top of page

Bilinçdışını arzulamak


Deniz Gül, 14 Eylül 2017’de küratörlüğünü Protocinema ve İbrahim Cansızoğlu'nun yaptığı Kiralık, Satılık programı kapsamında SALT Galata’da, pratiğine dair bir sunum gerçekleştirdi. Bu sunumun yazıya dökülmüş halini okuyucularımıza sunuyoruz

Deniz Gül, (Genç Kahin ile), Fotoğraf: Başak Günak

2009 Nisan’ında, kafamın gürültüsünden ve ruhuma çöken karanlıktan kurtulmak istercesine yazdığım -kustuğum- metinleri anlamıyordum. Sanırım 27 yaşına dek sırtımda taşıdığım anlamla ilişkim bu noktada koptu.

Neydi bu metinlerin ardındaki düşünce?

İki yılın sonunda 5 Kişilik Bufet olarak derlediğim bu karmaşık metnin çığlıkları, kusmukları, kekelemeleri, takıntılı tekrarları, birbirine dolaşan sesleri nasıl oluyor da sütü kaynayan bir masayı ve ardından gelecek olan iki sergiyi ve kitabı, Bicol’ü, Manyel’i, Raziye’yi, Loyelow’u doğuruyordu? Şimdi geriye dönüp bu düşünceyi izlemeye çalışıyorum.

Her şeyden önce üç kitabın da -beraberinde nesneler ve yerleştirmeler üzerinden de açtığım- bellek, bilinçdışı ve erk ilişkilerini dilde, dil sürçmeleriyle aradığını söylemem gerekir. Bunlar, herhangi bir anlatıya yeltenmeyen, kendini edebi bir role sokmamış deneysel metinler. Elbette şiirsel/anlatısal özellikleri gövdelerinde barındırıyor. Yine de en büyük özellikleri, kendilerini kurmakla değil kırmakla uğraşan metinler olmaları. Bu metinler açık metinlerdir, ancak dışa değil, içe açık. İçe açıklık, içe dönüklükten farklıdır. Sözcükler ve sesler bu içe açıklıkta kendilerini yerlerinden etmekle, kendilerini baştan çıkarmakla uğraşırlar. Sanatsal form arayışının anlatıya baskın geldiği, neyin söylendiğiyle değil, kurmacanın nasıl çalıştığıyla ilgilenen yapılardır. Bir şeyler anlatmaya çabalamak yerine anlık görüngüler, anlık imgeler, anlık girdaplar oluşturuverirler. Metin eklemelerle oluşmaz, oyuklarla belirir. Bu oyuklar çoğu zaman aşındırmalar sonucu olur ve sürecinin izlerini ele verir; yahut bıçakla, çekiçle oyulan heykeller gibi müdahaleye tabiidir. Sözcükler, kavramlar, sesler, metaforlar kendilerinin ya da birbirlerinin ayaklarına dolanırlar, üst üste binerler, çıkmaz bir daireyi tavaf ederler, ahşap bir binanın yırtılmış tavanı gibi metnin içine göçükler oluştururlar.

Hiçbir hedefe yönelmezler; hiçbir projenin hiçbir araştırmasının hiçbir buluntusunun hiçbir nükteli söylemi değillerdir.

