardakları dizerek oluşturduğu glass harp benzeri bir düzenekle çeşitli denemeler yapan, lastikleri bir tahtaya çivileyerek uydurduğu bir başka oyuncak enstrümanla yine farklı seslerin peşinde koşan Cemil Bey, yıllar sonra sanatı ile tüm imparatorluk coğrafyasını kendisine hayran bırakacaktı. Tanbur, klasik kemençe, yaylı tanbur, rebab, viyolonsel ve lavtada üstat kabul edilen; tar, bağlama, divan sazı, bozuk, tanbura, zurna gibi halk sazlarını çok iyi derecede çaldığı bilinen Cemil Bey’in ses verdiği diğer enstrümanlar arasında kanun, keman, alto kemençe, viyola, klarnet ve kemençe bulunmaktadır.


Cemil Bey ve yetenek sözcüğünü bir arada andığımızda unutulmaması gereken hususlardan biri de kendisinin eşine az rastlanır bir otodidakt olduğudur. Çaldığı birçok sazı kendi kendine öğrenen ve ustalaşan sanatçı, ilk gençlik yıllarından itibaren bazı üstatların beğenisini kazanır. Bu isimlerden biri de 19. yüzyılın en önemli Klasik Türk Müziği bestekârlarından Tanburi Ali Efendi’nin Cemil Bey için sarf etmiş olduğu şu sözlerdir: “Evladım, bunca senedir şu sazı çaldım. Eh şöyle böyle biraz yendik de sanırdım. Şimdi, seni dinledikten sonra, bir daha elime tanburu almayacağım.” Bu görüşmeden sonra Cemil Bey, Ali Efendi’den doğrudan ders almamakla birlikte genel müzik bilgisi, klasik mektebin esasları konusunda eğitim almıştır. Virtüözü olduğu enstrümanlarda hiçbir geleneğe ya da ekole bağlı olmayan, çaldığı birçok enstrümanda doğru düzgün bir rehberi ya da hocası olmayan Cemil Bey’in 1900’lerin ilk yıllarında Yakacık’ta gittiği bir yağlı güreş müsabakası sonucunda zurna sevdasına tutulması ve bir hafta içinde bu enstrümanı öğrenmesi de onun yeteneğine dair ilginç hikâyelerden biridir.


Virtüözlük

Yaşadığı dönemin müzik insanları tarafından 18. yüzyılın ünlü keman virtüözü Niccolò Paganini benzetmesi yapılan, modern anlamda Türk Sanat Müziği’nin ilk virtüözü kabul edilen Cemil Bey, kayıt yaptığı birçok enstrümanı teknik ve yorumculuk anlamında mükemmel icra etmesinin yanı sıra o enstrümanların limitlerini sürekli olarak ileri taşıyan bir isimdi. Elindeki çalgıların ses paleti dışında renkler elde eden, onların tekniklerini sürekli olarak değiştiren ve genişleten sanatçı, bu yönüyle özellikle tanburda klasik üsluba bağlı kalmamakla suçlanmış fakat zaman kendisini haklı çıkarmıştır. Cemil Bey sadece kendi ses verdiği enstrümanları çalan kimseleri değil, bunların dışında kalan enstrümanları çalan kişileri de gerek teknik gerekse taksim anlayışı bağlamında etkilemişti. Çağdaşlarının yanı sıra sonraki kuşaklar için de bir okul niteliği taşıyan sanatçı, yıllar boyunca birçok müzisyenin öykündüğü, etkilendiği bir isim oldu.


Cemil Bey’in virtüözlüğünün, ustalığının en önemli satır başlarından biri de farklı enstrümanların ses ve duygu dünyalarını diğer enstrümanlarda yakalamasıdır. Bu düşüncenin en güzel örneklerinden birini Orfeon Plak firması için yaptığı Hüseyni makamındaki Çoban Taksimi eserinde aramak yerinde olur. Notalar üzerinden pastoral bir köy manzarasını anlattığı eserde, bir yandan kemençe ile çobanın dertli kavalının nüanslarını yakalarken bir yandan da izlenimci bir duyarlılıkla köy yaşantısına özgü köpek havlamalarını ve kuzuların seslerini enstrümanında canlandırır. Sanatçının virtüözlüğünün izlerinin okunabileceği bir diğer konu başlığı ise üslup bağlamındaki yaklaşımıdır. 30’lu yaşlarının başında sarayda ve müzik çevrelerinde tanburuyla el üstünde tutulan bir isimken klasik kemençeye merak salan Cemil Bey, zarif ve incelikli yorum anlayışıyla kemençeye yeni bir kimlik kazandırmasının yanı sıra kemençenin sınıf atlamasını da sağlar.(4) Kemençenin köçekçelerin, oyun havalarının neşeli çalgısıyken, halk müziğinin kabasaz takımından çıkıp saray müziğinin incesaz takımına katılmasının önünü açan Cemil Bey, bir yandan da kendi ruh dünyasını en uygun şekilde yansıtacak olan enstrümanı bulmuş olur.


