top of page

Anadolu Ödülleri

Baksı Kültür Sanat Vakfı tarafından, Anadolu’nun ortak kimliğine katkıda bulunan üretimlere dikkat çekmek amacıyla bu yıl ilk kez Doğan Holding ana sponsorluğunda düzenlenen Anadolu Ödülleri için Müzecilik, Süreli Etkinlikler, Gösteri Sanatları, Arkeoloji ve Restorasyon kategorilerinde toplam 133 proje başvurdu. Türkiye’nin 35 ilinden adayların başvurduğu yarışmada, finale kalan 25 projeden altısı Anadolu Ödülü’ne değer bulundu ve iki projeye de Alana Katkı Ödülü verildi. Baksı Kültür Sanat Vakfı’nın, Baksı projesinin 20. yıldönümünde, benzer projelerin çoğalmasını desteklemek amacıyla hayata geçirdiği Anadolu Ödülleri hakkında Prof. Dr. Hüsamettin Koçan ile konuştuk


Röportaj: Yasemin Güney Erten



Hüsamettin Koçan, Fotoğraf: Elif Kahveci



Anadolu Ödülleri seçici kurulunun birçok farklı disiplinden gelen uzmanlardan oluştuğunu görüyoruz. Disiplinlerarası ortak buluşma zeminleri bulmak sizin için nasıl bir deneyim?


Anadolu bir çeşitlilikler coğrafyasıdır. Olağanüstü kültürlerin doğduğu, geliştiği ve kendi süreci içerisinde tarihe katıldığı büyük bir zenginliktir. Bu nedenle Anadolu’yu tek bir bakış açısıyla ve tek bir konu üstünden değerlendirmek bu çeşitliliği anlamak için belki bir başlangıç adımı olabilir, ancak yeterli olduğunu düşünmem. Bu nedenle bu çeşitliliği çok boyutlu bir biçimde algılayabilecek bir deneyimler kurulu, başka bir deyişle bir “uzmanlar kurulu” oluşturmayı daha anlamlı bulduk. Disiplinlerarası ortak buluşma zemininde aynı zamanda disiplinlerarası geçişler imkânı da doğacaktı. Böyle bir bakış açısı riskli olmakla birlikte Anadolu’nun bizden çok boyutlu bakış açıları talep ettiğini düşünerek bu doğrultuda kararlı davrandık. Sonuçta bu buluşmada disiplinlerarası birikimler kendini ortaya koyarken çatışma değil, bir uyum ortaya çıktı. O açıdan da bu kararın son derece doğru olduğunu düşünüyorum. Beni bu konuda en çok memnun eden şey, bu farklı birikimlerin bir arada olmaya gösterdiği ilgi ve karar oluşturmada pozitif katkılarıdır.



Anadolu Ödülleri Töreni’ni pandeminin şartlarına uygun bir şekilde çevrimiçi gerçekleştirmeniz oldukça güzel bir adaptasyon örneği. Sizce Türkiye’deki müzeler ve kurumlar, yurtdışı ile karşılaştırıldığında günümüz şartlarına uyum sağlamış durumda mı? Kültür ve sanat alanındaki kuruluşların ulusları aşan bir başarıya sahip olduğunu söyleyebilir miyiz?


Pandemi, dünyanın ortak sorunu. Belki de hiçbir dönem bu kadar ortak bir sorunu insanoğluyla paylaşmadık. Hepimizde önce bir şaşırma sonra uyum üretme refleksi söz konusu oldu. Bu gelişmeler önümüze birtakım yeni öneriler koydu. İnsanın insana mesafeli kalması gibi… Bu aynı zamanda karşınızdaki insana özen ve saygı gösterme anlamına geliyor.


