Pera Müzesi’nde Ulya Soley küratörlüğünde devam eden Gelecek Hatıraları sergisi nesnelerin yardımıyla hatırlananlara odaklanıyor. Sergideki eserleri geçmiş ve gelecek olgularıyla kurdukları ilişki üzerinden değerlendirdik
Yazı: Seda Yörüker
oddviz, Voronoi, 2020, Tek kanallı 4K video, 3’30’’, Sanatçının izniyle
Hafızanın tarihe indirgenemezliğinden bahseden mikro tarih çalışmalarının önde gelen ismi Carlo Ginzburg’un mesafe olgusunu tartıştığı kitabı Tahta Gözler’de dediği gibi tarih kelimesinin “araştırma” anlamına gelen historia kelimesinden türemiş olması tesadüf değil. Tarih ile ilişki büyük bir duygulanım gerektiriyor. Tarih, orada kımıltısız bir biçimde duran bir şey olmaktan ziyade gelecekte sürekli hareket eden ve sonsuzca şekil alan bir olgu. Nihayetinde tarihe hep bugünden bakarız. Pera Müzesi'nde açılan Gelecek Hatıraları adlı serginin küratörü Ulya Soley de geçmiş ile gelecek arasında düz çizgisel olmayan ilişkiselliği sorguladığı sergisini "geçmişe nostaljik bir bağlılık yerine geleceği nasıl hatırlayacağımız hakkında düşünmeyi öneriyor ve hafızanın gelecek odaklı işlevlerine eğiliyor” diyerek özetliyor.
Gelecek Hatıraları sergisi düşünsel ve estetik merkezine Suna Kıraç’dan kalan kişisel bir mirası; Kütahya Çini ve Seramikleri Koleksiyonu’ndan eserleri koyuyor. Osmanlı’da sarayın gözdesi İznik çini ve seramiklerinin gerisinde kalan bir dünya yıllardır Sadberk Hanım Müzesi ve ardından Pera Müzesi vasıtasıyla aydınlığa kavuşuyor, toplumla buluşup zihinlerde estetik ve kültürel titreşimler yaratıyor. Ayrıca pek çok sanatçı için de araştırma ve ilham kaynağı olarak değer taşıyor. Belirli bir odağı olan koleksiyon yapmak geleceğe olan inanç, zamana karşı direnç ve nereden bakılsa potansiyeller barındıran tutkusal bir eylem. Soley’in sergisi de bu potansiyellerin farkındalığıyla hem estetik hem de teorik açıdan çok çalışılmış güçlü bir sergi olarak durmakta. Tüm bunlara ayrıca serginin tasarımsal cazibesi de eşlik ediyor. Özellikle kullanılan malzemenin ışık ve renk etkisiyle yansımaya açık sergi künyeleri başlı başına bir bakışı hak ediyor. Onların bu ışıltısının seramiklerdeki sır tekniğini anımsatması tesadüf olmasa gerek. Sergi künyelerinin görselliği sergilerin en büyük problemi ve bu sergide alışılmadık estetik incelikle ele alınıyor.
