top of page

Berlin notları

Yeni bir misafir sanatçı programının konuğu olarak 1 Mart’ta Berlin’e giden ve Covid-19 tedbirleri ve kişisel kararlar doğrultusunda halen daha Berlin’de bulunan Leman Darıcıoğlu her hafta bize tecrübelerini aktarıyor olacak


Yazı ve fotoğraflar: Leman Sevda Darıcıoğlu



1 Mart'ta yeni, henüz bir proje ismi dahi olmayan, queer sanata odaklanan yeni bir misafir sanatçı programının üçüncü sanatçısı olarak Berlin'e geldim. Plan bir ay burada kalmam, dinlenmem, sergi, performans görmem, sanatçılarla, mekânlarla tanışmam ve açılacak olasılıklara bakmamdı. Bir yandan buradan Leman Berlin'den bildiriyor başlıklı toplamda üç yazılık bir yazı serisi yazmama karar vermiştik Merve Akar Akgün ile. Gelişimin ikinci gününde Selda Asal'la Apartman Projesi'nde 17 Mart'ta bir performans yapmama karar verince sergi görmeyi daha yavaştan aldım. Çalışmak ve son yıllarda buraya göçmüş sanatçı arkadaşları görmek dışında yalnızca birkaç sergi, iki film, 8 Mart yürüyüşü... Bunların yapabileceğim son sosyal etkinlikler, adeta şehrin kapanmasından önceki son günler olduğunu bilmiyordum.


Derken hayat başaşağı yuvarlanmaya başladı. Hızla. Önce kulüpler kapandı, 40-50 kişiden fazla insanın bir araya geldiği etkinlikler; açılışlar, film gösterimleri, performanslar, sanatçı konuşmalarının iptali izledi bunu. Sinemalar, müzeler, galeriler ve derken restoranlar, barlar, kafeler kapandı. Masa aralarında 1,5 metre mesafe koyamayan her yer kapalı şimdi. Bir takım küçük kafeler, fast food’cular kimisi oturma alanlarını tamamen kapatıp yalnızca paket hizmeti vererek, kimisi birkaç masa tutarak servis veriyor. Kendini açık tutan bu mekânların birçoğunun kapılarında içeriye tek kişi girmesini rica eden uyarılar yer alıyor. Ve açık kalan bu az sayıda mekân da 18:00'de kapanıyor. Eczanelerin sokaktaki varlığı içeriye 2-3 kişi aldıkları için önlerindeki kuyruklardan anlaşılabiliyor. Bu kuralların hepsi birkaç gün içinde oluştu.


Toplu ulaşım kullanmayı tamamen bıraktığım ve park, kanal kıyısı yürüyüşleri ve arada market alışverişi dışında dışarıda bir şey yapmadığım için kaldığım muhit olan Neukölln dışında gündelik temponun nasıl olduğunu bilmiyorum. Berlin'in en hareketli zamanında dahi sessiz olan ve sessizliğine bayıldığım sokaklarının garip bir ıssızlığı var şimdi, özellikle gecelerde kimsesiz bir sessizlik... Ana caddelerde halen biraz araba, meydanlarda biraz insan var ya, Sonnenallee'yi, Kotti'yi II. Dünya Savaşı'ndan beri kimse bu kadar boş görmemiş olsa gerek.


Tüm bunların arasında tabi ki performansım da iptal oldu. Her ne kadar Apartman'ın cadde seviyesinde oluşunun ve büyük camlarının bu durumda verdiği imkânı kullanmaya karar verip, içeriye izleyici almadan camın karşısında yapacaktıysam ve izleyici performansı sokaktan izleyecek olsaydı da, virüsün yayılmasını önlemek için alınan önlemler içerisinde şu an yapmama ve daha sonraya erteleme kararı aldık. 31 Mart'taki uçağım da iptal oldu. Türkiye Almanya'dan 17 Nisan'a kadar uçuş almıyor. Bu seyahat kısıtlamaları belli olunca üç gün süre verdi Türkiye, ülkeye dönmek için. İstemedim. Hijyen konusunda hiçbir yandan güven vermeyen, doğru düzgün havalanmayan uçaklar da, ülkeye girdikten sonra girmem gereken 14 günlük karantinanın üç kişilik odalardaki koşulları da tekin hissettirmedi. 17 Nisan sonrası sınırlar açılır mı, durum ne olur, uçağa binmek o zaman iyi bir fikir olur mu, karantina durumu nasıl olur, koşullar nasıl olur gibi evime güvenli bir şekilde dönebilecek miyim başlığı altında özetlenebilir sorular aklımda bolca yer kaplıyor olsa da şu an bunları düşünmemeye çalışıyorum. Kim bilir o zamana ne olacak? İlk haftalarda sokağa çıkma yasağının gelme ihtimali sık sık konuşuluyordu. İki hafta önce yapılan parlamento toplantısından yasak gelmediyse de aileler ve ev arkadaşları dışında iki kişiden fazla bir araya gelmek yasaklandı ve ev arkadaşlığı konusuna açıklık getirmek için, dışarıda kimlik ve nerede yaşadığını gösteren bir belgeyle dolaşma zorunluluğu geldi. Geride bıraktığımız hafta Berlin Belediye Başkanı sokağa çıkma yasağından yana olmadığını lakin herkesin evlerinde kalmasını, gerekmedikçe dışarı çıkmamasını söyledi. Hafta sonu parklar ve açık alanlarda geçirilen zamanlara da kısıtlama gelerek piknik yapmak ve uzun süre oturmak yasaklandı. Yürüyüş ya da spor yaparken bir süre dinlemek, durmak için oturmakta bir sıkıntı yok fakat devlet yaşayanların Berlin sokaklarında uzun zaman geçirmesinin istenmeyen bir durum olduğunu artık iyice ifade etmiş durumda. Merkel’in yaptığı, durumun ciddiyetini ortaya koyarken aynı zamanda birçok insanın içini ısıtan konuşmayla bu durum bir süredir net olsa da bu kısıtlamalarla artık Berlin gördüğüm kadarıyla sosyal mesafesini tamamen koruyan bir durumda.

