top of page

Bilgelik Evi


collective çukurcuma sanat inisiyatifince Naz Cuguoğlu ve Mine Kaplangı küratörlüğünde 30’un üzerinde sanatçının işlerinin sergileneceği Bilgelik Evi başlıklı grup sergisi, 30 Nisan-4 Haziran tarihleri arasında Berlin Art Weekend kapsamında, Dzialdov adlı proje mekanında izleyiciyle buluşuyor.

Erdem Taşdelen, "Convictions", 2012 Sanatçı kitabı (98 sayfa, 100 edisyon, yayımcı: 221A Artist Run Centre)

Naz, Mine sizleri tanıyabilir miyiz?

Naz: Lisansımı Koç Üniversitesi Psikoloji bölümünde, yüksek lisansımı aynı üniversitenin Sosyal Psikoloji departmanında, kültürel araştırmalara odaklanarak tamamladım. Pek çok basılı ve online yayın için sanat eleştirileri yazıyor ve röportajlar yapıyorum. IdentityLab projesinin (Türkiye ve İsveç) kurucularındanım, bu proje kapsamında Between Places kitabının eş-editörlüğünü yaptım. Proto5533 üyesi olarak geçtiğimiz sene 5533’te İskenderiye’den Sonra Tufan sergisinin küratörlüğünü ve serginin kitabının eş-editörlüğünü üstlendim. Ayrıca Zilberman Gallery (İstanbul ve Berlin)’de Program Yöneticisi olarak görev alıyorum. İspanya’daki CeRCCa konuk sanat programına ve SAHA fonuyla ICI New Orleans programına katıldım.

Mine: Istanbul Üniversitesi’nde felsefe okuduktan sonra Bologna’da Çağdaş Sanat ve Estetik üzerine bir senelik bir master-sertifika programını tamamladım. Ben BLOK art space adlı çağdaş sanat alanının kurucu ekibinde yer aldıktan sonra 3 senedir Çukurcuma’da bulunan alanı için sanatçı temsilcisi olarak çalışmaktayım, aynı zamanda geçen sene açılan Büyük Valide Han adlı ikinci mekanın da sergi ve etkinlik koordinasyonunu üstlendim. Freelance olarak da Berlin temelli çağdaş sanat online yayını Artfridge için editörlük yapıyorum.

Collective Çukurcuma’nın doğuşundan, nasıl bir boşluğu doldurduğundan ve neler yaptığından bize bahsedebilir misiniz?

Mine: Aslında ikimiz de hali hazırda sanat alanında çalışıyorduk fakat uzun zamandır eksikliğini hissettiğimiz bir kolektif çalışma ve üretme sürecini, düşünce paylaşım alanını ve işbirlikçi platformu Collective Çukurcuma’yı kurarak karşılama kararı aldık. Özellikle çağdaş sanat alanında bizi heyecanlandıran, meraklandıran konularda birlikte okumalar yapmaya başladık. Özellikle İstanbul’da bu alanda çalışanların bir araya gelip birbirlerinden öğrenebilecekleri etkinliklerin azlığından endişe ediyorduk. Gündem çok hızlı değişiyor, dolayısıyla aynı anda bir çok farklı alanda kafa yorar olduk. Birlikte üretmeye, düşünmeye çok ihtiyacımız olan bu dönemde, heyecanlandığımız konularda bizle birlikte çalışabilecek sanatçıları, araştırmacıları davet ederek etkinlikler düzenlemeye başladık. Önceleri daha ufak çaplı okumalar ve buluşmalar düzenliyorduk, özellikle Çukurcuma’da. Hatta ilk sergimiz olan Komşu'yu da Çukurcuma için kurgulamıştık, Çukurcuma’da bulunan üç farklı esnafın dükkanına Cansu Çakar, Gözde İlkin ve Can Sungu’nun işlerini yerleştirerek bir harita eşliğinde izleyicilerin hem çalışmaları, hem mekanları hem de komşu oldukları tüm alanı, mahalleyi deneyimlemelerini arzu ettik.

Naz: Bu sergi ile birlikte aslında daha yoğun bir şekilde küratörlüğe yöneldik, bir sonraki projemiz Nashville ve İstanbul arası kurduğumuz bir köprü projesi oldu. Aldığımız fonlarla, Amerika’dan ve Türkiye’den 7 farklı sanatçıyı bir araya getirerek ortak çalışmalarını ve aslında birbiriyle görünürde hiçbir bağı olmadığı düşünülen bu iki şehri bağlamalarını istedik. Asimetrik Bağ adlı bu sergi projesini her iki kentte sergileme şansımız oldu. Aynı dönemde Gökcan Demirkazık ile ortak bir proje olarak Okuma Grubu'nu kurduk, düzenli olarak paylaştığımız metinler üzerinde okumalar yaparak, tartışma günleri düzenledik ve 2 senenin sonunda hala verimli bir şekilde devam edebildiğimiz için mutluyuz. En son projemiz ise son bir senedir birlikte yoğun bir araştırma içinde olduğumuz ve geçici bir kütüphane kurma arzusu ile başladığımız Bilgelik Evi sergisi oldu. Berlin’de bulunan Dzialdov proje alanında 28 Nisan’da açılan sergi 4 Haziran’a kadar gezilebilecek.