Buradaki kompleks yapıyı biraz açmak gerekli. 5 Kişilik Bufet, B.İ.M.A.B.K.R., Loyelow birbirini takip eden bir dizi üretimler serisi. 5 Kişilik Bufet metninde mobilyalara E1 (Erkek 1), K1 (Kadın 1) gibi jenerik isimlerle kilitlenmiş sesler, tek kişilik birer oda olan dolaplarından çıkmak istercesine mobilyalara fiziksel, birbirlerine ise sessel kuvvetler uygularlar. Bu sesleri taşıyan bedenler tabut, kasa, vitrin, kapı ve kuzguncuktur. Beden, bilinçdışının ve belleğin imgelerince aşina olduğumuz nesnelerdir. Özneler ise, çarptıkları mobilyalarda yansıyan seslerin iç içe geçtiği, kakafoniden ayrışamamış; E1, K1 sembolizminde kalmış; toplumsal bilinçdışı ve bellekle örtünmüş bir bütünden kopamayan ve dolaplarından çıkamayan “arada” birimlerdir. Bu aradalık henüz enine boyuna bir kendilik değildir. Keza, 2011 Temmuz’unda Arter’in 4. katına adım atmış birinin gözüne ilk çarpan bu birbirinden ayrıştırılamama halidir. Mobilyalar, ölçüleri her ne kadar birbirinden beşer, onar santim farklı olsa da ilk bakışta gül kaplama ahşap vücutlarıyla asker gibi dizilirler. Homojen bir yapı söz konusudur. Metindeki sesten sıyrılarak derin bir sessizlikle mekâna yerleşen bu bedenler farklılıklarını ele vermezler. Emre Baykal bu aradalığı, “5 Kişilik Bufet mahrem, kendi içine kapalı, küçük mekânların klostrofobisi ile dışarı çıkmanın, kendi içinden dışarı taşmanın agorafobisinin bir arada yaşandığı bir deneyim alanı” (1) ve “birbirleriyle yenişemeyen iç ile dış” (2) olarak tanımlar. Mobilyaların içi boştur, kapıları hafif aralıktır. Mekânın içinde bir ev kurmazlar, mekânın içinde bir iç kurarlar.

5 Kişilik Bufet’te (5KB) birbirlerinden ayrışamayan öznelerden üçü, iki yıl sonrasında gelen B.İ.M.A.B.K.R. metniyle isimlerini bulurlar: Beyaz İlmekli Manyel, Albay Bicol, Kornatlı Raziye. Bu kişiler isimlerinin baş harfleriyle kodlanırlar; sanki bir cinayete kurban gitmişler, sanki bir ordudan ihraç edilmişlerdir. Kim olduklarının önemi yoktur.

Deniz Gül, Sergi görüntüsü

Metin, bu üç kişinin ağzına çarpar. 5KB’nin bir günah çıkarma ayinini andıran mobilyalarında oluşan kaotik, kimsenin sesinin birbirinden ayrışamadığı ses dünyası biraz olsun kendine mesafelenmiştir. 5KB’nin balçık vücudundan ayrışma istemi başlamıştır. Konuşan kişiler belirginleşmiştir. Ancak bu kişiler hâlâ birer ağızdan öteye geçmezler. Metin hâlâ kapalı bir metindir ve bol miktarda kod yüklüdür. Metinde geçen sesler (örneğin “KK”), sözcükler (örneğin “Uçuk”), kavramlar (örneğin “Sızı”), Alaaddin’in cininin lambadan çıktığı gibi metinden çıkarlar ve nesneleşirler. Ayakkabısından sökülmüş tabanlara damga (Taban, 2013), gömleklerinden yırtılmış yakalara ilmek (Yaka, 2013), dikiz aynalarına şiir (Dikiz, 2013), apartmanlara altın yaldız isim olurlar (Apartman, 2013). Yırtma, sökme, yer değiştirme vb. hareketleri fiziksel olarak gerçekleştirerek aynı zamanda bellek ve biçim olurlar. Aynı zamanda toplumsal bilinçdışının tipolojilerini üretirler: Elini kirletmeyen beyazlık (efendi), erki uygulayan subaylık (arabulucu), lekeyi temizleyen kadınlık (köle)... Beyaz İlmekli’nin, Kornatlı’nın ve Albay’ın kuvvetleri öyle dizginlenemezdir ki, sergi mekânı olan Galeri Manâ’yı bir buçuk aylık süreçte üç kez ele geçirirler; mekân üç kez dönüşür. Birbirlerinden ayrışamadıkları, kavramlarla, izlerle, izleklerle bağlandıkları için bu üçlü, kitabın sayfalarında birbirini nasıl şutlayıp kendilerini caiz kılıyorlarsa, fiziksel mekânda da bunu yaparlar. 5KB metninde tabutun tabutluğu, kasanın kasalığı gibi tanımlı görüngüler, B.İ.M.A.B.K.R. metninde akışkan imgelemlere dönüşür. Bu akışkanlık aynı zamanda yersizleşmeyi beraberinde getirir. B.İ.M.A. B.K.R.’nin nesneleri de keza mekânla yersizyurtsuz bir ilişki kurarlar. Sürekli olarak mekândan kovulurlar. Kornatlı Raziye’nin Galeri Manâ’nın ikinci katındaki yerleştirmesi her an taşınmaya hazır, istiflenmiş bir evi andırır. Malzeme ve kavram kararlarında da bu böyledir. Raziye’nin vajinası, Manyel’in duvarına asılmış bir portredir (Fötr, 2013). Albay’ın bilgisayarında tuttuğu dokümanların kod isimleri Beyaz İlmekli’nin yakalarında (Yaka, 2013), Kornatlı’nın ayakkabılarında fişlenir (Taban, 2013). Vatanın namusu için sınıra mayın döşeyen Bicol (Mühimmat, 2013) ile kızlık zarını diktiren Raziye (Namus, 2013) namus kavramının farklı yer-yurtlarıdır. Para lastiklerinin uç uca destelendiği iki jileti buluşturan ince hat (JİTEM, 2013) Manyel’in yer-yurdunda duvarı en yükseklere tırmanırken, Albay’ın yer-yurdunda kapı sürgüleri arasında destelenir ve yere uzanmış toprağın ortasından geçen bir sınır olur (Mühimmat, 2013). Beyaz İlmekli Manyel tıraş olmayı seven bir beyazdır ve cebindeki paraları destelemek için cebinde bol miktarda para lastiği taşır. Albay Bicol ise para lastiğini tabanca yapar ve karşısındakine fırlatır; lastik ivme alır.

