top of page

Berlin notları II

Yeni bir misafir sanatçı programının konuğu olarak 1 Mart’ta Berlin’e giden ve Covid-19 tedbirleri ve kişisel kararlar doğrultusunda halen daha Berlin’de bulunan Leman Darıcıoğlu her hafta bize tecrübelerini aktarıyor olacak

Yazı ve fotoğraflar: Leman Sevda Darıcıoğlu


Leman Darıcıoğlu, Gidenler ve mücadele edenler için,

Fotoğraf: Ceren Saner


Şu an odamda bir gül tepesiyle yan yana yazıyorum bu satırları. Gidenler ve mücadele edenler için başlıklı performansımda, perşembe, cuma ve cumartesi günleri, günde sekiz saat boyunca Şubat, Mart ve Nisan aylarının gazete kağıtlarını kıvırarak yaptım bu gülleri. Bu pandemi günlerini geçirdiğim Berlin'deki odanın halısını COVID-19 nedeniyle hayatını kaybetmiş ve evlerinde, hastanelerde, cezaevlerinde, mülteci kamplarında virüsle yahut virüs riskiyle mücadele eden insanlar için, hepimiz için yaptığım güllerle kapladım. Performansın ilk iki günü Vera Iona Papadopoulou küratörlüğünde bir Facebook etkinliği aracılığıyla gerçekleşen Fe Male Home (1) adlı online bir performans festivaline konuk oldu ve tamamı Performistanbul'un Stay Live at Home programı (2) kapsamında yer aldı.


Esasen şu günlerde konuştuğum birçok sanatçı arkadaşım gibi içimde çalışma motivasyonu bulamıyorum, konsantre olmam mümkün olsa uzun süre konsantrasyonumu korumam mümkün olmuyor. Gündelik hayat belirsizlik ve neyin doğru neyin yanlış olduğuna dair kafa karışıklıklarımla çevriliyken, ölüm haberleri, vaka sayıları artar, kimi doğru kimi yanlış bin bir uyarı her yandan durmaksızın etrafımı sararken içinde hiç yalnız olmadığım bir travmayı yaşadığımı biliyor ve bunun içinde çalışmakta zorlanıyorum -ki, evde kalmayı her insanın içindeki yaratıcılığın çıkması için bir olanak olarak dillendiren, sanatçıların başyapıtlarını yaratmaları için bir imkanmış gibi sunan söylemlerden hiç mi hiç haz almıyorum, keşke olan biten sadece dünya olarak girdiğimiz bir yaratıcılık kampı olsaydı...


Leman Darıcıoğlu, Gidenler ve mücadele edenler için,

Soldaki fotoğraf: Fenia Kotsopoulou, Sağdaki fotoğraf: Ceren Saner


Bu duygu durumunun ortasında geçtiğimiz hafta uyuyamadığım bir gecede baktığım haberlerin içinde kaynağını buldu Gidenler ve mücadele edenler için. Türkiye'de yaşlıların sokağa çıkmalarına yapılan aşağılayıcı, nefret dolu yorumları, İtalya'da 60 yaş üzeri bir rahibin kilisenin kendisine aldığı solunum cihazını onun daha çok ihtiyacı var diyerek bir gence verdiği haberini okuduktan, ölüm rakamlarını gördükten sonra… İnsan yaşamının birbirine olan dipten bağlılığını, tüm birlerin tüme bağlı olduğunu doğrudan deneyimlediğimiz bu dönemde bu bağlılığı görmek yerine halen diğerinin üzerine öfke, nefret atma haliyle yıprandım, İtalya'daki o güzel ruhlu rahibi, yaşama ve yaşatma güdüsünü düşündüm, rakamların büyüklüğü karşısında bir kere daha nefessiz kaldım. Bir süre sadece karanlık bir keder hissettim. Ardından insanın toplumsal yaşamının anlamı olan bu karşılıklı bağlılık ve ölüm riski altında solunum cihazını ötekine verme eylemi, gidenleri anma, biz; buradakilere birbirimize bağlılığımızı seslenme ve içimdeki kederi dönüştürme ihtiyacını doğurdu. İşte şimdi odamdaki gül tepesinin ardında tüm bunlar yatıyor. (3)