Pandemi bizi yakın temastan uzaklaştırdı ama karşımızdakini koruma sorumluluğunu artırdı. Bunu çok severek ve isteyerek anladık ve ortaya yeni bir iletişim modeli çıktı: “Uzak dur ama beni duy.’’ Bu ilk planda yadırganabilir bir durumdu ancak zamanla bunun da bir anlamı olduğunu öğrenmiş olduk. Tabi bu tür krizlerde araçlar önem kazanıyor. Sosyal medya ve çevrimiçi olanaklar bunların en başlıcaları. Ödül törenine gelince, biz de aynı çözümü seçtik. Övünülecek bir başarılar bütününü belli mesafeden kutlamak ve paylaşmak durumunda kaldık, ama yine aynı şey oldu; “Sen çok değerlisin, uzakta olsak da seni kutluyoruz” dedik. Çok kısa bir süre içerisinde hazırlanan bu program sivil katkılarla oluştu. Süreç içinde gördük ki insanlarla doğrudan fiziki temas sorunu var. Ancak iletişim, sevgi ve coşku bu durumda en öncelikli temsili üstlendi.

Türkiye’de müzeler ve kurumların yurt dışı temaslarına gelince; özellikle 2000’lerden bu yana, bu temasların çok boyutlu ve iki yönlü doğrultuda geliştiğini söylemem gerekir. Daha önceleri dıştan içe olan bu ilişki şimdi karşılıklı olmaya başladı. Müzeler bunun dışında değil. Yurt dışında alkışlanan ve saygıyla karşılanan çok sayıda müzemiz yüksek standartlarla etkinlikler gerçekleştiriyor, iletişimler kuruyor. Bunda tabii ki yeni teknolojilerin çok yüksek payı olduğunu söylemekte yarar var.



Osman Dinç tarafından tasarlanan Anadolu Ödülleri heykeli



Ödül kazanan projelere baktığımızda Müzecilik alanında ünlü mimar Kengo Kuma tarafından tasarlanan ve Eskişehir’de bulunan Odunpazarı Modern Müze’yi, arkeoloji alanındaysa Sivas’ta bulunan Kayalıpınar Kazısı’nı görüyoruz. Kültürel anlamda çağdaş olan ve antik/eski olanı bir arada görmek oldukça etkileyici. Anadolu Ödülleri’nin yarışma kategorileri nasıl belirlendi?


Çok haklısınız, Odunpazarı Modern Müze Anadolu için son derece ilginç bir proje ve belli merkezler dışına taşınan bir çağdaş sanat anlayışını bu coğrafyaya taşıyor. Ayrıca Anadolu’ya giderken oradaki kültürel birikimi selamlıyor ve oradan, yeniye doğru önerilerde bulunuyor. Aslında bu, Anadolu’daki kültürel sürekliliğin tipik bir sembolüdür. Bu açıdan kanımca, Odunpazarı Modern sanat tarihimizde öncü ve kalıcı bir yapı olarak değerlendirilecektir. Kengo Kuma’nın çözümlemesi hem yeni bir bakış getirmesi hem de Odunpazarı belleğine saygılı, kültürel değerlere gönderme yapan tutumu ile Türkiye’de kültürel süreklilik açısından güzel bir örnektir.


Hitit dönemine ait Sivas Kayalıpınar yerleşkesi de oldukça şaşırtıcıdır. Biz Sivas’ı olağanüstü Selçuklu yapılarıyla tanırken bu kazı bize Hitit medeniyetine ilişkin derinlikli bilgiler sunuyor. Farklı kültürlerin yan yana, iç içe durduğu bu coğrafyada Hitit derinliğine ulaşabilmek işte Anadolu’nun ta kendisidir. Sürprizlidir ve çeşitliliği temsil eder. Kategorilerimizi oluştururken uzun tartışmalar yaptık. Anadolu’yu bir zaman derinliğinde algılamak istiyorduk ama çok fazla ayrıntı söz konusuydu. Dolayısıyla beş alanı üst başlık olarak seçtik. İstedik ki bu başlıklar zamanın sözcülüğünü yapsınlar. Bunlardan biri Müzecilik, diğerleri Arkeoloji, Restorasyon, Süreli Etkinlikler ve Gösteri Sanatları. Bu başlıklar bize, gerçek çeşitliliğin ana arterleri olarak gözüktü. Ortaya çıkan sonuç da büyük ölçüde Anadolu’yu temsil eden bir değerlendirme sistemiyle bizleri karşılaştırdı. Restorasyon başlığı, eskinin, kültürel mirasın gelecek zamana aktarılabilecek orijinal yapısıyla ele alınmasını sağladı. Gösteri Sanatları başlığında daha çok festivaller, konserler gibi etkinlikler hâkimdi. Bu konuda da Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Senfoni Orkestrası ile Van Akdamar Çocuk Şenliği farklı alternatifler sundular. Restorasyon dalında Museum Hotel Antakya mozaiklerinin restorasyonu ve mimariyle kurulmuş olan olumlu, çözümleyici ilişki Odunpazarı Müzesi’nde olduğu gibi, bellek ve günümüz açısından etkileyici bir örnek olarak karşımıza çıktı. Süreli Etkinlikler alanında ise, ülkemizde çok sayıda festival düzenlendiği halde Çanakkale Bienali öne çıktı. 18 yılı geride bırakan bu bienal, günümüz sanatını Anadolu’ya doğru hareket ettirmede önemli bir misyon üstleniyor. Tüm bunlara Alana Katkı Ödülü’nü kazanan iki değerli çalışmayı; Erzurum Kültür Yolu Projesi ve Siirt Başur Höyük Kazısı’nı eklemeliyim.