B.İ.M.A.B.K.R.’de el değiştirme, yer değiştirme, bir özneye aitken bir başka özneye ait olma ve devşirilme oldukça sıktır. 5KB’nin birbirinden ayrışamayan nesne bedenleri, B.İ.M.A.B.K.R.’de dağılmışlardır. 5KB’de beden, izleyicilerin içine girip çıkarak çoğaltacakları bir tapınak edasında mekâna tek parça yerleşirken, B.İ.M.A.B.K.R.’nin oluş halindeki özneleri, nesnelerini birer izlek makinasıymışcasına kendilerine tabi tutarlar. Albay Bicol’ün KK’sı bu bağlamda mekânı ele geçiren bir çarklı, bir panoptikon olarak yorumlanabilir.

Loyelow’da ise bu katmanların üzerine yenileri ekleniyor. Beklenmedik bir şekilde dil kendi gizini çözüyor. Daha şeffaf, daha okunabilir, daha kendine yaklaşmış bir metinle beraberiz.

Loyelow, adı tepeden inme baş harflere muktedir merkeziyetçiliğe karşı kendine ad vermiş biri. Bir başka özelliği ise metnin akışında bir ağız olmaktan çıkıp, sokaklarda ve ona yansıyan kentte ve kentin imgelerinde dolaşımda oluşu. Artık vücuttan kopmuş bir ağızdan değil, aynı zamanda bir kulaktan bahsediyoruz. (3) Aynı zamanda yanan bir omurgadan (4), ağlayan bir candan (5), omuzlarda taşınan çıplak bir bedenden ve cesetten (6) söz edebiliyoruz. Loyelow, önceki akrabalarının aksine inleyen ya da gizleyen değil, dinleyen ve gözleyen biri.