Bilal Yılmaz, Elhamra, 2023
Sergide Motiflerin Hatırlattıkları, Nesnelerin Hafızası, Bölgenin Hafızası, Geleceği Hatırlamak adlı dört temaya ayrılmış mekânının çeşitli yerlerinde çağdaş sanatçıların yapıtlarıyla komşu Kütahya çini ve seramiklerinden oluşan yerleştirmeler karşımıza çıkıyor. Onlar renkli ve ışıklı pleksiglas alanlar içerisinde yer alıyor ve bu yerleştirme fikri gerçekten de sergi tasarımında kavramsal derinliği pekiştiren parlak bir dokunuş etkisi yaratıyor. Komşu oldukları çağdaş yapıtlarla konuşan, etkileşen, ayrışan, belki de onlarla yarışan geçtiğimiz yüzyıllardan bu objeler bana Ömer Uluç’un kendi ses kayıtlarından oluşan Heves Kuşu Durmaz Döner adlı kitabındaki bir sözünü hatırlatıyor: “Çağdaşlık nedir? Mısır’ın ölüm geometrisi çağdaş değil mi, ölüm gibi? Hindistan’ın çokluğu, birbirinin içinde çoğalması çağdaş değil mi, yaratma gibi? Enerjisi sürmekte olan her olgu çağdaştır”. Bu zamanlar ötesi bakış sanat yapıtları için de geçerli; yüzyıllar öncesi duvar resimlerinin yaydığı enerji bugün eşsiz biçimde zihnimizde titreşimler yaratıyor. Hiç şüphe yok ki bu çini ve seramikler de sergi mekânında yaydıkları enerji ile oldukça çağdaş. İşte serginin küratörü de bu zamanlar ötesi bakışı, geçişkenliği özellikle önemsemiş ve öne çıkartmak istemiş diye düşünüyorum. Son kertede sergideki çağdaş sanat yapıtlarıyla birlikte izleyicinin karşısında yer alan Kütahya çini ve seramikleri artık sadece bir çıkış noktası ya da bir gönderme nesnesi değil, aynı zamanda kendi bağımsızlıklarıyla bugünde bir özneler.
Adriana Varejão, Tuvaller Üzerine Karo Seramik Döşeme, 1999, 45 tuvalden oluşan tuval üzerine yağlı boya yerleştirme, Değişken boyutlarda, Sanatçı ve Monica ve Oded Goldberg Koleksiyonu izniyle
Gelecek Hatıraları’nda izleyicinin ilk karşılaştığı bölüm Motiflerin Hatırlattıkları, seramik, çini gibi objelerin üzerindeki resimsel dünyaya yani motiflere odaklanıyor. Burçak Bingöl, Adriana Varejão, Taner Ceylan, Elif Uras, Francesco Simeti’nin işlerinin yer aldığı bu bölümde Elif Uras’ın Çifte Niş adlı mekâna özgü yerleştirmesi atmosferik açıdan etkileyici. Bu iş Anadolu’nun eli belinde motifinden Kütahya seramiklerindeki geometrik bordür süslemelere, Çatalhöyük’teki paleotik dönem kadın heykellerine ve ibadet yerlerinin mekânsal gizemine dek pek çok belleği içinde damıtıyor. Uras’ın işinde soyutlama öne çıkarken günümüzde seramiğe edebiyatıyla yaklaşan, onu metinsel anlamda da kuşatan Burçak Bingöl’ün Saz Yolu Rotası Serisi adlı işinde ise Kantçı manada saf güzel estetiği kendini gösteriyor. Topkapı Sarayı’nın Sünnet Dairesi’nde Şahkulu’nun resimlediği bir çini paneli ele alan Bingöl, kobalt mavi bu işinde Şahkulu’nun panosundaki motifleri arka planından arındırarak görkemli bir yapıta dönüştürüyor. Etkileyici boyutlandırma, seramiğin yapımındaki müthiş kıvrımlar, onunla birlikte ortaya çıkan akışkanlık, kobalt mavinin okyanus gibi derinliği sanatçının Şahkulu’nun motifini deyim yerinde ise aşk ile ele aldığını izleyiciye en derinden hissettiriyor. Bingöl’ün panosunda metal çevre düzenlemesinin bir parçası olan metalden rakamları merak etmemek mümkün değil, sergi açılışında kendisinden öğrendim; bu rakamlar söz konusu panonun Sünnet Dairesi’ndeki koordinatlarıymış. Bilginin ya da belleğin didaktik olmadan estetize edilişi denebilir işte buna.
Bu bölümde Francesco Simeti’nin Yabanı Sevmek adlı yerleştirmesi ise sanatçının Shutterstock gibi görsel veri tabanlarından alınmış doğa görsellerini müzenin Kütahya Çini ve Seramikleri Koleksiyonu’nda bulunan eserlerin üzerindeki motifler ile bir araya getirmesiyle oluşuyor. Simeti bu kolajını bir perde olarak karşımıza çıkarıyor. Onun bu işi gibi sergideki pek çok işin de aslında gündelik görsel bellek ya da dijital dünya ile ilişkilendiğini görmek mümkün.
