top of page
Özlem Altunok

Arter: Bir buluşma ve beraber keşfetme alanı


14 yıllık uzun soluklu bir planın sonucu olarak Dolapdere’de vücut bulan Arter’in hikâyesini, 2005’te Vehbi Koç Vakfı’nın kültür sanat danışmanlığı görevini üstlendiği günden bugüne, bir çağdaş sanat müzesinin farklı disiplinlerle geçişken bir ilişki kurma yolculuğunda ilk adımı atan Melih Fereli’den dinledik

☕️ 26 dakikalık okuma

Melih Fereli, Fotoğraf: FluFoto

Arter’in öyküsünü kişisel hikâyesi ve birikimiyle şekillendirerek başka bir boyuta taşıyan Melih Fereli’nin sanata yaklaşımının özeti olan şu sözler, müzeye dair motivasyonunu, adım adım ilerleyen uzun soluklu projenin özünü de anlatıyor: “Sanat benim için hayatla eş anlamlı: Sanat her yerde, her zaman ve her koşulda mevcut; tek yapmanız gereken şey, benliğinizin dikte etmeye çalıştığı önceliklerden uzaklaşıp duyargalarınızı açmak. Gerisi sizi bulur ve pulsanti aperietur (kapı çalana açılır).

Arter’in öyküsü adım adım planlanmış uzun bir yolculuğun hikâyesi, özetlemenizi istemek de kolay olmayacak elbette ama belli köşe taşları üzerinden gidebiliriz yeni müzenin, “yeni Arter”in kapısına ulaşabilmek için. Bir sürü rakam, tarih var bu hikâyenin içinde bu kapsamlı planın bir parçası olarak. Vehbi Koç Vakfı’nın 50. yılında açılacak müzenin, yaklaşık olarak son 15 yılda yapılan bir stratejik plan üzerine yükseldiğini biliyoruz, ki bu plan da sizin 2005 yılında VKV’nin kültür sanat danışmanı olmanızla hayata geçmeye başlıyor. Evre evre neler yapıldığının detaylarına ilerleyen sorularda gireceğiz ancak öncelikle şunu sormak istiyorum; Koç Ailesi her ne kadar 2005’te başlayan bu uzun soluklu girişim öncesinde de kültür sanat alanında -Türkiye’nin ilk özel müzesi Sadberk Hanım Müzesi’ne hayat vermesi, yayıncılık alanındaki çalışmaları- varlık gösteriyor olsa da Dolapdere’de açılacak Arter’le bu mevcudiyetini başka bir boyuta taşıyor. Hem bu alanda yine bir ilke imza atıyor hem de sadece çağdaş sanat değil, farklı disiplinleri iç içe geçiren başka bir varoluşu işaret ediyor. Bu büyük kararı almanızın gerisinde yatanlar, bu yola çıkmaya hem kişisel olarak sizi hem de Koç Ailesi'ni teşvik eden sebepler nelerdi?

Koç Ailesi ve Topluluğu bir yandan kültür ve sanat yaşamının gelişmesine, zenginleşmesine katkı sağlarken bir yandan da ülkemizdeki tarihi mirasın dünya ölçeklerinde tanınması, evrensel kültür hazineleri arasında hak ettiği yeri alması için çabalarını yıllardır sürdürüyor. Koç Ailesi ve Topluluğu’nun ekonomi alanında ortaya koydukları başarılarla yetinmeyip bu yıl 50. yılını kutlayan Vehbi Koç Vakfı’nın sloganlaştırdığı “üstümüze vazife” anlayışını çok kararlı ve güçlü bir şekilde kurumsal sosyal sorumluluk alanına da taşıyarak öncülüğü üstlenmiş olmasının, “Dünya Anıtlar Vakfı, 2007 yılı Hadrian Ödülü”nün Koç Ailesi’ne verilmesiyle de tescillendiğini hatırlamak gerekir. Sanırım bu özet “teşvik nedenleri”ne ilişkin sorunuzun ilk bölümünü yanıtlıyor...

İkinci bölüme, yani sizin deyişinizle “bu büyük karar”a Koç Ailesi’ni ve beni yönlendiren unsurları özetlemeye gelince, bu pek kolay olmayacak. İzninizle tarihe kayıt düşmek adına da bu söyleşimizi fırsat bilip mümkün olduğunca ayrıntılı cevap vermek isterim.

Hiç düşünmeden “kariyerimde yaptığım en önemli ve büyük iş” diyebileceğim Arter’e giden yolun başlangıcını aslında çok eskilere, dayım Mazhar Akgün’ün iş ortağı olan ve gelişme yıllarımdaki mentorlarım arasında değerlendirdiğim Nirun Şahingiray ve Demet Erginsoy vasıtasıyla henüz 17 yaşındayken Koç Ailesi’nin bazı fertlerine (Suna Kıraç ve Çiğdem Simavi) takdim edilme şansını yakaladığım 1965’e kadar götürmem gerekir.

