Antonio Cosentino’nun Summer was a Beautiful Day adlı kişisel sergisi 14 Nisan 2018’e dek Galeri Zilberman Berlin’de gezilebilir. 2017 yazını Berlin’de geçiren sanatçının, bu sürecin nihayetindeki üretimlerini kapsayan sergisini Çelenk Bafra değerlendirdi
Antonio Cosentino, Hero (Yelken Kulak), 2017, Tuval üzerine yağlıboya, 210 x 150 cm
Çağrışımlarla yüklü ve güçlü bir metafor ‘duvar’; ister bireyin kaygılarını ve yabancılaşma psikolojisini ele alan bir Pink Floyd konsept albümü, ister hapishanedeki çocukların gözünden insanlığın kanayan yaralarını anlatan toplumsal gerçekçi bir Yılmaz Güney filmi, insanın gerçeklikle bitmek tükenmek bilmeyen mücadelesinin alegorisi için mükemmel bir fırsat. Yenilikçi ve incelikli bir yaklaşımla işlenmesi şartıyla elbette. Örneğin, varoluşçu filozof-yazar Jean-Paul Sartre, İspanya İç Savaşı’nda geçen Duvar (1) adlı öyküde, dört duvar arasında kapalı idamı bekleyen bir Cumhuriyetçinin gözünden XX. yüzyılın ideolojilerle bulanıklaşan ruhunu yansıtır. Duvar, bireyin hayat ve ölümle başa çıkma biçimlerini alaycı bir üslupla işler. Sartre’ın varoluşçuluk anlayışına göre insanlar özünde birbirinin aynıdır, kahraman ya da alçak olmak kendi elindedir ve herkes seçimleriyle var olur. Trajikomik bir öyküdür Duvar, zira kibri yüzünden ne hayatı ne ölümü ciddiye alan, idealleriyle kendini diğerlerinden üstün sayan birinin gülünçlüğünü anlatır. Hem korku içinde duvar dibinde kurşuna dizilmeyi bekleyen Cumhuriyetçileri, hem de onları tehdit eden Falanjistleri küçümseyen Pablo, dava arkadaşı Gris’in saklandığı noktayı ısrarla sorguladıklarında uydurma bir yer söyler. Amacı düşmanlarını yanlış yere yollayıp biraz vakit kazanarak onlarla dalga geçmektir. Hikaye bu ya, son anda yer değiştirip Pablo’nun Falanjistleri yolladığı mezarlığa saklanan arkadaşı yakalanıp öldürülür. Pablo, istemeden ‘işbirlikçi’ olmuş, varoluşunu belirleyen Cumhuriyetçi mücadeleye ihanet etmiştir. Diğer arkadaşları gibi duvar dibinde kurşuna dizilmekten kurtulur ama ömür boyu o duvarın içine sıkışıp kalsa kendini soktuğu bu durumdan beter olamaz. Otoriter rejimlerin cepheleşmeyi tetiklediği II. Dünya Savaşı arifesinde kaleme alınan öyküde bir ‘duvar’ın, varlığıyla olduğu kadar yokluğuyla da bireyi nelere sürükleyebileceği tartışılır. Çağının tanığı ve vicdanı kabul edilen Sartre, sadece bir kenti değil dünyayı ikiye ayıracak Berlin Duvarı’nı öngörmüş müydü acaba? Peki ya, bizi birbirimize ötekileştiren görünmez duvarları?
Evet. Kente aniden bir duvar çekilmişti inanamıyordum. Sınırlarını tam bilemediğim bir duvar. Şişli’den itibaren diğer tarafa geçemiyorduk. (2)
Antonio Cosentino, Summer was a Beautiful Day sergisinden enstalasyon görseli
2017 yazını bir zamanlar gerçekten bir duvarın ikiye ayırdığı Berlin’de geçiren Antonio Cosentino, kentteki ilk kişisel sergisini, memleketi İstanbul’un duvarla iki farklı diyara ayrıldığını düşlediği bir öyküyle açıyor. Sergiyi İstanbul ya da Berlin üzerine kurmak yerine İstanbul’un içine bir Berlin yerleştirip anlatıyor. Berlin’in aksine savaş ya da gerçek bir duvardan hasar görmemiş olmasına rağmen en az Berlin kadar yıkık dökük ve post-travmatik görünen İstanbul’un geçirdiği dönüşüm karşısında duyduğu tepkiyi böyle anlatıyor. Başka bir deyişle, ülkenin içinde bulunduğu toplumsal bölünmeyi ve kültürel kopuşu kentin ortasına çekilmiş bir duvarla vurguluyor. Belki de bu öyküyü en özel kılan yanı, sanatçının bu duvarı Berlin’deyken bir gece gerçekten rüyasında görmüş olması. Bireyin (ya da sanatçının) kendi toplumuna ve yaşadığı kente yabancı hissetmesinin ve onu artık tanıyamıyor oluşunun metaforu bu duvar, belki de varoluşsal bir savunma mekanizması ya da alternatif bir dünya temennisi.
Antonio Cosentino, Tuz, 2017, Teneke, 72 x 40.5 x 25.5 cm
Çocukluğu, İstanbul’un merkezi ve kozmopolit semtlerinden Şişli ve eski sahil kasabası havasını koruyan tarihi Yeşilköy’de geçen, hayatı boyunca İstanbul’un bulvarlarını, arka sokaklarını, karanlık köşelerini arşınlarken sürekli gözlemleyen, düşünen, sorgulayan biri Cosentino. Tam bir gezgin; yürüyerek, bisikletle ya da toplu taşımayla dünyayı karış karış gezerken her tür karşılaşmaya, tesadüfe, hatta kazalara teşne bir sanatçı. Gezdiği ya da karşısına çıkan yerlerden bir şeyler toplayıp biriktirmek, gördüklerini kağıt ve defterlere aktarmak sistematik bir egzersiz onun için. Bu yöntemle ortaya koyduğu sayısız eskiz ve resmin yanı sıra tespitlerinden yola çıkarak yarattığı hayâli yapılar da var, örneğin atölyesinin sokağında her gün gördüğü bir mimari öğeyi veya Berlin’de dikkatini çeken bir tren garını yeniden kurgulayabilir. Tam da bu nedenle, yıllardır İstanbul’un görsel envanterini çıkartmak istercesine ve günlük tutar gibi sürdürdüğü pratiğini Berlin’e taşıması heyecan verici.