Van, Akdamar, Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Şenliği



Anadolu köylerinden büyük şehirlere yapılan göçlerle, nüfus gerçekten de ülkenin belirli noktalarında toplandı. Bu yığılma durumu şehirlerde olduğu gibi belirli meslek sektörlerinde de gözleniyor, milyonlarca insanın idealinde benzer tip bir yaşam şekli var. Yüzümüz, bakışımız büyük şehirlere döndü. Daha küresel bir yaşam biçimine adadık çoğunlukla kendimizi. Aslında Anadolu’nun bizim tarafımızdan öksüz bırakılması tesadüf değil belki de. Bakışımızı Anadolu’ya çevirmek, yerel olana ulaşmak aslında hepimizin zaman zaman tartıştığı ama uygulayamadığı bir şey. Bu konuda halka ne önerirsiniz? İlgili olanlar sizi nasıl destekleyebilir?


Anadolu’nun kıymeti çok fazla bilinmemiş. Günlük yaşam serüveni içerisinde toprağın sahip olduğu değerlere özen gösterilecek zaman bulunamamış. Anadolu, doğa ile, öncekilerle ilişkinin sorun edilmediği, bölük pörçük bir hafızayı bize yansıtır. Öte yandan modernizmin bireyi özgürlük talebine yönlendirdiğini ve bu durumda hemen herkesin bulunduğu kültür ortamını terk ederek merkeze gitmeyi, orada sunulan bence bazısı sanal, çeşitli imkânlarla buluşma hakkını kullanmayı tercih ettiğini akıldan çıkarmamak lazım. Daha çok iş, daha çok temas, eğitim imkânları, sağlık hizmetleri göz alıcı bir renklilik, gerçek bir cazibe alanı yarattı ve iletişimin de pompaladığı bu cazibenin büyüsüyle, geriye bakmadan merkeze doğru bir hareket başladı. Bundan dolayı insanları yargılamak mümkün değil. Ancak, bu rüya sarhoşluğu içerisinde yürünen yolun onları kendi kimliklerine, tarihlerine, yeteneklerine kavuşturamayacağını anlamak ve yeni önerilerde bulunmak çok zaman aldı. Modern Türkiye bu sorunu algılamasıyla birlikte söz konusu göç yollarının kapatılmasını düşünmedi. Yeni ulaşım araçlarıyla bu imkânı da destekledi. Bugün ulaştığımız şey; herkesin aktığı büyük kentler ve yarattığı sorunlar. Biz üç konuya cevap bulmakta zorlandık. Coğrafyayı ihmal ettik. Tarihi ihmal ettik. Çağı ihmal ettik. Dolayısıyla bu üç ana etken kitleler tarafından yeterince algılanmadı ve değerlendirilmedi. Eğitim kurumlarında ise bu anlamda bilinçlendirici bir eğitim yapılmadı ve tüm cazibeler büyük merkezlere taşındı. İstihdam olanakları da bunu izleyince Anadolu bir boşluğa terk edilmiş oldu. Ve sizin söylediğiniz anlamda burada bir öksüzlük ve sessizleşme söz konusu. Tabii modernizmle birlikte cumhuriyet bu sorunu aynı zamanda anlamış olmalı ki bir Anadolu vurgusu ve köylünün orada eğitilmesi için kurumlar oluşturuldu, fakat bu kurumlar uzun süreli olamadı. Sonuç itibariyle dönem dönem siyaset tarafından Anadolu’ya yönelik çözümler üretilse de köklü bir yaklaşım söz konusu olmayınca küreselleşmenin insanı savuran gücüne yol açılmış oldu. Benim önereceğim şey, cumhuriyetin ve demokrasinin taşımak istediği kendi hikâyesi olan özneye yönelik bir eğitim ve iletişim sistemi oluşturmaktır. Sözünü ettiğim sözleşme özneyi kendi hikâyesinden kopardı. “Dünya vatandaşı olmak” gibi kulağa hoş gelen ama öznenin direncini yok eden yaklaşımların neden olduğu terk etmeler, yersiz yurtsuzlaşmalar pandemi tehlikesine kadar sürdü. Aslında pandemi bize “evinize, doğaya dönün, köylerinize gidin” diyor. İnsanı hapseden, kentleri tüketen mega projeleri terk edin diyor. Tüm bu sonuçlara bakınca benim önerim, insanlara “Kendi hikâyenize sahip çıkın ve oradan kendi destanınızı yaratın. Anadolu’nun toprağında gizli olan masalına, mitolojisine, tutkularına, acılarına kulak verin ve maharetli elleri takip edin. Onlara sahip çıkın.” demektir.