Ayrıca benim sanat tutkumu belirlemiş olan çocukluk ve gençlik yıllarıma da değinmek isterim; zira içimdeki ateşi sürekli körükleyen ve bendeki çalışma enerjisini halen -ve üstelik artık emekli olmanın bana daha çok yakıştırıldığı bir yaşta- aktif çalışma hayatı içinde var olmamı sağlayacak düzeyde sürmesinin mayası o yıllarda katılmıştır.

Ben Makedonya göçmeni bir ailenin mensubuyum; bana öğretilen değerlerin başında sevgi ve sahicilik vardır. Hakkaniyetli olmak, eleştirirken haklı kalmayı gözeten bir üslupla insan ilişkilerini yürütmek ailemizin bireyleri arasında da sıkı sıkıya tutunulan bir kuraldı. Akıllı uslu, çalışkan ve çok meraklı bir çocuktum; dillere yatkınlığım, mukallit tavırlarım, doğal matematik yeteneğim yoklukların üstesinden gelme çabalarına odaklanan anne ve babamın bende “geleceğin mühendisi”ni görmesine yol açmıştı, besbelli.

Öte yandan hem annem hem de babam (ve anneannem) meloman insanlardı; sanırım müzik çok küçük yaşlarda kalıtsal yeteneklerimi tetikleyen unsur oldu. Pek romantik biri olan Orman Mühendisi babam Mehmet Fereli doğada yaptığımız yürüyüşlerde yapraklarından bitkileri tanımayı, Latince adlarını ezberlememizi önemserdi. “Doğanın sesi en güzel müziktir; dinlemeye çalışın!” deyişi bugün dahi kulaklarımda çınlar... Henüz beş buçuk yaşındayken beni elimden tutup İstanbul Radyosu Çocuk Korosu sınavına götüren ve boy soprano olmanın ne demek olduğunu yıllar sonra kavramama neden olan da yine babamdı. Hocalarım Halil Bedii Yönetken, Fikri Çiçekoğlu bendeki müzik aşkının tohumlarını ekerken, Radyo Çocuk saati yöneticisi Nadide Arcan beni nüktedan tarafımdan yakalamıştı.

İstanbul Erkek Lisesi’nde hazırlık sınıfından itibaren feyz aldığım öğretmenlerimin arasında beni en çok etkileyenler, sevginin yanı sıra sanatla bilimin ve matematiğin hayatın en önemli bileşenleri olduğunu beynime yerleştirenler Dr. Gerhard Kopp ve Horst Weström olmuşlardır. Yarı zamanlı konservatuar tecrübem ne yazık ki akademik baskılar sonucu kısa sürdü. Ama bütün bu anlattıklarımın manzumesi bendeki sanat tutkusunun temel taşlarını oluşturdu.

Sanatın tüm disiplinleriyle ilişkimi klasik batı müziği üzerinden kurabilmiş olmak fırsatını eğitimimin yanı sıra neredeyse yirmi yıl yaşadığım Londra’da özellikle sanatçılarından ve yönetim kurulu üyelerinden biri olmaktan gurur duyduğum Philharmonia Chorus sayesinde yakaladım. 1993 yılında İngiltere’den Türkiye’ye döndüğümde İstanbul Kültür Sanat Vakfı dışında uluslararası nitelikte düzenli etkinlik yapan bir kurum bulunmuyordu. İKSV’nin Genel Müdürü olarak göreve geldiğim günden itibaren kültür-sanat alanında kurumsallaşmış bir yapının oluşması için gayret gösterdim; bu görevim kapsamında festival organizasyon tecrübeme ek olarak İstanbul Bienali’ne odaklanma kararım çağdaş sanat alanında deneyim kazanmama, kendi potansiyelimi sınamama ve bu alandaki ihtiyaçları belirleyebilmeme yardımcı oldu.

Çağdaş sanatın eleştirel düşünce, ifade özgürlüğü, demokratikleşme yönünde önemli bir açılım sunabileceğine olan inancım bu süreçte büsbütün pekişti; ileriye dönük hayaller listemde “bu alanda bir kurumsal yapıyı sürdürülebilir bir biçimde nasıl yaratırım?” sorusunun üst sıralara tırmanışı o dönemde başlar...