Ali Yass, "Destination II", 2016 , Çin el yapımı kitap üzerine mürekkep, 6 metre

Bilgelik Evi kavramından bahsedelim mi, bu tanımlama neyi işaret ediyor?

Mine: Bilgelik Evi, 8. yüzyılın başlarında Bağdat şehrinde farklı coğrafyalardan toplanmış, çeşitli dillerde felsefe, sanat, bilim ve tarih alanlarında yazılmış binlerce kitabın bulunduğu bir kütüphane. Her gün çatısı altında Arapça, Farsça, Latince, Grekçe ve İbranice’den dönemin en önemli felsefe ve bilim kitapları çevrilmiş ve bu sayede Bilgelik Evi farklı coğrafyalardan yüzyıllar boyunca izlenen bir araştırma merkezi haline gelmiştir, öyle ki İskenderiye Kütüphanesi’ne bile örnek olmuştur. Bu özelliği ile aslında bir kütüphanenin nasıl da kolektif bir araştırma merkezi haline gelebileceğinin de en eski örneklerinden biri olması açısından bizim için önemi büyüktü. Biz de bu birbirinden ve birlikte öğrenme anlayışını geliştirebileceğimiz bir sergi kurgulamak istiyorduk. Bu nedenle de sergiye dahil ettiğimiz farklı dilde eserlerin çevirilerini yapmadık, sergideki bazı eserler Almanca, bazıları Türkçe, İngilizce, Farsça ya da Arapça. İzleyicilerin mekana gelip, vakit geçirip metinleri anlayabilmek için birbirlerinden yardım almalarını ya da birlikte araştırmalarını istiyoruz. Serginin açılış gününde Türkiye’de Wikipedia bloklandı, belki de sürekli olarak dijital olan ya da olmayan bilgi kaynaklarımızın, kütüphanelerimizin yok edildiği, kapatıldığı bu dönemde en önemli duruş kendi özgür dayanışma ve bilgi üretme-paylaşma alanlarımızı kurabilmek diye düşündük.

Naz: Bu sebeple de sergiyi iki bölüm olarak kurguladık. Sanatçı kitaplarının yer aldığı kütüphanemiz ve sanatçıların kitap, kütüphane, bilgi üretimi üzerine ürettikleri farklı medyumdaki çalışmalar ve bizim son bir sene içerisinde çeşitli haber mecralarından topladığımız makale arşivimiz. Bu arşivde Türkiye’den, Orta Doğu’dan ve Avrupa’dan kütüphane haberleri yer alıyor, bilgi manipülasyonunun ve kontrolünün, kitapların politik gücü üzerinden nasıl uygulandığını göstermesi bakımından bizim için önemli. Çünkü bu sergiyi kurgularken yola çıktığımız noktalardan biri de, politik ayaklanmalarda önem kazanan halk kütüphanelerinin gücüne odaklanmaktı. Hem Gezi Parkı’nda kurulan kütüphane, hem de geçtiğimiz sene Suriye’de inşa edilen Gizli Kütüphane bir rastlantı değil. Kolektif hafıza en kolay kitaplar üzerinden manipüle edilebiliyor, biz de bir anlamda kendi kütüphanemizi kurarak içerisinde bulunduğumuz coğrafya ve güncel sosyo-politik gelişmeler sebebiyle Orta Doğu’ya odaklanarak ama sergiyi Berlin’de açtığımız için Avrupa’yı da dışlamayarak kendi öznel tarih anlatımızı sunmak istedik. Çünkü okuma grubumuzda da bu sene etraflıca tartıştığımız için biliyoruz ki kütüphane ya da arşivlerin objektif olması pek olası değil, her seçim politik olarak görülebilecek zorunlu bir dışlamayı da beraberinde getiriyor. Örneğin, haberiniz var mı bilmiyorum ama Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda da görkemli bir kütüphane inşası devam ediyor.