Derin virtüözitesinden konu açıldığında es geçilmemesi gereken konulardan bir diğeri ise onun üstün bir teknik bilgi ile derin bir duygu dünyasını buluşturmasıdır. Çaldığı enstrümanlarda her iki elini de aynı yetkinlikte kullanabilen Cemil Bey’in Türk Sanat Müziği’nde pek duyulmamış duygu ve dinamikleri icrasında görünür kılması, üzerinde durmaya değer bir husustur. Neşeli, coşkulu, hastaymışçasına, ağlarcasına gibi İtalyanca müzik terminolojisinde karşılıkları bulunan terimleri, çaldığı sazların renk paletinde elde eden sanatçı kemençe ile yorumladığı Yanık Ninni isimli eserinde bir İstanbul yangınını anlatırken iki kadının karşılıklı konuşmasını da aktarır.


Reform

Merak, arayış, yenilik, keşif sözcüklerinin iç içe geçtiği bir yaşamın deltasında şekillenen en temel kavramlardan biri de reform olur. Cemil Bey sadece kökeni Tanburi İzak’a (5) dayanan, “Oskiyan tavrı” diye adlandırılan geleneksel tambur tekniğini yıkmakla kalmamış, gerek daha derin seslere ulaşabilmek adına icat ettiği yaylı tanburla gerekse bestecilik alanındaki kazanımlarıyla Türk Sanat Müziği’ndeki değişimin öncülerinden biri olmuştur. Sanatçının bestecilik alanındaki en temel kazanımlarından biri İstanbul coğrafyası ve Türk Sanat Müziği’nin klasik yapıtları dışında kalan şarkılara, müziklere duyduğu ilginin sonucunda gerçekleşir. Sokaktan geçmekte olan dilencinin diline doladığı ezgi, Sulukule’de roman müzisyenlerden dinlediği oyun havaları, Selâtin meyhanelerinde kulak verdiği Sakız Adalı lavtacılar, Anadolu coğrafyasının türküleri ya da çocukluk yıllarından itibaren aklının bir köşesinde yer eden Batı klasik müziği... Tüm bu bileşenler zamanla onun bestekârlık ve müzisyenlik dehasının en büyük kozlarından biri haline gelir. Kendisine özgü bir yaratıcılıkla Türk Sanat Müziği’nin makamları çerçevesinde yeniden düşündüğü tüm bu ezgiler koleksiyonu aralarında Gülizar Taksim, Hüseyni Taksim ve Çoban Taksimi’nin de bulunduğu unutulmaz eserlere kaynaklık eder. Viyolonseli Türk Sanat Müziği’nde kullanılabilecek şekilde akort eden ve bu müzik türünde ilk kez kullanan Cemil Bey’in reformist tavrının belirdiği en önemli alanlardan bir diğeri ise dönemin enstrümantal müziğine kazandırdığı tinsellik boyutudur.


Yenikapı Mevlevihanesi şeyhi Mehmed Celâleddin Dede ile tanbur çalan, Galata Mevlevihanesi’nde ayinler dinleyen Cemil Bey tüm bunların sonucunda sanatına ayrı bir ruhanilik boyutu ekler. “Musiki Tanrının sesidir” sözü ile her defasında Bach’ı akıllara getiren Cemil Bey’in devrimci yanının en belirgin şekilde açığa çıktığı alan ise doğaçlama olarak gerçekleştirdiği taksimlerde görülür. Taksimlerinde makamlara her defasında özgün bir giriş cümlesiyle başlayan, özgün bir finalle bitiren, adeta konuşur, sohbet eder, manzara resimleri betimler gibi anlatmak istediği düşünceyi sololarında dile getiren Cemil Bey, taksim formuna benzersiz bir özellik kazandırmış, onun ayrı bir tür olarak kabul edilmesini sağlamıştır.