2005 yılında Vehbi Koç Vakfı Kültür ve Sanat Danışmanı olarak göreve başladığım dönemde başta Ömer Koç olmak üzere ailenin benim çağdaş sanata olan inancımı paylaşıyor olduğunu görmek beni çok heyecanlandırırken, vakfın sanat alanındaki faaliyetlerine yönelik hazırlamış olduğum rapor sonucu benimsenen geleceğe yönelik stratejinin odak noktası çağdaş sanat oldu.

Akabinde oluşturduğumuz eylem planının kısa vadedeki hedefi Koç adının çağdaş sanatla birlikte anılabilmesini sağlamak şeklinde belirlenirken, orta ve uzun vadede Koç’u çağdaş sanat alanında dünya ölçeğinde bir aktör konumuna taşıyacak adımların tespiti ve uygulamaya alınması bu büyük karar etrafında bizleri birleştirdi: Bir koleksiyon oluşturulacak ve bunu kamuoyuyla buluşturacak bir imzalı yapı ülkeye kazandırılacaktı. Bundan sonraki sürecin evrelerini belki söyleşimiz ilerledikçe ele alırız; ancak özetlersem, sanat benim için hayatla eş anlamlı: Sanat her yerde, her zaman ve her koşulda mevcut; tek yapmanız gereken şey benliğinizin dikte etmeye çalıştığı önceliklerden uzaklaşıp duyargalarınızı açmak. Gerisi sizi bulur ve pulsanti aperietur!

 

Arter günümüz sanatını tüm boyutlarıyla geniş kitlelerle

buluşturma hedefiyle kuruldu. Biz Arter’le sanat etrafında

bir buluşma ve beraber keşfetme alanı yaratmak istedik.

Özellikle yeni kuşakların sanatla iç içe, yeni sorular sorarak,

yaratıcı üretimin tadına vararak yetişmeleri gerçekleştirmeyi

hedeflediğimiz ortamın en vazgeçilmez yanı.

 

Elbette hem kişisel hem de kurumsal birikimlerden beslenen ve onun üzerinde yükselen bir yeni kimlik bu ama bu yeni kimliği oluştururken bir yandan da bütünlüğü ve sürekliliği korumak esas oldu hep. Türkiye’de pek alışık olmadığımız bir yol haritası, yöntem ve uygulamayla hayata geçen bir kimlik yenilenmesi diyebiliriz bu hamleye. Üstelik çok da rağbet görmeyen çağdaş sanatı merkeze koyarak harekete geçtiğiniz 15 yıllık süreci -üstelik inişli çıkışlı Türkiye koşullarında- VKV’nin varlığı üzerinden nasıl değerlendirirsiniz?

Hayatta kararlı olduğum alanlara hızlı giren biriyimdir; ama uygulamada temkinli davranırım. Önemli olan onun sürdürülebilirliğini yakalayacağımız hıza ulaşmaktır, benim açımdan. Arter’i Vehbi Koç Vakfı çatısı altında kurmak, sürdürülebilirliğinin de garantisiydi benim için. Vakıf, çağdaş sanatın böylesine güçlü bir kurumunun hamisi, kurucusu, yöneticisi olarak Arter’e temel unsurları sağlayacak, ama faaliyet gösterdiği kulvarlarda kendi başına hareket edebilmek için onu özgür de bırakacaktı. Bu hareket özgürlüğünün kurumsal anlamda vakfın reflekslerini de geliştireceğini öngörmüştük; nitekim öyle de oldu. Kültür alanında belirli bir sinerji oluştu ve bu şimdi diğer kurumlara da sirayet ediyor.

Vehbi Koç, vakıfçılığın ve sürdürülebilirliğin ne demek olduğunu çok iyi bilen bir iş insanı olarak ilk günden bu ihtiyaçları öngörmüş ve VKV’nin yapısını gelecekte kurulacak tüm oluşumların gerek kuruluş aşamasını gerekse uzun vadeli finansmanını hesaba katarak kurgulamış. Aile üyelerinden gelen fonlarla yeni kurumların hayata geçmesi için gerekli yatırım finansmanı sağlanırken, şirketlerin kârlarından gelen yıllık düzenli destekler kuruluşların sürekli giderlerinin karşılanması amacıyla kullanılır. Tüm projelerde finansal planlar minimum on yıllık bir zaman perspektifiyle yapılır ve böylelikle yeni girişimlerin sürdürülebilir kurumlara dönüştürülmesi sağlanır.