Fehras Publishing Practises, "Call for Applications", 2015, Kitap, 100 sayfa, 28.5 × 21.5 × 1.5 cm, Arapça ve İngilizce

Kütüphaneler de kitap raflarından internete doğru evriliyor; bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mine: Kucaklıyoruz, bizler kesinlikle bilginin çok daha hızlı yayıldığı, bilgiye daha kolay ulaşıldığı bir neslin parçası olduğumuz için şanslı hissediyoruz. Ama öte yandan kitaplar biricikliğini koruyor, ve yerlerini hiç bir dijital mecra dolduramaz. Yüzyıllar boyunca edebiyatın, sanatın, felsefenin, bilimin muhafızlığını yapmış tozlu kitaplara çok şey borçluyuz. Biz özellikle kütüphanelerin önemine, kitabın gücüne ve aslında kitaplar ile bilginin, tarihin nasıl bir sonraki nesillere geçebildiğine dikkat çekmek için bu sergiyi yapmak istedik. İnternet, e-book ve dijital dünyada bilgi manipülasyonu da başlı başına bir araştırma ve tartışma konusu elbette, bu konuyu da daha ağırlıklı olarak Naz’ın küratörlüğünü üstlendiği İskenderiye’den Sonra Tufan sergisinin kitabında inceledik. Fakat biz bu sergide öncelikle birer fiziki temsil olarak kitaplardan yola çıktık. Aslında burada kitabın basılması, çevrilmesi, gönderilmesi, elbette ki fizikselliği gibi bir çok alt konuda aynı anda baskı hissettiğimiz, nefes almakta zorlandığımız bir dönemde olmamızın da etkisi büyüktür.

Bilgi sansürü, sansür kavramından bahsedelim mi? Sansür bazı durumlarda; örneğin reklamda yeni yöntemleri, yeni bir dili ve iletişimi de ortaya çıkarabiliyor; bizde bu kadar yasaklamanın olduğu bir düzende yeni bir dil mi inşa ediyoruz?

Naz: Bu konu ilginç bir konu. İçerisinde yaşadığımız yoğun dönemde, bulunduğumuz noktaya uzaktan bakıp objektif analiz yapmakta bazen zorlanabiliyoruz. Üzerinden zaman geçtiği için, genelde geçmişe bakıp bu tarz analizleri yapmak daha kolay gelebiliyor. Ama bu sorunun cevabını biz de merak ediyoruz, bu sebeple de Collective Çukurcuma olarak yaklaşık son altı aydır bir araştırma süreci içerisindeyiz. Kolektifin üyelerinden Serhat Cacekli ile beraber, Moskova’dan küratör Nikolay Alutin’i de davet ederek Moskova ve İstanbul’dan sanatçıları bir araya getiren bir başka köprü projesi üzerinde çalışıyoruz. Türkiye’den Eşref Yıldırım, Özgür Demirci, Larissa Araz, Didem Erk ve Cansu Çakar’ın yer aldığı bu proje kapsamında sanatçılarla içerisinde bulunduğumuz sansür ortamında ne tür farklı metodolojiler ve görsel diller geliştirebileceğimizi tartışıyoruz. Bu kesin bir sonucu olan bir projeden çok bir düşünme yöntemi, bir süreç sergisi. Araştırdığımız konuları ileride farklı ülkelerden sanatçıların da kullanabileceği bir el kitabına dönüştürmek istiyoruz. Dünyadaki gidişatın da gösterdiği gibi bu artık sadece bir ülkenin problemi değil, ve sanat aslında bize farklı şekillerde söyleyemeyeceğimiz pek çok söylemi dillendirme, geniş kitlelere ulaşma imkanı veriyor. Sonuçlarını beraber tartışmak için İstanbul Bienali’ne paralel gerçekleşecek ve Urdu Bienali’nin kamusal programı kapsamında yer alacak sergi projemizde sizi de aramızda görmek çok isteriz!

Karma bir sergi... Sergide yer alan sanatçılar, sanatçıların yapıtları hakkında bilgi verebilir misiniz?

Naz: Sergide 38 sanatçı bulunuyor; Mohamed Abdelkarim, Burak Arıkan, Mahmoud Bakhshi, Yael Bartana, Mehtap Baydu, Kürşat Bayhan, Ekin Bernay, Burçak Bingöl, Nicky Broekhuysen, Hera Büyüktaşçıyan, Cansu Çakar, Ramesch Daha, Didem Erk, Viron Erol Vert, Işıl Eğrikavuk, Deniz Gül, Beril Gür, Lawrence Abu Hamdan, Ali Kazma, Yazan Khalili, Göksu Kunak, Fehras Publishing Practises, İstanbul Queer Art Collective, Mona Kriegler, Elham Rokni, Natascha Sadr Haghighian & Ashkan Sepahvand, Sümer Sayın, Erinç Seymen, Bahia Shehab, Walid Siti, Ali Taptık, Erdem Taşdelen, Özge Topçu, Ali Yass, Ala Younis ve Eşref Yıldırım.