Tüm bu garipliğin ortasında, Berlin kışında nadir olan güneş bolca ışıldadı pencerelerimizde geçtiğimiz haftalarda şükür ki, kanal kenarı ve parklar birbirleriyle “mesafeli yürüyüş”ler yapan insanlar, her ne olacaksa beraber olacağı fikrine adapte olmuş, yakınlaşan çiftler ve arkadaşlarla dolu. Dolu dediysem bunu herhangi bir güneşli Berlin doluluğu olarak düşünmeyiniz, insanlardan çok insanlar arası boşluklar kaplıyor bu aralar en dolu kent mekânını dahi. Boşluğa yer bırakma, boşluğa saygı, boşluğun önemi, boşluğun değeri. Anksiyeteye kapılmadığım anlarda bunları düşünüyorum yer yer.



Geçtiğimiz günlerin birinde insan ancak evinde yaşar böyle bir garipliği, “ben burada ne yapıyorum?” diye sordum kendime. Ayaklarımın bastığı zemini biraz olsun hissetmeye başlamamın, biraz olsun kendi merkezime dönebilmemin ardından geldi bu soru. Bunu sorabilmem on günden fazla bir zaman aldı. Bu geçen on günde bedenimi havayla dolu, kendimi bir rüzgarda savruluyor, deniz altında akıntıyla oradan oraya sürükleniyor hissediyordum. Tüm dünyadan vaka ve ölüm haberleri sayılarıyla çevrilmiş, ellerimi evdeyken dahi günde belki 50 kez yıkadığım, dokunduğum her yüzeyin risk içerdiği panik içinde geçen günler... Şu satırları yazdığım günlerde bedenimdeki hava sonunda boşalmaya başladı ve içimdeki savrulma hissi yerini bilmediğim bir yerin ortasında biraz ürkek, biraz tedirgin durmaya bıraktı. Aklımda deli sorular: Ne kadar süre evde kalırsak bu virüsün yayılmasını ve ölümleri durdurabiliriz? Elbet birkaç hafta değil, birkaç ay, kaç ay, ya da yıl? Bu süre içinde, temel alanı canlı performans olan, işini anlaşılmaktan çok hissedilecek bir deneyimle açıklayan ben virüsün bedenler arasına ördüğü duvarın içinde ne yaparım? Dünyanın online sergilere, festivallere kaydığı bu zamanında yalnızca performans değil, genel olarak sanat bu süreçten nasıl çıkacak? Kişisel olarak benim çoğu zaman bir ilişki kuramadığım, son yıllarda hızla yayılan dijitalleşen sanat daha da dijital, daha da teknoloji merkezli mi olacak mesela? Çoğu zaman düzensiz gelir akışıyla yaşayan sanatçılar ve bu alanın bağımsız çalışan diğer aktörleri bir şekilde kendilerini bir süre idare ettirecek bir para biriktirebildilerse bu para bitene kadar ne ala, peki bitince ya da biriktiremedilerse?(1)