Arter’in hayata geçmesi öncesinde çağdaş sanat alanında yapılan hamleleri şöyle bir gözden geçirdiğimizde karşımıza çıkan köşe taşları şunlar: 2007’de uluslararası çağdaş sanat koleksiyonu oluşturulmaya başlanıyor, aynı yıl yine İstanbul Bienali ana sponsoru oluyor Koç Holding, 2010’da İstiklal Caddesi’ndeki Arter açılıyor... Ayrıca arada Berlin’de 2008-2013 yılları arasında açılan TANAS, 2007-2010 arasında Yapı Kredi’de düzenlenen İstiklal Serüveni sergileri ve onlara eşlik eden monografi kitaplar, 2011’den bu yana süren Venedik Bienali sponsorluğu var... Hepsi de diğerinin önünü açan, birbirine eklemlenen adımlar. Bu ilişkiler zinciri nasıl kuruldu, neleri düşünerek, planlayarak bu adımlar atıldı? Bu uzun deneyim süreci, bu kurumsallaşmayı nasıl besledi? Arter’in kurumsal kimliğini bugün müzeyle birlikte nasıl tanımlarsınız?

Koleksiyon elbette nihai hedef olarak belirlenen çağdaş sanat müzesi kuruluşuna yönelik en önemli ve uzun vadeli hamleydi. Aynı zamanda Koç’un çağdaş sanat alanında bir aktör olarak kendini güçlü bir şekilde konumlaması için daha hızlı adımlar da attık. İstanbul Bienali’nin ana sponsorluğunu öncelikle 10 yıllık, bilahare 20 yıla uzatılan bir anlaşmayla üstlenmek, Koç’un çağdaş sanat alanının gelişimini desteklemeye yönelik kararlılığına dair güçlü ve önemli bir mesajdı. Venedik Bienali Türkiye Pavyonu sponsorluğu ve 5 yıllık bir proje olarak tasarlanan Berlin’deki TANAS, Türkiye’den üretimin uluslararası görünürlük ve bilinirliğini artırmaya katkıda bulundu. İstiklal Serüveni sergileri ve monografi dizisi, yerel sanat üretimini desteklemeyi, yeni işlerin üretilmesini sağlamayı ve görülmemiş işlerin sergilenmesine vesile olmayı hedefliyordu. Bu sergiler için üretilen eserlerden bazılarını henüz büyümekte olan koleksiyonumuza kazandırarak Türkiye’de çağdaş sanatın belleğini tutma hedefimiz için güçlü bir adım atmış olduk. Yeni eserlerin üretilmesine katkı sunmak ve koleksiyonu bu üretimlerden yapılan seçkiyle geliştirmeye devam etmek, Arter’in misyonunun da çekirdeğini oluşturdu ve oluşturmaya devam edecek.

Yeni binamızla beraber Arter’in programı koleksiyonumuzdan ve dışından muhtelif sergilerin ötesinde sahne sanatları, müzik ve film gibi farklı disiplinlerden etkinlikleri ve özel tasarlanmış atölyemiz sayesinde ziyaretçilerin sanatla bağ kurmalarını destekleyen muhtelif öğrenme imkânlarını içerecek şekilde genişliyor. Arter bu yeni kurumsal kimliğiyle izleyicileri sanatın tüm disiplinlerindeki güncel üretimle buluşturacak bir kültür merkezi gibi işleyecek.

 

Vehbi Koç, vakıfçılığın ve sürdürülebilirliğin ne demek

olduğunu çok iyi bilen bir iş insanı olarak ilk günden bu

ihtiyaçları öngörmüş ve VKV’nin yapısını gelecekte

kurulacak tüm oluşumların gerek kuruluş aşamasını

gerekse uzun vadeli nansmanını hesaba katarak kurgulamış.

Aile üyelerinden gelen fonlarla yeni kurumların hayata

geçmesi için gerekli yatırım nansmanı sağlanırken,

şirketlerin kârlarından gelen yıllık düzenli destekler

kuruluşların sürekli giderlerinin karşılanması

amacıyla kullanılıyor.

 

İstiklal Caddesi’ndeki Arter, çağdaş sanatın en “taze” sergilerini ağırlamasıyla, yeni eser üretimlerine katkısıyla, kamusallığıyla sizin de hep söylediğiniz bir anahtar sözcüğün deneyimlenmesiydi: Laboratuvar. Hataya yapmaya açık olduğu kadar öğretici, deneysel, tecrübe katan bir süreç olsa gerek. İstiklal’deki Arter’den müzeye aktarılmış ve aktarılacak tecrübelere dair neler söylersiniz? Şimdi dönüp baktığınızda İstiklal’deki Arter nasıl bir işlevi yerine getirdi?