Metin, B.İ.M.A.B.K.R.’ye sızmış bir derin devlet gibi kendi pisliğini örtmekle uğraşmıyor. 5KB ve B.İ.M.A.B.K.R. kendi ağzına bilediği, içselleştirdiği tüm personalarını artık kendinden dışarı atıyor. Dolayısıyla kolektif bilinçdışı ve bellek Loyelow’u çevreleyen dehlizlerin, tünellerin, tepelerin hayaletleri olarak yakaya Orhan, Veysel, Asım gibi karakterlerle yapışıyor. Loyelow, E1, ya da K.R. gibi ağzını torba yapıp kendine dolaşmıyor; yeraltında halay çekilen düğün salonlarına dolaşıyor, mezarlıklara dolaşıyor. Önünde beliren toplumu ve kenti kendinden ayrışmış bir şekilde deneyimliyor.

Loyelow’un nesneleri 5KB ve B.İ.M.A.B.K.R.’de olduğu gibi malzemede, görüngüde ya da bellekte homojenlik göstermez. Mekâna hakim olan beyazlık, hiza, mobilya dokusu, ya da gömlek yakaları, apartman isimleri, süt kokusu gibi belleğin zillerini çalan uyaranlar aynı potada erimezler. 2016 Eylül’ünde The Pill’e girildiğinde karşılaşılan nesneler gözü o duvardan bu uzama çarpıtan yatay/dikey akslarda belirir. Yerden 5 cm yükseklikteki hortum, yerden 25 cm yükseklikteki neon ışıkları, yerden 10 cm yükseklikteki oyuncak araba, yerden 15 cm yükseklikteki sini tepsisi, yerden 70 cm yükseklikteki lavabo... Bir dolambaç olan hortum mekânın derinliğini, eksiltilmiş bir matris olan karolar ise mekânın dikeyliğini gözetleyen ekseni oluşturur.

Loyelow’un mekânsallaşan bedeni heterojen bir bedendir. Ne doku, ne malzeme, ne renk, ne şekil, ne de bellek birliği olan nesneler başlı başına birbiri üzerine etki yapan kuvvetlerdir artık. Loyelow’un bedeni kendini, kuvvetlerin birbirine uyguladığı etki alanında, yani yatay ve dikey akslarda, farklı derinlik ve yüksekliklerde oluşturur. Kuvvetlerin kendine özgü doku, renk ve biçemleriyle belirlediği uzam, izleyicinin bakışını mekânda bir tenis topu gibi sektirir.

Kendi içinde kuvvetler bütünü olarak nesneye özneden bağımsız olarak bakmakta fayda var. Sanırım 2009 - 2016 yıllarını kapsayan sanatsal pratiğimin yukarıda anlatmaya çalıştığım özne oluşla halleşme şekli, özneden sıyrılıp kendiliğe giden bir yolu da zaman içinde kendine açtı. Burada nesne oluşa nasıl bakabiliriz?

Bilinçdışının ya da öznelerin, 5KB’de, B.İ.M.A.B.K.R.’de ve Loyelow’da nesnelere sızan bellekleri; örneğin beyaz don ipliğinden mıhlanan kuzguncuk (E1, 2011), buzlu cam ardında tüm gün dönen açık bir TV (Buzlu Cam, 2011), anıt bir vitrin (Vitrin, 2013), Atatürk rozetli bir ayakkabı topuğu (Topuk, 2013), fayans karolarından bir tetris (Uzay Mavi, 2016), yahut içi pilavla doldurulmuş çay bardakları (Ku, 2016) her ne kadar bu coğrafyaya ait bilgiyle kavranabilir olsalar da bu bilgiden ayrışmanın yollarını ararlar. Bu anlamda değişen dokuları, kavramdan malzemeye araştırdıkları katmanları, değişen sınırları ve ürettikleri sentezler ile temsili değillerdir.

Biraz daha detaylı bakalım.