Bedenimizle dış dünyanın temasının bir hayat memat meselesi haline geldiği bu günlerin ardından mesela ellerimizle nasıl bir ilişkimiz olacak, bedensel her türlü temas bu dönemin travmasını mı taşıyacak, bu travmayla bizler ne yapacağız? Bundan henüz birkaç hafta önceye kadar obsesyon olarak değerlendireceğimiz, şu sıralar ise normalleşen dışarıdan eve giren her şeyi arındırma hali dışarıyla ilişkimizi nasıl değiştirecek? Kendi ve öteki ayrımı üzerine kurulmuş olan düzenler kendimiz olduğu kadar ötekiler için de sorumluluk almamız, evde kalmamız, sosyal ilişkilerimizi kısıtlamamız, hijyene ekstrem bir önem göstermemiz gereken bu dönemle beraber nasıl bir dönüşüm gösterecek, kendiliğe ve ötekine dair kavrayışımız değişebilecek mi? Birçok insanın kendisi risk grubunda değilse de yaşlıları ve hastaları korumak için evde kaldığı bu dönemde yalnızca meta yahut servis sağlayabilecek üretken, verimli bedene değer veren, yaşlıları, hastaları ve yararlanamayacağı hiçbir bedeni umursamak bir yana yalnızlık içinde ölmeye bırakan kapitalizm nasıl bir dönüşüm geçirecek, geçirecek mi? Şu an Google dış dünya ile temasımızın neredeyse tek yolu olmuşken gerçekten kapitalizmden bir değişim bekleyebilir miyiz? Cezaevleri, mülteci kampları, sokakta yaşayan insanlar, yaşadığı yerde bir lavabosu olmayan üç milyar insan bu dönemden nasıl çıkacak? “Evinde kal” evi olmayanlara ya da “evinde kal”ırsa evinden atılacak olanlara ne yapacak? Seks işçileri ne olacak? Yalnızca şimdiye kadar enfekte olduysa diye değil, işlerini bıraktıklarında nasıl hayatta kalacaklar? Tüm dünyada biyo-politik totalitarizmin meşrulaşacağı bir zamanın eşiğine mi tanıklık ediyoruz? Yaşadığımız bu apokaliptik zaman içerisinde güzel olduğu kesin olan tek şey, birçok şehirde solunan hava kalitesinin artışından, dünya genelinde gezegene salınan karbon gazının önemli ölçüde azaldığından bahsediliyor. Tabi yanı sıra su tüketiminin ciddi oranda artışına dair uyarılar da yapılmaya başlamış durumda.



Neukölln'de 1920’lerde yapılmış, geniş, aydınlık salonlu güzel bir evde, pek güzel bir odada kalıyor, biri neredeyse her gün hepimize muhteşem İtalyan yemekleri pişiren üç ev arkadaşıyla yaşıyorum ben bu salgın zamanını, burası misafir sanatçı programının yapıldığı ev. Şüphesiz ki dünyanın şanslı kısmından yazıyorum bu satırları. Yine de birkaç gün önce bana uğrayan “insan ancak evinde yaşar bunu”nun getirdiği “ev?” konusu soru değerini koruyor. Yıllardır aklımda dönüp duran bu sorunun cevabının güven ile kökten bağlı olduğu aşikar ya, bugünlerde dünyanın hiçbir noktasında tamamen güvenli olmak mümkün değil iken şu an belki çok da önem teşkil etmiyor.

Tüm bunların arasında Venedik Performans Sanatı Haftası'nda tanıştığım bir performans sanatçısı arkadaşımın ilettiği, 1-3 Nisan arasında gerçekleşecek online bir performans festivalinde performans yapmayı kabul etmiş bulundum. Performansın çoğu zaman aynı mekanda ve zamanda olmak ve hissetmek üzerinden yankı bulabileceğine inandığım bir köşesini tutarken bilgisayarlarımızdan, telefonlarımızdan izlediğimiz online performansların benim pratiğimde nasıl yer bulabileceğine dair halen aklım karışıkken bir etüt, bir deneme gibi olacak bu daha çok.


Önümüzdeki günlerde sizlere tekrar seslenmek üzere, Berlin'den hepinize ve sevdiklerinize sağlıklı, güvenli günler diliyor, bu krizi toplumsal nefreti körüklemek değil, küresel dayanışmalar örebileceğimiz bir şekilde atlatmamızı temenni ediyorum.



 

(1) Bir takım şehir senatoları/kültür bakanlıkları sınırları içinde ikame eden sanatçılar için bir ödenek ayırdılar (İngiltere'de açılan fon için orada yaşayan sanatçılar tarafından tepki ile karşılanan daha önce kültür bakanlığından fon almış olma şartı olduğunu eklemek gerek buraya), bu yazıyı yazdığım günlerde Berlin senatosu başvuruları henüz yeni aldı. Bu süreçlerin nasıl ilerleyeceğini, bu süreçte hangi devletlerin kültür sanat alanına nasıl desteklerde bulunacağını önümüzdeki zamanda göreceğiz. (Yanı sıra  Berlin Senatosu hizmet sektöründeki klüpler, barlar dahil olmak üzere küçük işletmeler için de bir ödenek ayırdı). Bu destekleri alamayanlara ve muhtemel ki böyle desteklere hiç başlamayacak olan ülkelerdeki bağımsız kültür sanat çalışanları, mesela Türkiye'de bizler için ise “hayırlısı” demek dışında yakın vadeli bir seçenek görünmüyor ufukta.




bottom of page