İstiklâl Caddesi’nde geçen dokuz sene bizlere çok değerli deneme-yanılma ve öğrenme fırsatları sundu. Ekibin oluşması, genişlemesi ve beraber çalışma tecrübesi edinerek ahenk kazanması anlamında eşsiz bir imkândı bu aslında. Elbette hatalarımız da oldu; ama bunlardan dersler çıkarmasını bildik. Büyük bir kültür kurumunun doğuşunu hazırlıyor olma bilinci ve adanmışlığı ile çalışan ekibimiz birlikte 35 sergi düzenledi, bu sergiler bağlamında 183 eserin üretilmesine destek verdi, dünya standartlarında iki dilli yayınlar hazırladı. Ayrıca mekânımızın kısıtları el verdiğince konuşmalar, performanslar, gösterimler gerçekleştirebildik. Bu sayede pek çok kişi ve kurumla işbirlikleri başlattık; çocuklar, engelliler gibi farklı ziyaretçi gruplarıyla ön çalışmalar yaparak ihtiyaçları daha derinlemesine tespit etme imkânımız da oldu. Özetle İstiklal’deki Arter, geleceği hayal ettiğimiz şekilde kurgulamamıza imkan vermekle kalmayıp daha da önemli olanı, yani o hayalleri gerçekleştirecek ekibi oluşturmamızı sağladı.

Genel olarak Türkiye’de müzecilik algısının/geleneğinin zayıf olması bir yana çağdaş sanat alanında bir ilk aynı zamanda Arter. Öte yandan böylesi bir zamanda bu alanda bir yatırımın -ki kültürel olarak çok anlamlı olsa da ekonomik olarak bunu söylemek kolay değil. Bu iki uç arasında önemli bir misyon yüklenmek iddalı ama riskli de. Bunu göze almanın vazgeçilmezliği neydi?

Haklısınız; ama hedefi büyük tuttuğunuz zaman riskler kaçınılmazdır. Kararlılığınızın tutkuyla birleşmesinin sizi bir mayın tarlasına sokmaması için aklınızı kullanmak, riskleri belirleyip muhtemel senaryolara göre çözüm alternatiflerini riskler oluşmadan geliştirmek zorundasınız. Aslında hayatın gerçekleri de öyle değil mi? Dünyaya gelişinizi ihtimal hesaplarıyla değerlendirdiğinizde bunun bir mucize olduğunu kabul ettiğiniz andan itibaren, o istatistiklerin riskler dünyası için de geçerli olabileceğini düşünmeye başlamanızı aklınızın size telkin etmesine izin vermeniz gerekir.

Bunları göze almamızın vazgeçilmezliği, varoluş nedenlerimizin ve tesir iddiamızın içinde saklı! Özetle Arter günümüz sanatını tüm boyutlarıyla geniş kitlelerle buluşturma hedefiyle kuruldu. Biz Arter’le sanat etrafında bir buluşma ve beraber keşfetme alanı yaratmak istedik. Özellikle yeni kuşakların sanatla iç içe, yeni sorular sorarak, yaratıcı üretimin tadına vararak yetişmeleri gerçekleştirmeyi hedeflediğimiz ortamın en vazgeçilmez yanı.

Arter’in uzun vadede sanat alanına, şehre ve topluma yapacağı “tesir” iddiasını madde madde biraz açmak gerekebilir: Türkiye’de daha fazla kişinin sanatla tanışması, halihazırda sanat etkinliklerini takip eden kişilerin sanatla ilişkilerinin derinleşmesi, çağdaş sanata dair önyargıların ve bariyerlerin azalması, sanat üretiminin ve yaratıcılığın teşvik edilmesi ve eleştirel düşüncenin yaygınlaşması.

Biraz önce de vurguladığım gibi, en zor olan, tesir iddianızı gerçekleştirmek üzere başlattığınız süreçlerin, kurumların sürdürülebilirliğini sağlamak.

 

Koleksiyonumuz oluşturulmaya başlamadan önce René Block’la birlikte yerel sanatsal üretimin zenginliğine odaklanan ama kendisini yerelle sınırlamayan, yerelliğin ötesine geçip uluslararası bir aktör olma iddiasında olduğunu belirten ve bu yönde çabalayan bir koleksiyon oluşturma hedefini koymuştuk kendimize.

 

Yeni yapı için proje yarışması 2013’te açıldı ve Grimshaw Architects’in tasarımını yaptığı müze binası 2015’te Dolapdere’de inşa edilmeye başladı. Müzenin açılışı çeşitli aksaklıklar, çoğunlukla da bürokratik engellerle karşılaştı. Bunu şu anda İstanbul’daki pek çok büyük projede de gözlemlemek mümkün. Bu gecikme, sizin trafiğinize nasıl yansıdı? Avantaja dönüştüğü durumlar da oldu mu müzeyi yapılandırmak anlamında?

Böylesine karmaşık ve yüksek teknoloji içeren bir yapının tasarımında gösterilen titizlik elbette çeşitli onay ve uygulama süreçlerine de yansıyor. Kent merkezine çok yakın bir alanda, üstelik meskûn bir mahalle içinde son derece dar ve derin bir alanda inşaat yapmanın zorluklarını takdir edersiniz.

