top of page

Ama

Yazar ve akademisyen Meltem Ersoy, hem Nadir Sönmez’in modern insanın çelişkilerine ayna tutan Ama adlı oyununa dair izlenimlerini, hem de pandemi öncesinde korkusuzca gezinebildiğimiz Taksim sokaklarına dair hafızasındaki geçmişi bizler için kaleme aldı


Yazı: Meltem Ersoy




Şimdilerde başka bir zamanın hikayesi gibi geliyor.


Tarih: 28 Şubat.


Sabah, Koç Üniversitesi’ne röportaj yapmaya gitmiş, aynı gün içinde minibüs ve metroya birkaç kez binmiş, İstanbul’u boydan boya kat etmişim.


Röportajda hafızanın kıvrımlarında gezmiş, toplumsal belleğimizi konuşmuş, ardından Şişhane’de arkadaşımla bir çay içmiş, İstiklal’e yollanmışım. O gün, sokağın gerginliğini hissetmemek mümkün değil.


Ara’ya gidiyorum, sevdiğim ve hiç değişmeyen kafelerden. Zemine ihtiyacım var. Bir şeylerin aynı kalması iyi geliyor. Oyunla ilgili okumalar yapmaya dalıyorum, sonra elim haberlere gidiyor. Bir saatin sonunda, bedenimde müthiş bir yorgunluk, bir çaresizlik, karanlık, çuvalımsı bir his.


Bir başka arkadaşım yanıma uğruyor, köpeğini içeri almadıkları için hafif serin de olsa dışarda oturup, Avrupa’daki yeni durumu kapsayan bir sohbet ediyoruz.


Zor bir gün. Göğsümüzde bir ağırlık var, memleket gündemi dolu. Bir yandan da dünyada yayılmakta olan bir virüse karşın yurtdışından gidip gelmeler hala son hız sürüyor. Gün uzun, haberlerin getirdiği yürek acısını işlemden geçirecek zaman yok.

Kafede oyun öncesi odaklanmak, bir şeyler okumak için epey uğraşıyorum. Saat gelince, Galatasaray’dan Küçük Parmakkapı Sokak istikametine yürüyeceğim.


Taksim bir dönem hayatımızın en önemli merkezlerinden biriyken gittiğimiz bu sokaklar: Büyük Parmakkapı, Mis Sokak, Nevizade, eski binaların dik merdivenleriyle ulaşılan mekanlar, teraslar ve sonradan şehrin kalbinin atmaya başladığı Asmalı Mescit.



Tüm arkadaşlarının aynı sokaklarda olacağını bilerek, akşam mutlaka güzel müzik çalacak mekanlar olduğundan emin, plan bile yapmadan çıktığın günler.


Bütün bunları düşünerek yürüyorum meydan yönünde. Yoğun bir insan kalabalığıyla, farklı ama tek tip oluşu, son yıllardaki her geçişimde bana bir zamanların birbirine benzemezlerinin oluşturduğu o kendine has uyumu, hengamenin içindeki rahatça nefes alma özgürlüğünü hatırlatıyor. Pera’nın kendini yeniden doğuracağı inancıyla yürüyorum.


Oyunun sahneleneceği mekan, Üretimhane’nin yolu, neon ışıklarla, barlarla, nargilelerle hareketli; karmaşık, tanıdık ve yabancı.

Sokaklar aynı ama farklı.


Eski bir binanın dar kapısından girip ulaşıyorum sahneye. Merdivenlerde insanlar sıra olmuş, oyun severler her şartta mekanları dolduruyor.


Ama oyunu, ben gittiğimde sekizinci kez sahneleniyordu.


Bulunduğumuz odada yan yana sandalyeler, karşımızda bir kapısız eşik, tuğlaları açık duvarlar var. Sahnede yalnız bir tripod ve bir kamera. Merakla bekliyorum.


Oyunun, sanat camiasından farklı kimliklerin hayatı üzerine olduğunu biliyorum. Ne bekleyeceğim üzerine ise pek fikrim yok.

Zihnimi dağıtmak için tüm gün uğraşmış ve başarılı olamamışım. İşte oyun beni tam da oradan yakalıyor. Düşüncelerimi duyamaz oluyorum. Modern insanın konsantre olup bir şey izleyebilmesinin mutluluğunu yaşıyorum. Şaşırtıyor, gülümsetiyor, yalnız diyaloglarla dört insanın hayatında gezdiriyor.