Mükemmellik

Cemil Bey bugüne ulaşan kayıtlarının büyük bir kısmını yaşadığı geçim zorlukları nedeniyle 1910-11 yılları arasında Blumenthal Kardeşler’in Orfeon firmasında yapar. Bu kayıtların yapım aşamaları ise onun titiz ve mükemmeliyetçi karakterinin örnekleriyle doludur. Aksaray'daki evinden çalgılarıyla birlikte faytonla alınan ve kayıt için Sirkeci'deki Katırcıoğlu Han’a giden Cemil Bey burada gezer, dolaşır, farklı enstrümanlarda taksimler yapar, canı ne zaman isterse o vakit işaret verir ve kayda başlar. Tam olarak kendisini hazır hissetmediği günler hiç plak doldurmadan evine dönen sanatçı, plakları yayınlanmadan önce onları dinlemeyi ve piyasaya sürülmelerine dair geçer not vermeyi ise şart koşmuştur. Gerçekleştirdiği kayıtlardaki performansını ayrıca bir deftere not alan sanatçı, defterin sayfalarına plağın numarasını ve adını yazmış, karşısına ise eser hakkında değerlendirmesini içeren (iyi, daha az iyi ve fena işaretleriyle) bazı kısa cümleler ilave etmiştir.


Final

Şair Yahya Kemal'in 1927 yılında Varşova'da büyükelçi olduğu dönemde yazdığı Kar Musikileri şiirinde “Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta, Tanburi Cemil Bey çalıyor eski plâkta” dizeleriyle zarif bir selam gönderdiği, Nazım Hikmet’in ise vefatının ardından yazdığı Cemil Ölürken şiirinde “Ecel, onun yanına sen de el bağlayıp gir!... Gökler geri alıyor yeryüzünden sesini” dizeleriyle derin üzüntüsünü dile getirdiği Cemil Bey kısa süren ömründe başlı başına bir müzik, bir sesler dervişi olarak yaşadı. İstanbul Boğazı’na demirli gemilerin düdük seslerinden müzik yapmayı hayal edebilecek kadar engin bir düş gücüne sahip oldu. Büyük bir çoğunluğu arkalı önlü olmak üzere 130 dolayında plak kaydı günümüze kadar ulaşan Cemil Bey, bir kuyruklu yıldız misali dünyamızdan çekip giderken onu yolcu etmek için cenazesinde sadece 14-15 kişi vardı.


(1) 2016 yılında Tanburi Cemil Bey için Kalan Müzik tarafından hazırlanan Tanburi Cemil Bey Külliyatı isimli çalışma ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ’nin yayınladığı Tanburi Cemil Bey Hazinesi isimli albüm ve kitap çalışması sanatçı için yapılan en anlamlı işlerdi. 13-14 Ekim 2016 tarihlerinde İstanbul Üniversitesi ve Şehir Üniversitesi tarafından adına bir sempozyum düzenlenen sanatçı çeşitli radyo programları vasıtasıyla da anıldı. TRT ile Kültür ve Turizm Bakanlığı sanatçının 100. ölüm yıl dönümünü sessizlik içinde karşılarken Afyon Kocatepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı ise anısına bir belgesel hazırladı.

(2) Mahur, Nevâ, Isfahan, Ferah-fezâ, Hicazkâr, Kürdîli Hicazkâr, Muhayyer makamlarındaki eserleri birer başyapıt kabul edilen Cemil Bey’in Türk Sanat Müziği’nin enstrümantal bölümünün gelişmesinde önemli katkıları olmuştur. Sanatçı bu nedenle başta saz eserleri bestecisi olarak anılmaktadır. Cemil Bey’in yazdığı enstrümantal eserlerin yanı sıra 18 şarkı ve bir de ninni tarzında eseri bulunmaktadır.

(3) Cemil Bey; Lavignac, Decoudre, Fetis ve Mamontel'in müzik teorisi kitaplarını tercüme etmiş, Batı Müziği ile Türk Sanat Müziği arasında sistem farklarını karşılaştırmalı olarak ele alan Rehber-i Musiki isimli çalışmayı kaleme almıştır.

(4) Kemençenin saygın bir yer edinmesindeki önemli isimlerden bir diğeri ise Kemençeci Vasilâki’dir. Cemil Bey kemençe icrasındaki Rum tavrını büyük ölçüde aynı zamanda ruhani anlamda hocası sayılan Vasilâki’den almıştır.

(5) II. Selim’in uzun süre tanbur hocalığını da yapan Tanburi İzak, padişahın en sevdiği sanatçılar arasındaydı. Sarayda icra edilen fasıllara tanburu ile katılmış ve Enderûn’da hocalık etmiştir. III.Selim, İzak’a fevkalâde saygı ve sevgi gösterir, huzuruna girdiği zaman ayağa kalktığı bilinmektedir.

bottom of page