Beyaz don lastiğinden E1’e mıhlanan kuzguncuk, don lastiğiyle ip atlayan çocukları akla getirir. Gergin beyaz ipin önerdiği hapishane demirlerine tutulmuş iki el, don lastiğine değdiği anda titreşecektir. E1’in 5KB metninde duyduğumuz sesinin fiziksel mekânda bu don lastiği titreşimleriyle buluştuğu an, kuzguncuğun öznesinden yittiği andır. Anlık imgelem, anlık dehliz, anlık girdap fiziki olarak vuku bulur. Bu bağlamda yapıt yerine yapıt fikriyle ilgilenmek, hem fiziksel mekânda hem de metnin espasında parçalı, atlamalı ya da senkronize çarpışabilecek tüm bu durumların dağınıklığı ya da örgütlülüğünü gerektirir diyebiliriz. (E1, 2011)

İçi pilavla doldurulmuş çay bardakları, her biri ayrı terleyerek birer kozmos yaratırlar. Burada pilav ve çayı unuturuz. Nesne amorf, tanıdık olmayan bir görünüme bürünür. Pilavı küflenmiş haliyle tanıyamayız. Cam bardağı, pilavla birleşerek kendileşir. Cam bardağı terleyerek başkalaşır. Her bir detayda nesnenin kendini tayin etme, oluşturma süreci başlar. (Ku, 2016)

Ortasında bir süt havuzu olan masayı masa olarak tanımak artık mümkün değildir; ya da mümkündür. Süt kaynadıkça kaymak tutar. Etrafa koku yayılır. Kaymak tutan doku sertleşir, ahşabın uzantısında mermer görünümünü alır. Süt tüm gün kaynar ve buharlaşır. Yüzeyde masanın sınırı olarak beliren düzlem yavaş değişimlerle çökmeye başlar. Günün sonunda masanın ortasında bir boşluk oluşur. Masanın masa olarak algılanan formu ortasından göçer, masanın sınırı değişir. Masa başkalaşır. (Masa, 2011)

Deniz Gül, Ku (Detay), Yerleştirme, Pişmiş Pirinç (Pilav), Çay bardağı, Sini

Alçıdan dökülmüş leğenin taşıyamadığı su leğenin tabanını delerek mekâna akmaya başlar. Su leğenin tabanını erittikçe, leğenin leğen oluşu başlar. Leğen işlevsizleşir. Burada nesne, tanımlı belleğin virtüel bir şekilde şimdiyle varoluşuyla şekillenir; leğenin bilindik nesneliğine dair bellekte delikler oluşur. Nesne akışkanlaşır, tanıdık anlamından anlamsızlaşır. (Sızı, 2013)

Genç Kahin (2016) bu anlamda bu oluş halini durdurarak bunu tersten yapar. İşlevi suyun akışını şekillendirmek olan hortum galeri mekânında içi alçıyla dolu şekilde yerde uzanır. Yakından bakıldığında üzerinde hiçbir oynama/sanatsal müdahale görülmez. Bu, herhangi bir hortum değildir, oysa hortumdur ve hortumun temsili değildir. Bir duygulam yaratır. Görünen sadece hortumun iki ucundaki beyaz alçı kesitleridir ki bunu görmek için yere eğilmek gerekir. Yere eğilince bambaşka bir uzam açılır. Loyelow Fields’dan, Ku’ya ve Uzay Mavi’ye başka bir ölçekte görülür Loyelow’un bedeni. Nesnelerin mevcudiyetleri onlara tepeden bakan öznelerin bakışlarından kurtulur, kendi uzamlarında algılanır; kendilikleriyle buluşur.

Nesne, öznenin nesnesi olduğunda, yahut bir işlev için var olduğunda, belleğin ve temsiliyetin hegemonyasıyla sarıldığında, özne ve erk ilişkilerine maruz kalan bedenlerimiz de nesne olurlar. Bu metinlerde önerilen bedenlerin nesneleşme isteği maruz kaldıkları yoğun ilişkisellikler olabilir. Bu yıllardır bana yöneltilen bir soru. Metin mi önce geliyor, nesne mi? Metin mi nesneyi doğuruyor, nesne mi metni? Bu yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan denklemi bizi bir yere götürmez. Fakat, metnin tekrarlarından usanan nakaratları, metnin bir noktasında düşünceyi katmanlıyor ve nesneyi öneriyor diyebiliriz. Bu bağlamda 5 Kişilik Bufet’in oluşumu iki yıl kadar sadece yazarak gerçekleşti. Sonrasında ise süreç bir spiral. Düşüncelerin nasıl mayalandığı ve katmanlandığı... Bu katmanlamaya, metnin de, öznenin de, malzemenin de, sesin de nesne olduğunu önererek ufak bir pencere daha açıp konuşmamı sonlandıracağım...

