top of page

Amerikalıları terk eden


9 Eylül 2019 tarihinde Iverness, Kanada'da hayata veda eden Amerikalı fotoğrafçı ve film yapımcısı Robert Frank'i bugüne hakkında yazılanlardan biraz daha fazlasını arayan bu yazı vesilesiyle anıyoruz

☕️ 8 dakikalık okuma

Fotoğraf: Robert Frank, 1956, San Francisco, Pace/Macgill Gallery izniyle

10 Eylül 2019 günü, Bienal senelerine özgü o açılış hengamesi esnasında sosyal medya yayınlarımdan, Robert Frank’ın ölümünü öğrendim. Sizin de benim gibi fotoğrafçı arkadaşlarınız çoksa, paylaşılan anma yazıları gözünüze çarpmış olabilir. Robert Frank Amerika’nın resmini çeken adam, Roberk Frank’ın Amerika Deneyiminin Keskinliği, Amerika’yı gören adam gözümü çalan başlıklar oldu. Okuduğum tüm yazıların bende bıraktığı hüzünle bu yazıyı yazmaya karar verdim. 94 yaşında ölen bir sanatçının, bir fotoğrafçı ve sinemacının, bir sürü yazıda tek referans verilen işi 1958 yılında önce Fransa’da daha sonra da 1959 yılında Amerika’da yayımlanan bir kitabıydı: The Americans. Sanki sonra hiçbir şey olmamış, Frank hiçbir şey yapmamış gibi...

The Americans’dan başlayalım. The Americans 19x21 santimetre büyüklüğünde, 172 sayfalık bir kitap. Frank’ın 1955-56 yılları arasında Guggenheim bursuyla Amerika’da çektiği 83 fotoğraftan oluşuyor. Kapak illüstrasyonunu Saul Steinberg yapmış. Kitabın fotoğraf tarihindeki önemini kısaca anlamak için 1950’lerde gibi düşünmekten başka şansımız yok. Bir fotoğrafçının konuyu belli bir tema etrafında, alıştığımız metin yapılarını kullanarak anlattığı fotoğraf serileri picture stories ya da foto-röportajların resimli dergilerin kültürel etkisinde baskın olduğu bir dönemde üretilmiş bir seri fotoğraf; yaklaşık 600 makaradan çıkmış. Bu niceliksel bilgilerin önemi yok, bu bir yol hikâyesi. Frank, New York’tan bir arabaya atlayıp Amerika’nın dört bir tarafını gezmiş. Sonradan işlerini sergilediği ve ya gösterdiği zamanlarda da Amerika’da pek takdir görmemiş. Fotoğrafları “bulanık”, “alelacele çekilmiş” gibi eleştiriler almış. Frank ise yaptığı işe inancını kaybetmemiş ve kendini Paris’te bulmuş. (Belki de Henry Miller’ı takip ediyordu. Konuyu dağıtmamalıyım.) Burada işe başka biri dahil oluyor. Fransa’da fotoğraf yayıncılığının halen tartışmasız en önemli ismi Robert Delpire. Delpire, Delpire&Cie. isimli yayıneviyle Encyclopédie Essentielle isimli bir yayın dizisine başladığı yıllarda Frank ile tanışıyor olmalı.

Bir fotoğraf kitabının yayımcısı olmak ne demek? The Americans üzerine akademik araştırmalara bakacak vaktim yok, ama Delpire’le çalışmış Christian Caujolle’den öğrendiklerimle, fotoğrafçı ve tasarımcıyla birlikte fotoğrafların seçimini, sıralamasını, büyüklüklerini kararlaştırdıklarından eminim. Dahası Delpire, Simone de Beauvoir, Erskine Caldwell, William Faulkner, Henry Miller ve John Steinbeck gibi yazarların yazıları da eklemiş. Kitabın Avrupa’da büyük bir ilgi görmesinde bu yazarları takip eden okuyucuların da bir payı olmalı. Daha önce Amerika’da takdir edilmeyen bu seri ertesi yıl Beat Kuşağı yazarlarını yayımlayan ve birçok müstehcenlik davasına göğüs germiş Barnet Rosset’in Grove Press’i tarafından yayımlanıyor. Hem de Frank’ın bir bar çıkışında tanışıp elindeki fotoğrafları neredeyse zorla gösterdiği Jack Kerouac’in önsözüyle. “Yeah, I can write something about these,” demiş Kerouac fotoğrafları görünce...

Bu yazının en zor kısımlarından biri belki de The Americans’ı anlatmak. Öğrencilerime ya da fotoğrafa başlayan yetenekli birine göstersem, “Ne var bunda, fotoğraflar güzel de, onu bu kadar önemli yapan ne?” diye sormasına şaşırmıyorum. Dediğim gibi o zamana gitmeden anlaşılacak bir şey değil bu belki de... İletişim mecralarındaki varlığı ve gücüyle görsel konvansiyonları o günlere kadar dikte etmiş resim sanatından kopuş çabasında bir mecrada, bu konvansiyonları hiçe sayan, net fotoğraf çekemeyeceği durumlarda da fotoğraf çekmeye devam eden, gördüğünü ona atfedilen deyimle “izlenimci” bir şekilde sunan bir fotoğrafçıdan bahsediyoruz. Unutmayın, Kodak bir Amerikan şirketi. Yeni dünya yeni sanatı Stieglitz, Adams ve Weston gibi isimlerle başından beri sahiplenmişti. Her ne kadar o tarihlerde Henri Cartier-Bresson “karar anı” ile ruhani düşünceleri ve fenomenoloji arasında bir noktada, iyi-doğru fotoğrafı belirlemede resimden gelen konvansiyonları kullanamayacağımızı aktarmaya çalışsa da kompozisyon ve ton dengesi gibi unsurlar birçokları için daha önemliydi. Ama bunlar Frank’ın pek umurunda değildi. Yine de burada, bireysel bir hikâyeyle, Avrupa kurtarıcısını yakından görebiliyordu. Amerika ise belki de sırtını