Antonio Cosentino, Summer was a Beautiful Day sergisinden enstalasyon görseli
Berlin’de kaldığı dönemde kentin sadece duvar kalıntıları değil parkları, kanalları, tren garları, köprüleri ve hatta sokaklarda yere atılmış gördüğü gazoz kapaklarının çokluğu da cezbetmiş sanatçıyı. Berlin parklarından topladığı yüzlerce kapağın yanı sıra bit pazarlarından seçtiği fotoğraf ve objelerden bir koleksiyon oluşturmuş. Sergide bu koleksiyondan bir seçkiyi yine pazar tezgahına benzer bir masada görmek mümkün. Koleksiyonu yapıp sergilerken asıl ilgilendiğinin seçtiği imge ve formların çağrışım ve deşifre kapasitesi olduğu aşikar. Çoğunun gözünde çerçöp olan malzeme seçimleriyle kurguladığı anlatıyı yönlendirip derinleştiriyor. Örneğin, serginin leitmotifi olduğunu söyleyebileceğimiz gazoz kapağı bir ihtimal aynı zamanda; buluşmayı, açılan her gazoz kapağı başlayacak bir sohbeti, kutlamayı, hatta bir aşk ihtimalini simgeliyor.
Antonio Cosentino, Kleptokrasi Bahçesi, 2017, Tuval üzerine yağlıboya, 200 x 400 cm
Antonio Cosentino’nun Zilberman Gallery Berlin’deki ilk kişisel sergisinde gündelik hayattan, kentsel çevreden ve görsel kültürün hiç de üst katmanından sayılmayan unsurlardan damıtılan bir hayal dünyası duyumsanıyor. Düşlem ve imgeleminde farklı dönemlerden kent tarihi ve yaşamına dair sembolik detaylar ve yapı unsurları ağır basıyor: Bina yüzeyleri, sahil şeridi, kapı ve duvarlar, hatta İstanbul’da en beklenmedik yer karşımıza çıkan şehir surları, ve benzeri öğeler... Kişisel deneyimlerinden ve kolektif bellekten adeta kazıyarak tasnif ettiği imgeleri yine alelade malzemelerle işleyen bir tavır benimsiyor: Eski gazeteler, karton parçaları, ambalaj kâğıdı, teneke boru, dükkan tabelası, şişe kapağı, çocuk oyuncağı ve daha nicesi. Onlara sadece desen ve resimlerinde yer vermekle yetinmiyor, maket ve heykeller de üretiyor. Sergide Cosentino’nun alışkın olduğu malzeme ve tekniklerin yanında geçtiğimiz yaz Berlin’de başladığı füzenlerden de bir seçki görüyoruz. Yazdığı öykünün kahramanlarını ve mekanlarını tasvir ve tarife yönelik bir girişim bu, öyküyü yazdıkça yeni şeyler çizdirten, çizdikçe öykünün akıbetini değiştirten, kısacası kağıt üstünde kalem oynatmanın birbiriyle ilişkisel iyi ayrı tezahürü. Bir de harita eşlik ediyor bu çizimlere, İstanbul’u ve öykünün geçtiği yerleri göstererek sözde ‘İstanbul Duvarı’nı işaretleyen. Akabinde Cosentino’nun Berlin’de etkilendiği bir tren garının oyuncaklarla yapılmış maketinden elinde boru tutan kahramanı merkez alan resme serbest sıçramalarla ilerlemeye başlıyor sergi ve Cosentino’nun hayali duvarıyla birbirinden kopan eski ve yeni kente dair pek çok alt hikaye canlanıyor kafamızda.
Antonio Cosentino, Ev, 2017, Teneke, 40 x 3 x 30 cm
Berlin ile İstanbul arasında yepyeni fikir ve üretimlerin sonucu ortaya konan serginin birbirine eklemlenen bölümlerini incelemekte fayda var. Nitekim hayali bir kentte geçen öykü ve duvarın iki tarafından olanları aktaran yapıtlar, sadece İstanbul ya da Berlin’e özgü değil, içinden geçtiğimiz döneme dair genel bir alegori denemesi. İncelikle kavramsallaştırılmış çalışmalarda vakayla hatıra, hakikat ile hayal birbirine karışıyor. Cosentino’nun duvarı yer yer keskin, eleştirisi yer yer romantik olsa da yapıtları absürt ve oyuncu tonunu her zaman koruyor. Fantezi, ironi ve hicivle söylemini incelttiği için kötümserliğimiz uçup gidiyor. Yaz, Berlin’deki gibi bir tek günden ibaret olsa da onun ‘güzel bir gün’ olma ihtimalini seviyor, vazgeçmiyoruz.
Antonio Cosentino, Kameriye-Sanayi Mahallesi, 2017, Teneke, 72 x 60 x 27 cm &
Antonio Cosentino, İsimsiz, 2017, Kağıt üzerine füzen, 59 x 42 cm
1- Jean-Paul Sartre, Le mur (Duvar), 1939
2- Antonio Cosentino’nun sergiye eşlik eden öyküsü bu şekilde başlıyor.
Comments