12 bin yıllık bir tarihe sahip olan Anadolu, tarih boyunca onlarca medeniyete, onca insana kucak açmış. Bereket, üretim, yaşam... Anadolu’da bizden önce var olmuş sayısız insandan, sayısız kültürden kalan izler, üst üste medeniyetler… Bu açıdan Anadolu sadece Türkiye için değil, dünya ve insanlık tarihi için çok anlamlı bir yere sahip. Anadolu’nun hak ettiği değeri görmesi sadece Türkiye adına bir adım değil, insanlık adına bir sorumluluk belki de. Bu bağlamda projelerinizi uluslararası boyuta taşımayı planlıyor musunuz?


Ben kültürün haritasını belli sınırlarla kavramıyorum ve bunu doğru bulmuyorum. Coğrafya bize sorumluluk alanı olarak yansır fakat bu sorumluluk gerçekte o sınırların ötesine yansır. Bu açıdan bakınca Anadolu’daki her bir birikim evrensel mirastır. Bu birikimleri geleceğe taşımak bizim sorumluluğumuzdur. Ancak onlar bir insanlık mirasıdır. Paylaşma konusunda kıskançlık yapamayız. Tam tersine insanlara bu onuru paylaşma şansı vermeliyiz. Tabii bu yaklaşımın, insanın “öteki” kavramını aşmasına, barışçıl duygularının gelişmesine katkıda bulunabileceği gibi, ekonomik açıdan da önemli bir boyut taşıdığını kaydetmek gerekir. Bu bağlamda projelerin uluslararası ölçeğe taşınması elbette söz konusu. Zaten Anadolu Ödülleri’nin bir hedefi de bu. Önümüzdeki yıllarda değerlendirme ve bilim kurullarında uluslararası uzmanlara yer vererek bu işe başlayacağız. Yayınlarımızla, filmlerle ve sosyal medya aracılığıyla bu devam edecek. Çok yakında “Anadolu’yu Anlamak” üst başlıklı bir yayın ve toplantılar dizisine de başlayacağız.



Siirt, Başur Höyük Kazısı



Anadolu Ödülleri, var olan ve devam eden projeler için bir takdir edilme, onaylanma fırsatına yol açıyor. Kültüre ve sanata olan desteği somutlaştırıyor. Diğer yandansa bu projelerin halka tanıtımı konusunda çok büyük rol oynuyor. Bu bağlamda projelere görünürlük sağlama açısından rolünüzü nasıl buluyorsunuz?