2013 yılında açılan davetli proje yarışmasına, görüştüğümüz yedi kurumdan üçü yabancı dört mimarlık firması katıldı. İngiltere’den Grimshaw Architects’in konsept projesinin seçilmesinin hemen ardından değişen imar planına uyum sağlamak için projede çeşitli revizyonlar yapıldı ve sonuç olarak 14 katlı bugünkü bina için 2015 yılında çalışmalar başladı. Açılış tarihi 2018 sonbaharı olarak hede enen binamızın inşaatında ayrıca istinat duvarlarıyla ilgili ve öngörülenden daha büyük ölçekte karşılaşılan temel suyunun bertaraf edilmesine yönelik ilave çalışmalar açılış tarihimizi bugüne öteledi.

Genelde ülkemizde küçük büyük her aksaklığın arkasında “bir bürokratik engel” aranır; ama Arter’in inşaatındaki “kısa” diye nitelendirilebilecek gecikmeyi bu şekilde değerlendirmek doğru olmaz. Tam tersine zorlu onay süreçlerine rağmen başta Sayın Demircan olmak üzere Beyoğlu Belediyesi yönetiminin her kademesinden anlayış ve kolaylaştırıcı destek gördüğümüzü vurgulamak ve bu vesileyle kendilerine de teşekkür etmek isterim.

Yeni binamıza yönelik projelendirme sürecimiz aslen çok daha erken bir tarihte başladı. İstiklal Caddesi’nde Arter’i açtığımızda bu binayı bir “laboratuvar” ve “öğrenme” alanı olarak kurgulamıştık. Biraz önce de değindiğim gibi bu binada geçirdiğimiz yıllar boyunca ekip olarak deneme, yanılma, öğrenme, tecrübe kazanma ve yeni binamızdaki daha geniş faaliyet alanına doğru hazırlanma, plan yapma imkanımız oldu. Bu anlamda zaten senelerdir bu hedefe yönelik bir çalışma söz konusuyken bu kısa ertelemenin kurumu yapılandırmak anlamında önemli bir fark yaratmadığını söyleyebilirim.

Melih Fereli, Fotoğraf: FluFoto

Koleksiyondaki 1350 yapıt, bir anlamda Arter’in temelini, zenginliğini oluşturuyor. Yapıtların sergilenmesinden korunmasına, başka sergilerde dolaşıma girmesine yaşayan bir “çağdaş sanat koleksiyonu” olmasına dair çalışmalarınız neler olacak?

2007 yılında Vehbi Koç Vakfı çatısı altında oluşturulmaya başlanan bugünkü Arter Koleksiyonu’na ileride kurulması düşünülen çağdaş sanat müzesi temeli gözüyle bakarak işe koyulduk. Başlangıçta René Block ve benim tarafımdan verilen alım kararları daha sonra Emre Baykal ve Selen Ansen’in katılmasıyla genişleyen bir eser alım komisyonu tarafından yapılan değerlendirmeler sonucu uygulanmakta. Koleksiyonumuz oluşturulmaya başlamadan önce René Block’la birlikte yerel sanatsal üretimin zenginliğine odaklanan ama kendisini yerelle sınırlamayan, yerelliğin ötesine geçip uluslararası bir aktör olma iddiasında olduğunu belirten ve bu yönde çabalayan bir koleksiyon oluşturma hedefini koymuştuk kendimize. Koleksiyonumuzdaki yapıtlar her sene dünyanın önde gelen müzeleri ve sanat kurumları tarafından ödünç alınmaya ve sergilere dahil edilmeye devam ediyor. Öte yandan konservasyon da çok ciddiye aldığımız bir konu. Yeni binamızda çağdaş sanat alanındaki konservasyonda uzmanlaşan bir laboratuvarımız var; dijital konservasyon da aynı şekilde titizlikle eğildiğimiz bir alan.

Açılış programında yer alan sergiler bize ne anlatıyor? Açılış sergilerinde Sarkis, Altan Gürman, Ayşe Erkmen ve İnci Furni gibi Türkiye çağdaş sanatının farklı kuşak ve kimliklerinin üretimleri, öte yandan iki farklı kürasyonla koleksiyondan iki sergi ve ayrıca Rosa Barba ve Céleste Boursier-Mougenot’nun yerleştirmeleri yer alacak olması, sonraki sergilere dair izleyiciye ne duyuruyor?

Geleceğe yönelik sergi planlarımızın ipuçları açılış programımızda güçlü şekilde mevcut: Yeni üretimleri özendiren anlayışımızı sürdürürken, koleksiyonumuzdan ve dışından karma ve kişisel sergilerin yanı sıra güncelliğini hâlâ korumaya devam eden sanat tarihsel pozisyonlara da dikkat çekeceğiz.