Güllerin bu tepeyi oluşturan bir aradalıkları, mesela pencereyi açmak için yanlarından geçerken her değdiğimde birkaç gülün aşağı kaydığı hassas dengeleri, insanın birbirine bağlılığını getiriyor odama. Bunu çoğumuz Gezi'de hissetmiştik sanıyorum. Bir araya gelmenin, birbirine kol kanat germenin verdiği ekstazik mutluluk günleri. O günleri düşündüğümde, hepimizin evlerimize dönmek zorunda kaldığı günlerde bir trans kadın arkadaşımla yaptığım bir konuşma geliyor aklıma. İnsanların onun koluna çekinmeden dokunmasının hissinden bahsetmişti, Âdem elmasına ya da misal sesinin tonuna takılmadan… “Biz”in parçası olmanın içindeki yaraları iyileştirdiğini söylüyordu. Kapalı bir cemaatin içindeki “biz”in değil de herhangi insanların bir aradalığından oluşmuş bir “biz”in.



Bunları yazarken aklıma evlerinde kalan çocukların kendilerini yalnız hissetmemek için pencerelerine astıkları gökkuşağı çizimleri üzerinden bir takım okul gruplarında müdürler LGBTI+ nefretini körüklemeye devam etmeleri (4), evlerinde kalan orta/üst sınıfın İnternet alışverişini ulaştırabilmek için ne bir güvenceye ne bir sağlık önlemine sahip olmadan çalışan kargo çalışanları (5) ve LGBTI+ ve seks işçiliği aktivisti bir trans kadın arkadaşımın performansın Facebook üzerinden paylaştığım videosuna yorum olarak yazdığı ev kredilerini ödemek için halen çalışmak zorunda olan seks işçileri geliyor.


Hepimizin bu pandemi karşısında eşit riske sahip olduğumuz bu dönemde gerçekten eşit riskte miyiz? Ya evde kalmanın sınıfsal denklemleri, hayatın değerin coğrafî dağılımı? Hadi dürüst olalım, Çin'de ilk vaka 19 Kasım’da ortaya çıkmış ve Batı'ya sıçrayana kadar binlerce insan ölmüşken ne kadar ilgiliydik bu konuyla? Paranın bir takım elektronik sayılara dönüşerek ulusaşırı şirketlerle oradan oraya aktığı küresel dünyada, hiçbir yerin birbirine uzak olmadığını bu kadar sarsıcı bir şekilde görebileceğimizi düşünebilir miydik? Bu krizin hemen öncesindeki gündemimiz olan iklim krizi göstermemiş miydi oysa hepimizin aynı gemide olduğumuzu?


Türkiye LGBTI+ hareketinin kurulduğu 90’lardan bugüne dediği “Eşcinsellerin kurtuluşu heteroseksüelleri de özgürleştirecektir” gibi sahip çıkma zamanı şimdi birbirimizin yaşamına. Keza ölümlü, kırılgan, korku duyan ve muhtaç varlıklarız. Hem psikolojilerimizi, hem fiziksel sağlıklarımızı korumak için beraber hareket etmemiz, yaşama bugüne kadar bildiklerimizin ötesinde kapsayıcı bir yaklaşımla bakmamız gerektiği iyice ortaya serilmedi mi artık?


Yeşil duvar yazısı: İşim karantinada olduğu sürece kiramı ödemiyorum!