Bu sanatçılardan Ekin Bernay ve Göksu Kunak sergiye performansları ile katılan sanatçılar. Göksu Kunak’ın serginin kapanış günü Dzialdov’da gerçekleşecek when they take it all from us (collective memorizing) performansı, aslında serginin tümünü kapsayan bir kapanış olacak. Göksu ile birlikte sergi süresince bir kitap, metin, manifesto, şarkı ezberlemeye çalışan 4 kişilik bir ekip mekanın farklı yerlerinde bu ezberleri tekrarlayacaklar. Fahrenheit 451 kitabından ilhamını alan bu performans, bilginin sansürü tehdidini yaşadığımız günümüzde geçici bir kütüphane olan Bilgelik Evi’nin de insan hafızasında yaşayabileceğini ve kalıcı hale gelebileceğini düşündürmesi bakımından önemli. Ekin Bernay’ın serginin ilk günü gerçekleşen Burn Like the Sun isimli performansı ise Dzialdov’a yürüme mesafesi olan Else-Ury Kütüphanesi'ni sergiye bağlamak bakımından önemliydi. 1900’lü yıllarda kurulan, 2. Dünya Savaşı zamanında tahrip edilen bu kütüphane ismini kitapları sansürlenen ve toplama kamplarında hayatı elinden alınan Yahudi bir kadın olan Else-Ury’den alıyor. Ekin’in gerçekleştirdiği performans kapsamında izleyiciler Dzialdov’da bizim kurduğumuz kütüphaneden kelimeleri taşıyarak Ekin’e ulaştırdılar, Ekin ise bu kelimelerde Else-Ury’ye hitaben performatif bir ritüel gerçekleştirdi, bir anlamda Else’nin yanan kitapları gibi yandı, kütüphanenin bahçesinde.

Mine: Bunun dışında, önceden de bahsettiğimiz gibi, sergide hem sanatçı kitapları, hem de farklı medyumlarda üretilmiş çalışmalarıyla sanatçılar yer alıyor. Hepsinden bahsetmemiz imkansız, ama bir kaç örnek vermek gerekirse: Istanbul Queer Art Collective’in kurucuları Tuna Erdem ve Seda Ergül’ün Türkiye’den apar topar gitmelerinin gerektiği bir dönemde hazırladıkları kendi inanılmaz kütüphanelerinin arşivlerini özetleyen just in bookcase bavulu ile Ali Kazma’nın özellikle kitap objesinin anlamından çok birebir kendisine odaklandığı, dünyanın bir çok yerinden 2011 yılından beri fotoğraflayarak oluşturduğu books arşivinden fotoğraflar bulunuyor. Öte yandan bilginin yorumlamasını daha tasarım üzerinden ele alan bir sanatçı desen kitabı ile sergiye katılan Viron Erol Vert ise Notes from Mesopotamia kitabı ile uzun yıllar boyunca Mezopotamya bölgesinden çıkan desenlerin, figürlerin ve sembollerin kıyafetlerde nasıl yer aldığını ve ne gibi anlamlar edindiklerini inceliyor. Yine tasarım ve bilgi ilişkisinden sergiye yaklaşan sanat tarihçisi Bahia Shehab ise 2011 yılında Mısır’da başlayan devrim ile Arapça HAYIR anlamına gelen Alif’in desenlerini incelemeye başlayarak A Thousand Times NO: The Visual History of Lam-Alif çalışmasını oluşturuyor.

Didem Erk, “Siyah İplik, (Felsefenin Temel İlkeleri, George Politzer)”, yerleştirme, 2017

Serginin istanbul ayağı da olacak mı?

Mine: Sergi Berlin’de bulunan Dzialdov proje alanında devam ediyor, umut ediyoruz ki geçici-gezici özelliğine vurgu yaparak sergiyi en kısa zamanda İstanbul’a taşıyacağız. Bu süreç içerisinde kütüphanelerin doğasına özgü olarak kitapların da değişerek, yeni isimlerin dahil olup çıkabildikleri organik bir yapısı olmasını da arzuluyoruz. Bu sayede belki de Bilgelik Evi tahmin ettiğimizden de daha uzak coğrafyalara ulaşabilecek.

collective çukurcuma'nın gelecek projeleri nedir?

Naz: Şu an okuma grubumuza devam ediyoruz, öte yandan önceden de bahsettiğimiz Moskova projemizin çalışmaları devam ediyor. Bunun dışında, biz beraber düşünmeye ve üretmeye farklı projeler üzerinden devam edeceğiz.

bottom of page