Candice Li, Sert, Beyaz Bir Beden, Geçirgen Bir Astar, 2017
İşte Nesnelerin Hafızası adlı bölümde sanatçı kolektifi oddviz’in tamamen dijital temelli Voronoi adlı çalışması gibi Skuja Braden adlı sanatçı ikilisinin Zamanın Akışı adlı yapıtı da böyle bir üretim. Skuja Braden, Pera Müzesi’nde geçirdikleri gün içinde müzede sergilenen yapıtları telefonlarıyla fotoğraflarını çekiyor ve ardından bu görsel belleği seramiklere aktarıyorlar. Telefonların belleğinde sonsuz bir görsel yığın olan bu fotoğraflar seramiklerde hayat bulduğunda değer kazanıyor, zamana karşı direnç gösteriyor. Bu bağlamda sergi küratörü Ulya Soley gelecekte telefon gibi dijital araçların da miladını dolduracağını belirterek haklı bir soru yöneltiyor: “Nesnelerin hafızası dijital araçların hafızasından daha güvenilir olabilir mi?” Nesnelerin mekânı müzeler varlıkları ve seçimleri ile neyin değerli olduğunu işaretleyen ve kanonlaştıran yerler olarak bu güveni pekiştiriyor demek mümkün.
Nesnelerin Hafızası, Gelecek Hatıraları sergisinden yerleştirme fotoğrafı
Nesnelerin Hafızası, nesnelere yüklediğimiz anlamlarla onların nasıl değerli bir objeye dönüştüğüne odaklanıyor. Nesneler sadece bir meta değil, aynı zamanda onları ilişkilendirdiğimiz anılar ve hikâyelerle biricik bağlanma unsurları. Deniz kıyısından aldığımız bir midye kabuğu şehire döndüğümüzde kütüphanemizde sevdiğimiz kitapların bulunduğu bir rafın güzel hisler barındıran ve yayan bir yerleşiği artık. Bugün hayatta olmayan sevdiğimiz birini bize derin bir hisle hatırlatan bir eşyası da öyle. Yasemin Özcan, Tablet adlı çalışmasında mezardan çıkan bir kumaş parçasını, dua çiçeğini, şifa niyetine suyla karıştırılıp içilen toprağı üç kuşaktan kadının hikâyesini anlattığı seramik tabletlerinin yanına ikonik bir çarpıcılıkla yerleştiriyor. Bunlar toprak rengi tabletlerde anlatısını okuduğumuz kişilere ilişkin hafıza nesneleri. Onlarda yer alan anlatılar hem öyküsel hem de Özcan’ın öteden beri metin ile olan ilişkisinden dolayı fragmantal yani aza indirgenmiş bir yapıya sahip. Şu ritmik cümle ile başlıyor Malatya’da 1955 yılında geçen hikâye: “Ne oluyorsa oluyor, koca evine gidince deliriyor gencecik Fehime. Kızınız delirdi! baba evine iade!” 2023 yılında Teşvikiye’de annesinin terzi olduğunu anladığımız üçüncü kuşaktan kişi ise şöyle bitiriyor: “Seramikte de hayatta da her zaman her şey düşündüğümüz gibi olmuyor. Ama form tam düşündüğüm gibi.” Sanatçının metinle olan sıkı bağını gösteren diğer bir çalışması derin yeşil bir seramikte yazılı “Her şeyi hatırlamak, bir tür deliliktir” sözü. İrlandalı oyun yazarı Brian Friel’in 3 perdelik Translations oyunundan alınmış bu söz, hatırlama olgusu ile ilişkimize çarpıcı bir sınır çiziyor, adeta uyarıyor. Yasemin Özcan’ın sergideki yerleştirmeleri resimsel temsile hiç girmeden seramik ile söz / metin hattında keskin bir duruş ortaya koyuyor. Ve bu resimselliğin hiç olmadığı söz merkezcilik hali onun seramiklerini benzersiz kılıyor.