Arundhati Roy'un 3 Nisan'da Financial Times'da yayınlanan Hindistan'daki Koronavirüsü gündemini ve gelişmeleri paylaştığı yazısı (6) pandemilerin insanları nasıl bir dünya istedikleri yönünde bir sorguya ittiği, yaşadığımız bu zamanın başka bir dünyayı oluşturmak için bir geçit olduğu ve bu geçidi alıp almamanın tercihinin bize kaldığıyla sonlanıyor. Gerçekten incecik bir temasla dahi yıkılabilir ve yıkılırken birbirini yıkabilen bu güllerin içinde merak ediyorum, birbirimize temasımızın ölüm riski taşıdığı bu garip günlerden birbirimize bağlılığımıza ve beraber yaşamamıza dair bir etik oluşturarak çıkabilecek miyiz? İçinde yaşadığımız sistemlerin bu konuda bize yardımcı olmadığı ortada.

*


Geçtiğimiz hafta bahsettiğim Berlin Senatosu'nun burada yaşayan bağımsız çalışanlar ve küçük işletmeler için çıkardığı fon başvuruları halen açık. Yanı sıra başvurunun açıldığı günden bugüne başvuranların 1 ile 3 gün arasında banka hesaplarına paraları yattı. Başvuru sırasında gelir kaybına dair herhangi bir kanıt istenmek yerine bir güven politikası izlendi. Başvuran ve alamayan kimse duymadım şu ana kadar. Sanatçıların içine dahil olduğu grup olan bağımsız çalışanlara hiçbir kontrolün yapılmayacağı ilan edilen 5000EUR para yatarken, küçük işletme sahiplerine daha sonra harcamalarının kontrol edileceği 9000EUR sağlandı. Her iki miktar da üç aylık giderler için verildi.


Türkiye'de elbet resmi makamlardan bir destek haberi yok, buna karşılık sanat alanında çalışan birtakım kişiler son günlerde kendi çevrelerindeki olanakları genişletmeye çalışarak şu an ancak az sayıda sanatçıya cüzi miktarda yardımlarda bulunabilecek olan küçük girişimler başlatmış durumda. Önümüzdeki günlerde bu girişimlerin kaynaklarının artmasını ummaktan başka Türkiye'de yaşayan sanatçılar için ufukta çok seçenek görünmüyor.

Yanı sıra kentin içinde özellikle park çevrelerine asılan Leave no one behind [Kimseyi arkada bırakma] pankartlarının etraflarına bırakılan plastik poşet içinde kıyafet ve yiyeceklerle bir hareket başladı. Çeşitli kamusal alan noktalarında ya da evlerin balkonlarında da yer yer asılı olan bu pankartlar bu pandemi döneminde insanlara mültecilerin kalabilecek bir evleri olmadığını hatırlatıyor ve devletin mültecilerin geçmesi için sınırı açması talebiyle çıkıyor. Geçtiğimiz günlerde online bir eylem de düzenledi bu hareket.


Geçtiğimiz hafta Berlin'de içinden bir saatlik bir karın da geçtiği bir soğuk ile başladı. Cumartesi itibariyle yeniden bahara dönen hava parkların güneşli bölgelerini mesafeli iki kişilik küçük kalabalıklarla doldurdu. Çoğu insan için burada bugünlerde şehrin tek anlamlı yeri parkları. Şehir planlamalarımızı, gündelik hayat meşgalelerimizi ve doğaya aldığımız mesafeyi yeniden değerlendirtir mi dersiniz bu günler?


Penceredeki yazı: Dayanışma sınır tanımaz / Kampları dağıtın / Herkese ev sağlayın / #kimseyiarkadabırakma


(1) Fe Male Home kapsamında yer almış performanslara buradan ulaşabilirsiniz. (2) Performistanbul'un Stay Live at Home programında yer alan performanslar ve programın halen süren ev performansları çağrısı için buraya tıklayın.

(3) Aynı zamanda bu sosyal izolasyon zamanında adeta mucizevi bir şekilde yürütülen bir operasyonla mümkün oldu “Gidenler ve mücadele edenler için”. Burada konuk olduğum sanatçı programının, Ceren Saner ve Lilly Müller'in, Berliner Zeitungsdrunk matbaasından Ulrich Ebbersbach'ın yardımlarını anmalıyım.

(6) Yazının türkçe çevirisi için buraya tıklayın.

bottom of page