Arter Koleksiyonu’nda tek başına bir galeriyi gerektiren çok katmanlı büyük işler de mevcut. Bu nedenle gerek koleksiyonumuzdan gerekse dışından yapacağımız sergiler arasında “tek iş-tek sanatçı” sunumlarına yer vermek ve bunlar etrafında fark yaratıcı kamusal ve öğrenme programları oluşturmayı sürdüreceğiz.

Tevazudan uzak ve bencil bir ifade olarak algılanmasını hiç istemem, ama benimle başlayan ve üzerimden gelişen Sesli Dizi sergilerimizin benden sonraki dönemde de Arter’in fark ve heyecan yaratacağı bir kulvar olarak ele alınacağını umuyorum. Yenilikçi çalışmalara ve proje tekli erine önümüzdeki dönemde de açık olacağız; ve geçmişte olduğundan çok daha yoğun bir biçimde başka kurumlarla da işbirliği yaparak farklı disiplinleri buluşturan yapıtlar ve projeler de geliştireceğiz.

Arter’in titizlikle ele aldığı konulardan biri de ülkemizdeki genç sanatçı ve küratörlerin yetişmesi ve görünürlük kazanması oldu. Bu süreçte başkanlığını yaptığım Arter Program Kurulu etkin bir rol oynuyor, sanatçı ve küratör seçimlerini belirliyor.

Gerek kendi ekibimiz dahilinden gerekse dışarıdan davet ettiğimiz küratörler, kurulması planlanan sergiyle ilgili olarak özgürce hazırladıkları kavramsal çerçeveyi ve genel yaklaşımlarını belirledikten sonra Arter Program Kurulu’nun onayına sunarlar; farklı fikirlerin ve diyalogların oluşabilmesi için bu özgür ortamı kararlılıkla sürdüreceğiz.

Ve tabii çağdaş dans, tiyatro, müzik, sinema, söyleşi, performans... Kapsayıcı bir programla müzenin gelecekte de nasıl yol alacağını sunmuş oluyorsunuz ama öte yandan biraz önce bahsettiğiniz Sesli rehber’in yanı sıra Öğrenme Programı, İşaret Dili Turları, Gençlik Konseyi gibi yenilikçi başlıklar da dikkat çekiyor. Bütün bu içeriğin, çeşitliliğin hazırlanması, hayata geçirilmesinde hareket noktanız neydi?

Yeni binamızla beraber Arter’in programı koleksiyonumuzdan ve dışından muhtelif sergilerin ötesinde sahne sanatları, müzik ve film gibi farklı disiplinlerden etkinlikleri ve özel tasarlanmış atölyemiz sayesinde ziyaretçilerin sanatla bağ kurmalarını destekleyen muhtelif öğrenme imkânlarını içerecek şekilde genişliyor. Arter bu anlamda izleyicileri sanatın tüm disiplinlerindeki güncel üretimle buluşturacak bir kültür merkezi gibi işleyecek.

Ben bir sanat tarihçi veya küratör değillim. Gerek Sarkis gibi bir üstat ve gerekse çok yetenekli genç besteci/sanatçı Erdem Helvacıoğlu ile çalışarak müzikle sanat arasındaki ilişkiyi farklı biçimlerde ortaya çıkarma fırsatını bana veren iki sergi yapmış olsam da, odağına klasik batı müziğini alan çok disiplinli bir sanat yöneticiliği kulvarından gelişim bana tüm sanat disiplinleriyle ilişkimi müzik üzerinden kurma ve projelerimi bu perspektiften bakarak disiplinlerarası geçişlerin yaratacağı ifade ve anlam biçimlerini vurgulayan bir üslupla kurgulama dürtüsü veriyor. Bu dürtü düşün ve duygu dünyama, hatta hayatımın genel akışına güçlü bir şekilde yansıdığı gibi, Arter’e ilişkin vizyonumu da belirleyici oldu; benim yerimde başka biri olsaydı, eminim yeni binamız daha farklı bir anlayış çerçevesinde inşa edilirdi.