Ama, Nadir Sönmez’in yazdığı ve yönettiği bir oyun. Oyuncular, Nadir Sönmez (Zafer), Esme Madra (Meltem), İlda Özgürel (Emel) ve Öner Erkan (İlhan).


Nadir Sönmez, Esme Madra, İlda Özgürel ve Öner Erkan,

Teşekkürler: Burhan Kum, "Tarihin Huzursuzluğu", Öktem Aykut


Oyun bence en çok ‘çelişki’ diyor. Karakterlerin dünyaları, hem birbirileriyle hem meslekleriyle ilişkilerinde bir çelişkiler bütünü olarak diyaloglarına yansıyor. Sahiciliğe önem verdiğini ifade eden bir karakter, yeni tanıştığı biri içini açtığında, onu nasıl oyunculuk teknikleri kullanarak manipüle ettiğini söyleyiveriyor mesela. Zoraki hayat biçimlerinin sosyal medya tezahürünü yererken, sanatçı olmanın gerektirdiği bir hayat biçimi olmasını doğal bulmak da bir çelişki.


İlk sahne, bir dizi için deneme çekimi üzerine ilerlerken toplum tarafından satın alınır olanın ne olduğu, yetenekli oyuncunun çok yönlülüğünü ortaya koyarsa yapımcıları korkutabileceği gibi konular içeren, az tanıdığın birinin kişilik analizini yapma hakkını sorgulayan bir sahne. Büyük yapımlar dar oyunculuklar mı ister? Peki toplum neyi tercih eder?


Diyaloglar bizi karakterlerin sırlarına, mahremlerine de götürüyor. Zafer, Meltem, Emel ve İlhan’ın günlük ilişkilerimizde alışkın olmadığımız bir açık sözlülüğü var. Bazı sözler bana Ricky Gervais’in Yalanın İcadı (The Invention of Lying) filmini hatırlattı. Yalan diye bir şey olmasaydı ve herkes içinden geleni olduğu gibi söyleseydi ne olurdu?

Tahminen kaos olurdu. Küslük yalanın icadından sonra mı hayatımıza girdi bilmiyorum, ama aklımızdan geçen her şeyi söylemememizin ilişkilerimize getirdiği bir olumlu yanı olduğunu yadsımıyorum.


Diyaloglardaki filtresiz sözler bu oyunda bir şekilde oluyor, karakterleri yapay bir hale sokmuyor. Belki de çelişkileri onları daha gerçek karakterler yapıyor. Öyle ki aldatılmaya verilen tepki, gizli aşkın hiç ses getirmemesi gibi konular doğal bir şekilde akıyor. Buna da muhtemelen bizi ilk sahne hazırlıyor.


Kaybetme korkusunun içine işlediği bir ilişkiyi izlerken aklımda birbirimize kötü davranma hakkı, beraber depresyona girmek sözleri dolanıyor. Her şeyi pozitife döndüren kitaplar, hayatı verimli geçirme takıntısı, belki bazı insanlar meslekleriyle fark yaratıyorlar sözüyle iç içe geçiyor.


Oyunu düşündükçe içinde geçen meselelerin yoğunluğuyla tekrar karşılaşıyorum. Sektör, popülarite, ekonomik endişelerle iç içe çelişkiler felsefi derinliklere dalmadan görünür oluyor. Bunlar elbette yalnız sanat sektörünün meseleleri değil. Muhafazakarlık, neyin satılır olduğu, toplumun çelişkileri, kimliğini kullanmak gibi zor konuların çok ince işlendiğini düşünüyorum. Acaba zaman zaman kendini bir üst kademeye konumlandıran sanat dünyasının da topluma bakışını gözden geçirmesine bir vesile olabilir mi?

Son olarak, çelişkilerin netliklere varmamasında fayda olduğunun altını çizeyim. Oyun bence genellemelere varmaktansa kendimize ayna tutmanın değerini gösteriyor. Tüm ekibe çok teşekkür ederim. Umarım güzel günlerde bir araya gelebiliriz. Ve bu dönemin ardında, böyle güzel oyunlarda buluşabiliriz.


bottom of page