top of page

Alt-üst ya da anti-antropoloji


Ahmet Sarı, toplumların değişen güç dengesini, aynı nesneler üzerinden farklı anlatılar geliştirerek günümüz yaşam döngüsünde tartışmaya açtığı yeni sergisinde nesnelerin yan yana gelerek birbirleriyle kurdukları müşterek bağların ve diyalogların izini sürüyor. Sanatçının son iki yıl içerisinde ürettiği çalışmaları, sürecin şahidi eskiz defterleriyle birlikte 9 Aralık'a kadar Mixer’de görülebilir

Ahmet Sarı, Türkiye, Altüst, Mixer, Fotoğraf: Mesut Güvenli

Ahmet Sarı son sergisi Altüst'te yine temsil mekanizmalarına odaklanıyor ve adının vaat ettiği gibi, temsil sistemi için bir tersten okuma sunuyor. Temsiliyet ilişkilerinde, temsil eden taraf lehine var olan eşitsizliği, bir anlamda, temsil edilen adına bozmaya yönelik bu hamle, son derece politik bir hamle. Politik çünkü temsil etmekle "teslim almak" ya da temsiliyetle teslimiyet arasında kelime benzerliğinin ötesine geçen bir ilişki de var: Temsil edilen, bir temsil şemasına oturtulan şey, bir anlamda teslim alınmış olur. Artık o "şey"in kendiliği değil, temsil edilmiş hali yürürlüktedir. Dolayısıyla temsil mekanizmalarını "elinde tutan" taraf (genelde "Batı"dır bu), doğrudan ya da dolaylı bir tahakküm mekanizması inşa etmiş olur. Batı-dışı bölgelerde bu temsiliyet şiddetine karşı verilen mücadelelerdeki en temel hamle de bir karşı-temsil inşa etmek ya da yerleşik temsilin ideolojik ve taraflı yönünü açığa çıkarmaktır.

Bu karşı-hamlenin en bilinen örneğini Edward Said "şarkiyatçılık" teziyle sunmuştu. Said, Batı’daki "şark" imgesinin Batı’nın ideolojik bir kurgusu olduğunu kültürel göstermişti. Temsil mekanizmaları doğal değil, ideolojiktir ve bu ideolojiyi açığa çıkarmak eleştirel ve politik bir bakışın olmazsa olmazıdır.

Ahmet Sarı, Altüst, Mixer, Fotoğraf: Emre Baykal

Temsil edilen, bir temsil şemasına oturtulan şey, bir anlamda teslim alınmış olur. Artık o "şey"in kendiliği değil, temsil edilmiş hali yürürlüktedir.

Ahmet Sarı’nın bu sergideki işlerde uğraştığı temsil alanı, temsil alanlarının en sorunlularından biri olan "antropoloji." Bu uğraş serginin tanıtım metninde de açıkça ifade ediliyor: “Ahmet Sarı çalışmalarında, antropolojinin kitlelerin algısını ve yaşam evrelerini anlamak adına incelediği, sistematik bir tanımlamaya yardımcı olan buluntu nesneleri ele alır.” Ahmet Sarı’nın buluntu nesnelerde gizli olan temsil mekanizmalarını ve bu mekanizmaların içerdiği asimetrik güç ilişkilerini açığa çıkaran işleri, birer karşı-temsil sunuyorlar. Anti-antropoloji de denebilir buna. Ya da Foucault’nun temsil şemalarına dahil edilmeyen öğeleri bulup çıkarmak ve bu öğelerle bir "karşı-tarih" yazmak için giriştiği "arkeolojik" operasyona da benzetilebilir bu. Ya da serginin adının da belirttiği gibi, temsil şemalarını "alt-üst" etme girişimi olarak da görülebilir.

Ahmet Sarı’nın bu girişimi çağdaş "kavramsal sanat" sınırlarının dışına taşan "düşünsel" bir yoğunlaşmaya dayanıyor. Burada "kavramlar" üzerinden değil daha ziyade "düşünce blokları" denilebilecek düşünsel yoğunlaşmalar üzerinden giden, "düşünsel" bir sanat icrası söz konusu: Resmin felsefe, sosyoloji, edebiyat ve tarihle alakasını bir "dirsek" teması, bir "kavram alma" (kavramsal sanat) ilişkisinden öteye, bir angajman ilişkisine taşıyan işler bunlar.