Burçak Bingöl, Saz Yolu Rotası Serisi, 2023
Hatırlamanın bir mekânı olması kaçınılmaz. Bölgenin Hafızası başlıklı bölümde Soley, seramiklerin üretildikleri coğrafyayla olan doğrudan / topraksal bağını konu ediniyor. Bu doğrultuda Bilal Yılmaz ve Lydia Chatziiakovou, zanaat odaklı Creative-Craft Platform projeleri kapsamında Kütahya’da yer alan atölyelerin ve seramik üretiminin güncel durumuna odaklanmış ve bir rapor hazırlamış. Bilal Yılmaz bu araştırmalar kapsamında 1959 yılından günümüze dek varlığını sürdüren Elhamra Atölyesi’ni metalden ürettiği bir maket ile karşımıza çıkarıyor. Elhamra Atölyesi’nin geleneksel kuyu tipi fırın ile pişirim yapan son atölye olması ve bu bilgiyi usta-çırak ilişkisi ile geleceğe taşıması dikkat çekici. Gerçekten de geçmişin o güzel seramiklerini tarihi yapılarda ya da müzelerde gördüğümüzde Kütahya ya da başka merkez, bugünki üretim durumu ne diye merak etmemek mümkün değil. Yılmaz ve Chatziiakovou ikilisinin araştırmaya dayalı çalışması şehrin güncel durumunu ve olası işbirliği potansiyellerini görmek açısından değer taşıyor.
Yasemin Özcan, Tablet, 2023
Bu bölümde Jorge Otero-Pailos’un Pera Müzesi Hatırası adlı çalışması bana çıkış noktası bakımından oldukça çarpıcı geliyor. Sanatçı, müzenin dış cephesinden toplanan tozları mikroskop ile fotoğraflayarak bir desen ortaya çıkarmış ve bunlarla bir duvar çinisi tasarlamış. Pera bölgesinde tüm zamanlara ait toz zerreciklerinin ne denli katmanlı bir hafıza barındırdığını düşünürsek toza ilişkin bu jestüel bellek oluşturma fikri dikkati hak ediyor.
Serginin son bölümü Geleceği Hatırlamak, serginin küratörü Soley’in nostaljik bir geçmiş bakışı yerine dünyalar kuran bir gelecek aksiyonu fikrine işaret ediyor. Ne geçmişe demir atıp kalabiliriz ne de geçmişten kalanları sadece dokunulmaz kılıp vitrinde tutabiliriz. Müzenin Kütahya Çini ve Seramikleri Koleksiyonu da yaşamsallığını en çok yeni okumalara açıldığı zaman gerçekleştiriyor. Bu sergi hem sanatçıların hem de küratörün yaptığı okumalarla seramiğin çeperinde pek çok estetik ve kavramsal meseleyi karşımıza çıkarıyor. Gelecek üzerine düşünülen ve imgelerini en çok bugünden alan bu bölümde Deniz Eroğlu’nun Gül Yolu adlı kartpostallara odaklanan işi ilginç durmakta. Eroğlu, bir yere ya da bir yaşantı anına ait hatıra anlamına gelen kartpostal olgusunu ters yüz ediyor. Sanatçı kartpostallardan yola çıktığı baskı görsellerinde Türkiye’nin öteden beri en sorunlu meselesine bakıyor; ülkede şehir planlaması başka türlü bir anlayışla gerçekleştirilseydi nasıl sonuçlar ortaya çıkardı sorusunu belki de biraz mizahi ve klişeleri absürdleştiren eleştirellikle ortaya seriyor. Geniş bir otobanın gül fidanlarıyla kaplandığını hayal edin. Kurmaca bir hikâyesi de olan bu görsellerde kullanılan gül herhangi bir çiçek değil, dini ve kültürel olarak kutsallık atfedilen bir çiçek ve ayrıca seramik süslemelerinde de sıkça rastlanan bir imge.
Sergi, hem el emeğine dayalı zanaat hem de görsel manipülasyona dayalı dijital imge üretimi açısından pek çok zihin açıcı yapıt içeriyor, geçmiş ve gelecek olgusunu seramikler üzerinden yeniden düşünmemize fırsat veriyor. 24 Mart 2024’e dek Pera Müzesi’nde görülebilir.
留言