Değindiğiniz konular Anadolu Ödülleri’nin önemli hedeflerini oluşturuyor. Biz başından beri unutulmuş bir Anadolu düşüncesine hep karşı çıktık. Tek boyutlu bakış açısını da kısıtlı bulduk. Bu nedenle Anadolu’yu kırsal bir virane gibi algılamak yerine, üstündeki örtüyü kaldırarak, bugünün ortak değerlerinin kökeni olarak konumlayıp, bunun üzerine gittik ve daha ilk adımdan itibaren sürprizlerle karşılaştık. Bu yaklaşımı insanlara yansıtmış olmak son derece önemli. Pandemi bütün projeleri yeniden değerlendirmemizi gündeme getirdiği için bu sene hepsinin sanal yolla gerçekleştirdik ve tanıttık. Önümüzdeki sezon ödüllerin takdim sürecini sergiler eşliğinde görünür kılma ve bunu uluslararası ortamda paylaşma planımız var. Gelecek yıllarda ödülleri gezici sergilerle dünyaya tanıtmak gibi projeler tasarlıyoruz.



Baksı Kültür Sanat Vakfı, Anadolu Ödülleri’yle bir ilki gerçekleştiriyor. Bu girişim başkalarına da cesaret verebilir. Sizden sonra bu alanda yeni oluşumlar doğacağını düşünüyor musunuz?


Evet, yeni oluşumların hareketleneceğini düşünüyoruz. 2000 yılında Baksı’ya ilk kazmayı vururken denenmemiş bir yolculuğa çıkmıştık. Şimdi görüyoruz ki Anadolu’da çok ciddi oluşumlar başladı ve yenilerinin de işaretlerini alıyoruz. Bu anlamda Anadolu üst başlığı altında çok farklı projelerin hayata geçeceğini düşünüyoruz. Nitekim daha önce söylediğim gibi Anadolu’yu Anlamak başlığı altında geliştirdiğimiz yaklaşımlar daha da çeşitlenecektir. Anadolu’da hem böyle bir eksikliği gidermek hem de bu konuda harekete geçmek üzere ciddi bir potansiyel var. Anadolu Ödülleri aracılığıyla bu potansiyelle tanışmış olmak bizi de gelecek için daha fazla heyecanlandırdı. Çok sayıda alanda yeni ve sürekliliği olan dinamiklerin devreye gireceğini düşünüyoruz.



Kültür Yolu Projesi, Erzurum



Gerçekçi bir bakışla Türkiye’de kültür seyahatleriyle ilgilenen kesimin Anadolu’dansa yurtdışına doğru eğildiğini görüyoruz. Bu eğilimin en büyük sebebi de belki Anadolu ve sahip olduğu kültürel zenginlikler üzerine yeterince tanıtım yapılmaması olabilir. Sanıyorum ki Anadolu Ödülleri birçok insanın bir gezi rotası hazırlamasına ilham verecektir. Sizce Anadolu’nun sahip olduğu kültür turizmi potansiyeli nasıl en yüksek noktaya getirilebilir? Kurumların tutumları ve misyonu ne yönde olmalıdır?