Nesne yönelimli ontolojide, özne ve nesne dualite halinde değildir. Burada “tekinsiz” devreye girer. Timothy Morton bunu basit bir örnekle anlatır. Kişi yer değiştirdiğinde, yeni yerde kendini deneyimleme biçimi ilk birkaç gün yoğun bir şekilde sekteye uğrar. Kişi bütünlüğünü ve normalini kaybeder, duş alırken, elektrik prizine telefon şarjını takarken, etrafındaki kokular keskinleşirken ve nesne dünyası ona “normal”in mesafesini aşmış, daha yakın gelirken. Bu bağlamda sorar, kişinin kendi dünyası, aslında yersizleşen nesneler midir? Tersten bir okuma ile, yer başlı başına bir yersizleşmeye varır.

5KB’nin B.İ.M.A.B.K.R.’nin ve Loyelow’un ev içlerine benzemeyen ancak nereye benzediğini kestiremediğimiz yerleri de rastlantısal mekânlar değillerdir. Galeriye/sanat mekânına ayak bastığımızda karşılaştığımız nesne dünyası normalin mesafesini aşmıştır. Öte yandan bu karşılaşma yoğun bir yer hissini beraberinde getirir. Bu yer, aynı zamanda nesnenin zamanı ile belirlenir. Sütün kaynama süresi, hortumun içinde artık akmayan suyun engellenen akış süresi gibi.

Örnekler çoğaltılabilir. Bu noktada, hem metinlerde hem de yerleştirmelerde zaman ve yer hissini doğuran, yani “yerleyen” ve “zamanlayan” nesnelerin, görünen ile kaybolan, var olan ile dönüşen arasında ve birbirleriyle ilişkide bir bilinç ürettikleri söylenebilir. Bu bilinç, 5KB’den Loyelow’a hayali özneler özneleşme serüvenlerini sürdürürken esas olanın nesnenin nesneleşme serüveni olduğunu bize söyler. Bu bağlamda öznenin kendiliğine doğru özgürleşmesinin eş zamanlı olarak nesnenin de özneden özgürleşmesiyle mümkün olabileceği önerilebilir.

İşlevsizleşmek, sınırın geçişkenliğine ve esnekliğine bakmak, zamanla başka bir ilişki kurarak anda oluşanı gözlemlemek, hatta zaman olmak, tekrarlara ve aşınmalara kulak vermek, bir nesne olabileceğimizi düşünmek ve bir tabut nasıl davranır şu gül kaplama vücudu olmasa diye hülyalara dalmak vs. vs.

Deniz Gül, 5 Person Bufet, Fotoğraf: Cemal Emden, Arter Istanbul sergi görüntüsü

(1) Baykal, Emre, 5 Person Bufet, Arter, İstanbul, sy.15

(2) Baykal, Emre, 5 Person Bufet, Arter, İstanbul, sy.14

(3) Gül, Deniz, Loyelow, Norgunk, İstanbul, sy.32

(4) Gül, Deniz, Loyelow, Norgunk, İstanbul, sy.19

(5) Gül, Deniz, Loyelow, Norgunk, İstanbul, sy.74

(6) Gül, Deniz, Loyelow, Norgunk, İstanbul, sy.75

*Yayımladığımız bu metin 14 Eylül 2017’de Protocinema Kiralık, Satılık programı kapsamında SALT Galata’da sunulmuştur.

All rights reserved. Unlimited Publications.

Meşrutiyet Caddesi No: 67 Kat: 1 Beyoğlu İstanbul Turkey

Follow us

  • Black Instagram Icon
bottom of page