Yeri gelmişken, burada farazi bir “kavramsal sanata karşı düşünsel sanat” ayrımı yapabiliriz. Kavramsal sanat düşünce tarihine daha mesafeli, minimal bir tavırla yaklaşırken, düşünsel sanat denilebilecek şey daha angaje ve daha derinlikli bir bağa yaslanır. Kavramsal sanat düşünce tarihini "yeniden" yazmak ya da bu tarihçeye katılmak gibi derde sahip değilken, düşünsel sanat kendini metinler üzerinden yazılan tarihsel anlatının alternatif bir parçası kılmaya çalışır. Kavramsal sanat genelde kendi kendine referans verirken ya da "sanat içinde" kalıp sanat nedir vesaire gibi sorular sorarken (bkz. Sol LeWitt’in işleri) düşünsel sanat "sanat-dışında" kalan alanlarda da söylemsel bir mücadeleye girişir. Aslında kavramsal sanatın çok genel anlamda postmodern ironiye, düşünsel sanatın ise "modernist ciddiyete" dayandığı da söylenebilir. Bu sergide görülen, ironinin yerine eski pathos’u koyan modernist ciddiyetin yerinde bir hamle olduğunu düşünüyorum: Modernist ciddiyetin ağır ve zorlu kanallarından geçmeden, (kavramsal sanatta görülen) "postmodern" ironinin hafif ve kolaycı yoluna geçmek, politik ve ideolojik bir yüzleşmeden de kaçan kolaycı bir hamle olabiliyor, bilhassa da Türkiye gibi modernizmi yaşamadan post-moderne (her nasılsa) sıçradığı düşünülen ülkelerde.

Ahmet Sarı, Altüst, Mixer, Fotoğraf: Emre Baykal

Ahmet Sarı’nın işleri bu modernist, "düşünsel" yoğunluğuyla merhum Yüksel Arslan’ın düşünsel (kavramsal değil) arkaplanı yoğun işlerini anımsatıyor. Yüksel Arslan, mesela, Avrupa tarihinin karanlık yazar ve filozoflarına bazı dönemlerini adar, onların metinleriyle hemhal olur ve nihayetinde onların "personalarına" dayanan portreler üretirdi. Pessoa, Thomas Bernhard, Robert Walser, Nietzsche, Hölderlin ya da Schopenhauer’a dair portreleri hem onların yüzlerini hem de metinlerinin yarattığı tarihsel ve kültürel etkileri yakalardı. Ya da bir dizi resimle Kapital’i resmettiğinde olduğu gibi, bir düşünce sisteminin görsel temsilini yaratmaya girişirdi Yüksel Arslan. Böylece arture adını verdiği resimlerini tarihsel anlatının bir parçası kılardı. Dev bir kütüphaneden besleniyor gibiydi: Rimbaud, Artaud, Strindberg, Marquis de Sade, Marx, Freud vesaire… Düşünce kanallarından geçerek biriktirdiği şeyleri, bir anatomist gibi resim yüzeyinde birer anlatıya dönüştürürdü. (Arslan’ın yazar-filozof ve düşünürlerden nasıl etkilendiğini ve onları nasıl birer temsile dönüştürdüğünü görmek için mesela Yeni Etkiler kitabına bakabilirsiniz.)

Ahmet Sarı da benzer bir angajmanla ve "anlatı" isteğiyle resim yapıyor. Bir düşünsel alana girip, oradan kendi temsilleriyle çıkıyor. Bu temsiller tabii ki birer karşı-temsil. Yüksel Arslan’dan farkı da bu sanırım: Arslan kendisini etkileyen ve bir anlamda besleyen damarları ve figürleri (yan etkiler) olumlayarak resmederken, yani kendine benzer hisler ve düşüncelere sahip figürler ve fikirlerden bir "çete" oluştururken, Ahmet Sarı bu angajman-yüklü bakışını karşı çıktığı ideolojik ve kültürel temsilleri bir anlamda yapısöküme uğratmak için, daha eleştirel bir amaçla kullanıyor. Bu açıdan Galeano’nun anekdotlarına ve bilhassa da Tersine Dünya Okulu alt başlıklı Tepetaklak adlı kitabındaki karşı-hikayelere yakın duruyor. Galeano’nun “rasyonel, Batılı, beyaz adam” mitiyle alay edip, bu mitin ifade şansı tanımadığı anti-hegemonik "yerel" hikayeleri ve mitleri anlatması gibi, Ahmet Sarı da antropolojinin "incelediği" nesnelere başka türlü bir ifade imkanı tanıyor.

Ahmet Sarı, Nesneler Duvarı, Altüst, Mixer, Fotoğraf: Mesut Güvenli

Farklı "mitolojilere" ve zaman dilimlerine ait ikon ve imgelerin aynı yüzey üzerinde bir araya getirildiği Beşeri Haller ve Nesneler Duvarı adlı serilerde yaratılan eş-zamanlılık bu ifade imkanı açısından önemli. Bir hiyerarşi yerine, bir "bir-aradalık" koyan bu yerleştirme biçimi, klasik antropolojideki hiyerarşik ve sınıflandırmacı eğilime karşı duruyor.