Geçtiğimiz yıl bir turizm örgütünün hazırladığı programa izleyici ve konuşmacı olarak katıldım. Oradaki hedeflerin bir tanesi Türkiye’de 40 milyon turiste ulaşmaktı. Louvre Müzesi’nin yıllık ziyaretçi sayısı 10 milyon, British Museum’unki ise 7 milyon dolayında. Bu demektir ki Türkiye’nin turizm hedefinde 10 tane Louvre Müzesi var. Koca Anadolu’yu kültürel zenginlikleriyle, doğasıyla, özgün yaşantılarıyla birlikte iyi tanıtıp devreye sokabilirsek hedefimize yaklaşmış olacağız. O nedenle kendi değerlerimiz konusunda, kurumlar olarak bilinçlenmemiz gerekiyor. Anadoluluğun ilhamını anlamamız, çözmemiz ve bunu kültür-turizm alanlarında iyi bir şekilde programlamamız gerekiyor. Şu anki durumda turizm şirketlerimiz küresel bir kültür haritası izleyerek küresel söylemler, paket programlar hazırlıyorlar. Ve bu programları, seyahatler yoluyla yaşamını zenginleştirmek isteyen kişi ve gruplara pazarlayabiliyorlar. Bunun arkasında herhangi bir kötü niyet aramak mümkün değil elbette, ancak küresel olanı empoze ederken yereli de yok etmemeliyiz. Tüm bu sorunlar, bilgisizlikten, deneyimsizlikten, bulunduğu coğrafyaya ilgisizlikten kaynaklanıyor. Baksı Müzesi ulaşım engellerine rağmen bölgenin kültür turizmi haritası içinde gelişerek bu konudaki önyargıları kırıyor, bizi umutlandırıyor. Buna çok farklı girişimleri de örnek verebiliriz. Odunpazarı Modern Müze, Göbeklitepe, The Museum Hotel Antakya bu anlayışı yukarıya doğru kaldıran önemli projelerden bazıları.



EBB Senfoni Orkestrası



Baksı Kültür Sanat Vakfı olarak süregelen veya geleceğe dair başka ne gibi planlarınız var? Türkiye’nin kültür-sanat sahnesinde nereye konumlandırıyorsunuz?


Baksı Kültür Sanat Vakfı’nın çalışma alanı olarak Anadolu’yu seçmesinin ve ıssız bir tepede bir müze inşa etmeye kalkmasının riskli olduğu hep söylendi. Ancak amacımız hiçbir zaman daha önce yapılmış olana benzemek, müzecilik anlayışının yerleşik tanımlarına sığınmak olmadı. İnsanoğlunun serüvenini takip ederek merkezi dıştan etkilemeye çabaladık. O nedenle de Baksı Müzesi özgün bir proje olarak yerel ve uluslararası alanda dikkat çekmeyi başardı. Üst sanat-alt sanat gibi, ya da bildik başlıklar altında açılan müzelere bir itirazımız yok. Ancak biz kültürü bir süreklilik içerisinde kavramak, insanın yaşamı anlamlandırma çabasını ve hikâyesini o tepede gelecek kuşaklara iletmek istedik. Öte yandan bu coğrafyanın enerjisini kadın ve çocuk üzerinden desteklemeye çalıştık. Merkezle periferi arasında, sanat ve tasarım aracılığıyla köprüler kurmak, kopuşları sonlandırmak istedik. Yaşamı dönüştüren en güçlü nedenlerden bir tanesi ekonomidir. Ve bizim bölgemiz de bu nedenle göç verir. Bunun zararını yalnızca terk edilmiş periferi değil, aynı zamanda yakın kentler de öder. Bu temel sorunu göz önüne alarak kültür ve sanat aracığıyla üretim birimleri oluşturup, insanın insanca yaşayabileceği ekonomik koşulları kendi doğup büyüdüğü, hikâyesinin kök saldığı topraklarda ona sunabilmek istedik. Üretimi önemsedik. Şimdi Bayburt merkezde, Kadın İstihdam Projemizin inşaatını başlatmaya hazırlanıyoruz. Mimari projesi Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından hazırlanan bu merkezde özgün bir marka yaratarak dünya pazarına katılmak istiyoruz. Kültür turizmi için kendimize ulusal ölçekte bir alan açtık. Bu verilere coğrafyayı katarak, mutfak ve geleneksel sanat gibi yerel kültür ögelerini çoğaltarak, turizm etkinliğini ekonomik, insanları yakınlaştırıcı, barışçıl bir diyalog ortamına dönüştürme hedefimiz her gün daha da genişliyor. Ayrıca bir uluslararası danışma kurulu projemiz var. Bu yeni kurulun aracılığıyla diğer müzelerle ortak bir turizm hareketi başlatabilmeyi arzu ediyoruz.



OMM - Odunpazarı Modern Müze, Eskişehir, Fotoğraf: NAARO

bottom of page