döndüğüne tekrar bakıyordu. Sınıfsal ve ırksal ayrımların apaçık gözüktüğü bu fotoğraflar bana hep tanıdık gelir. Kendisinden sonra çekilen filmlerden, belki de basit ve klişe olanı, yalın bir açıklıkla utanmadan dile getirişinde. Jack Kerouac’in ön sözünü yazması bir tesadüf değil. İsviçreli bir fotoğrafçının sonradan dahil olduğu bir Beat Kuşağı hikâyelerindeki Amerika’da... Miller’ın Oğlak Dönencesi ya da Kerouac’ın Yolda’sıyla karşılaştırmak Americans’ ı hiç ama hiç hatalı olmaz. II. Dünya savaşı sırasında İsviçre’den Amerika’ya giden bir Yahudinin dünyaya bakışı, savaşların öncesinde yeni nesnellik akımından uzak değildi. Farkı didaktik ya da umutlu değil, kabullenmiş olması idi. Bu yazıya eşlik eden fotoğrafa dair hislerim belki 1956 yılında çekilmiş bu fotoğraflardaki çığır açıcı tavrı hissettirebilir. Bu yazıyı Frank’in de arkadaşı, Türkiye’deki fotoğrafçılara katkıları ile camiada tanınan Jason Eskenazi’nin, Frank’a bir hediye olarak hazırladığı Americans List için kaleme almıştım.

Yazının başına dönmem gerekiyor. Peki The Americans’dan sonra ne oldu? Frank’ı tam da bu tarihlerde New York Beat Scene’inin ortasında fotoğrafçıdan çok, metin ve sinema arasında sallanan bir New York’lu olarak takip edebiliyorum. Filmlerini daha önce izlemeyi denemiş olsam da beceremedim. Me and My Brother’ı ise bu yazı için izledim. Hollywood’un standartları dünya çapında belirlediği bir ülkede başka bir sinema hayal etmeye çalışan bir sanatçı bende başarılı birçok isimden daha fazla ilgi çekiyor. Üretimini ve müellifini sorunsallaştıran filmde Frank bir anlamda kendisini Allen Ginsberg'le Amerika turnesinde olan Peter Orlovsky’nin zihinsel sorunlu kardeşi Julius’la eşliyor, filmde Julius’u takip ederken aslında kurguyla belgesel arasında bir yapıda hem bir parçası hem de gözlemcisi olduğu kuşağın hikâyesini aktarıyor.

Son olarak kütüphaneme dönüyorum. Frank’ın kitaplarına ulaşmak burada zor. Benim ilk sahip olabildiğim kitabı -Robinson 389’dan herhalde 20 yaşındayken aldığım- Flamingo. Hasselblad Center’in senenin fotoğrafçısı ödülü için basılmış 1997 tarihli bu yayın, günümüzde bakınca gülünç ifadeler içeriyor. Frank’ın hakikat arayışına yapılan övgüler, bence onun kendi gerçekliğinin farkında oluşunun ve ona sımsıkı bağlılığını aktarmaktan çok uzak. İşin ilginç tarafı kitabın The Americans’daki belgesel üslubundan çok ama çok farklı olarak metnin deneysel baskı teknikleriyle tüm bu ölüm haberlerindekinden farklı bir kitap olması. Son kitaplarından Pangnirtung ise apayrı bir yalınlıkla arkadaşını ziyaret ettiği kutup bölgesinin peyzajına, gökyüzüne ve taşlara odaklanıyor. Frank, The Americans’ı biçimsel, tematik ve üslupsal ama uzun bir zaman önce terk etmiş sanki. Gariptir, The Americans onu terk etmiyor.

Kafamda hâlâ şu soru var. Neden ölen bir sanatçıyı anarken sadece 32 yaşındayken gerçekleştirdiği ve başarısının üst noktası olarak kabul edilen bir seri fotoğraftan sonrasına bakmakta zorlanıyoruz? Frank’ın tüm başarısızlıkları da, terk edişleri de The Americans’daki duruşunun bir uzantısı değil mi? Nicholas Dawidoff’un NYT Magazine’deki yazısı ve Fransa’da yayınlanan haberler en azından, Frank’in kendini başarısız olarak nitelendirdiği sinema deneyiminden ve Rolling Stones’u salladığı yasaklı belgesel Cocksucker Blues’dan bahsediyor. Le Monde’da yer alan karakter anekdotlarında da -Frank bahsetse de- kimse, bu genel kabulü görmemiş işlerin barındırdığı potansiyeli ve ya uzaklaşarak yol aldığı doğrultuyu tarif etmek istemiyor. “Frank hakikatin peşindeydi,” çok kurulmuş bir cümle. Peki biz Frank’ın hakikatine, kendini yeniden yıkarak, başarısını terk ederek, risk alarak yeniden yaratan sanatçılara bakabilecek miyiz?

All rights reserved. Unlimited Publications.

Meşrutiyet Caddesi No: 67 Kat: 1 Beyoğlu İstanbul Turkey

Follow us

  • Black Instagram Icon
bottom of page