Kültürel temsil sistemlerindeki eşitsizlik üzerine en çok düşünenlerden biri olan Edward Said bir yazısında antropolojinin "kuruluş anı"ndaki eşitsizliğin ("yerlileri" inceleyen Avrupalı "bilim adamları") sinsi bir damar olarak antropojiye musallat olduğunu ve eleştirmenin görevinin bu damarı hep hatırlamak olduğunu söylüyor. Ahmet Sarı’nın bu serilerde sunduğu bu yanyanalık hali, "kuruluş anı"ndaki bu dengesizliği, eşitleyici bir ifadeyle gideriyor ya da bozuyor da denebilir.

Ahmet Sarı, Altüst, Mixer, Fotoğraf: Emre Baykal

Bu dengesizliğin "madun" lehine açıkça bozulduğu Doğu-Batı adlı işte gördüğümüz "mitolojik", yarı insan yarı hayvan iki figürse bambaşka bir açı oluşturuyor. Aydınlanma geleneğine yaslanan Batı kültürünün en büyük "maharetlerinden" biri sanki kendi mitolojisi yokmuş gibi davranmasıdır. Böylece "yerel mitolojiler" karşısında evrensel aklın temsilcisi olabilmektedir. Mesela Mısır mitolojisi diye bir inceleme alanı vardır ama Avrupa ülkelerinin mitolojisi ‘sanki’ yokmuş gibi davranılır. Doğu-Batı adlı işte karşılaşan iki figürün de "mitolojik" çağrışımlı olması bu açıdan önemli: Mitoloji aslında bütün "kültürlerin" temelinde yatan bir şeydir. Mesela bir Mısırlı günün birinde gidip Alman mitolojisi üstüne kitap yazarsa, o zaman durum eşitlenmiş olur. O zamana kadar eleştirel bakış, bu eşitsizliğe dikkat çekmekten geçer.

Sergide Mısır mitolojisindeki figürleri andıran Primitif adlı bir iş var. Bu figür için yapılan bu "portre" çalışmasında hem uygar karşısında primitifin gücü hissediliyor hem de "mitoloji" diye geçilen bir temsil biçiminin varlığı, ağırlığı, buradalığı hissediliyor. Böylece bu figür bir fantazma öğesi olmaktan çıkıp, bir temsil olarak diğer temsil biçimleri arasına yerleşiyor.

Ahmet Sarı, Altüst, Altüst, Mixer, Fotoğraf: Mesut Güvenli

Sergide Kötü Gen adlı iki portre daha var: Bu portrelerde insanı ‘kötülük’ yapmaya iten bir "gen" olduğunu söyleyen "bilimsel açıklama"nın içerdiği damgalama ve dışlama ihtimalini boşa çıkaran bir hava var. Kötü genden mustarip birinin portresinde görülen cazibe, tarihsel anlatı çarkında hep sorun çıkaran ve yeni ihtimaller açan yaratıcı (ve outsider) anti-kahramanlara bir saygı duruşu niteliğinde. Bu anti-kahraman methiyesi de serginin "anti" tavrını tamamlıyor. Sergiye "adını veren" Altüst adlı işte görülen "ucube" figürse, biçimsizliği, kaya, hayvan ve insan arası ‘melezliği’ ile kategorileri alt-üst etme hamlesinin açık bir ifadesi. Aslında, alt üst etmek de değil: Çerçevenin ve kategorinin dışına atmayı temsil ediyor bu figür. Yeni bir ihtimal yaratmayı. Türkiye denilen "tuhaf" ülkenin sergide üç bacaklı bir deforme atla temsil edilmiş olması da, yeni temsil ihtimallerine işaret ediyor. Böylece temsil-eleştirisi bir yana, sanatın yeni temsiller yaratma kuvveti de icra edilmiş oluyor. Eleştirel kanala performatif kanal da ekleniyor.

Sergiye "adını veren" Altüst adlı işte görülen "ucube" figürse, biçimsizliği, kaya, hayvan ve insan arası "melezliği" ile kategorileri alt-üst etme hamlesinin açık bir ifadesi.

Temsilin ontolojik ve tarafsız değil, epistemolojik ve ideolojik olduğunu görmek ve hatırlamak için iyi bir vesile bu sergi. Kavramsal sanatın steril ve hafif dokunuşlarının yerine hardcore ve ağır bir düşünsel (ve estetik) tecrübe imkanı sunması da cabası.

KaydetKaydetKaydet

bottom of page