Öğrenme programımızı oluştururken herkesin yaratıcı sürecin parçası olabileceği bir ortamı mümkün kılma fikrinden hareket ettik. Sanatla bağ kurmak aslında kendi iç dünyamızla da bağ kurmak anlamına geliyor. Arter olarak ziyaretçiler ve kullanıcılarla ilişki kurarken amacımız onların içinde zaten var olan merak duygsunu ve ilgilenme hevesini tetiklemek. Yeni binamızda bu yaklaşıma alan açan esnek bir biçimde düzenleyebildiğimiz bir öğrenme atölyesi, perküsyon odası, sanatsal prodüksiyona katılmak isteyen kullanıcılar için uygulamalı bir üretim stüdyosu ve dijital bir laboratuvar alanı bulunuyor. Ayrıca ziyaretçilerimizin sergiler etrafındaki içeriklerle tanışabilecekleri, dinlenebilecekleri, küçük tartışma gruplarına veya gösterimlere katılabilecekleri öğrenme odalarımız da sergi katlarına yayılıyor.

Programda rehberli turlar (ve sesli rehberler), sanatçı konuşmaları, paneller, atölye çalışmaları ve podcast’leri içeren çeşitli etkinlikler yer alacak. Bunlarla beraber, uzun soluklu süreçlere de ayrı bir önem atfediyoruz. Sanatçılar, ziyaretçiler ve paydaşlarımız arasında uzun süreli bağlar kurma hedefini her zaman aklımızda tutarak hareket ediyoruz. Arter Araştırma Programı ve Gençlik Konseyi de bu hedefler doğrultusunda şekillenen uzun soluklu programlarımız.

Bu iki programımız, her sene için davet edilen farklı katılımcıların sekiz ay boyunca kendi ihtiyaç ve ilgileri doğrultusunda hayata geçecek. Gençlik Konseyi, Beyoğlu-Şişli bölgesinde öğrenim gören 11-14 yaş arasındaki çocukların farklı sanat disiplinlerini keşfederek kendi ifade dillerini oluşturmalarını amaçlıyor. Halihazırda başlamış olan Arter Araştırma Programı, profesyonellere ve kültürel üreticilere yönelik olarak geliştirilmiş, katılımcıların kendi araştırma konuları ve pratiklerinden yola çıkarak süreç odaklı ve kendiliğinden örgütlenmeyi önemseyen bir yaklaşımla şekilleniyor. Arter Araştırma Programı, kültürel üreticileri, yaşadığımız zamana göre kendi bakış açılarını, sanatsal araştırma metodolojilerini ve kendilerini ifade edecek dili geliştirmelerinde desteklemeyi amaçlıyor.

Son olarak bugün Türkiye’deki çağdaş sanat ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz? 90’ların sonunda hareketlenen 2000’lerin başında yükselmeye başlayan, belirli bir doymuşluktan sonra ivmesi yeniden düşen ya da “normalleşen” çağdaş sanat piyasasına Arter’in nasıl bir nefes katacağını umuyorsunuz?

1993 yılında İngiltere’den Türkiye’ye döndüğümde İstanbul Kültür Sanat Vakfı dışında uluslararası nitelikte düzenli etkinlik yapan bir kurum bulunmuyordu. İKSV’nin Genel Müdürü olarak göreve geldiğim günden itibaren kültür-sanat alanında kurumsallaşmış bir yapının oluşması için gayret gösterdim. Takip eden yıllarda maalesef kentimize taşra estetiğinin ve aşırı muhafazakarlığın dayatıldığına tanıklık ettim. Benim büyüdüğüm 1950’lerin İstanbulu'nda edindiğim değerlerin içinin boşaltıldığı, günü kotarmanın ve hoyrat kabadayılığın prim yaptığı bir ortamın körüklendiğini halen yaşıyorum.

Aradan geçen yıllar içinde pek çok organizasyon şirketi ve yeni oluşum ortaya çıkmış olmasına karşın halen İstanbul’un en büyük eksikliği olan altyapı sorunu çözülmemiş durumda; hatta geriye gittiğini söylemek mümkün. Sanat icra edilen mekânların giderek yok olması ne yazık ki birtakım izleyiciyi küstürdü.

Sanatın toplumun tüm kesimleri için erişilebilir kılınması öncelikle merkezi ve yerel yönetimlerin birincil sorumluluk alması gereken bir husus. Sanat kurumlarının bir süredir yaşanmakta olan ivme düşüklüğünün tersine döndürülmesi açısından işlevi çok önemli; Arter’in oluşum süreci ve aldığı sorumluluğun gerek kamu yönetimlerine gerekse özel girişimcilere kültür-sanat alanında yatırım yapmaları yönünde önemli bir örnek ve teşvik unsuru teşkil edeceğini düşünüyorum. Öte yandan takdir edeceğiniz gibi Arter “piyasa” oluşturan bir kurum değil ama genel anlamda sanatı gündemde tutacak kabiliyet ve enerjisiyle piyasaya mutlaka olumlu etkileri olacaktır.

Bitirirken geleceğe umutla baktığımı vurgulamalıyım, çünkü hayatın evrilmesi için gereken çabaların mayasıdır umut.

Comments


bottom of page