top of page

500K⎜Dilek Winchester

Sanatçıların kişisel tarihlerinde, sanat pratiklerini şekillendirirlerken öne çıktığını, diğerlerinden bir yerde ayrıştığını düşündükleri bir yapıtı kendi kelimeleriyle ifade ettikleri; kendi serüvenleriyle yapıtlarının kesiştiği seri 500K Nazlı Yayla’ya anlatılan, 500 kelimeden oluşan ve her ayın ilk Çarşamba günü unlimitedrag.com üzerinde mekân bulacak metinler aracılığıyla geleceğe dönük bir arşiv oluşturmayı hedefliyor. 500K bu hafta Dilek Winchester ve Okumak ve Yazmak Üzerine yerleştirmesiyle devam ediyor


Yazı: Nazlı Yayla


Dilek Winchester, Okumak ve Yazmak Üzerine (2007), Yerleştirme görüntüsü, A Solo Show, Ulusal Güncel Sanat Müzesi, Atina, 2012, Fotoğraf: Marili Zarkou

Ars Aevi Güncel Sanat Müzesi, Saraybosna’nın izniyle



Dilek Winchester’ın Okumak ve Yazmak Üzerine başlıklı yerleştirmesi kimlik inşasını dürbünün iki ucundan ele alıyor. Yerleştirmede yer alan -kişisel tarihlerimizde ise ödül, ceza, gurur, travma ile karmaşık yüklü- kara tahtalar, ilk sergilendiklerinde taşınabilir bir formda, iki arada bir derede kalmış, tedirgin bir hisle farklı dillerle karşılaşma hikâyelerini anlatıyor. Beş yıl sonra tekrar gösterildiklerindeyse seslerini daha kuvvetli duyurabildikleri bir biçim alıyorlar. Okumak ve Yazmak Üzerine, sanatçının çalışma ve araştırma odağını çok katmanlı bir şekilde neredeyse özetlerken çalışma biçimini tanımlayarak anahtar bir rol üstleniyor.


“Okumak ve Yazmak Üzerine başlıklı işimle hatırlıyor insanlar beni. Bu iş ilk olarak Beral Madra’nın 2007’de Feshane-i Amire’de düzenlediği Komşularla Konuşmalar sergisinde yer aldı. İki bölümden oluşuyor. İlk bölümde, İlk 3 Türkçe Roman başlığı altında bizim edebiyat derslerinden öğrendiğimiz Şemsettin Sami’nin yazdığı ilk Türkçe romanın yanısıra kanona girmeyen, Sami’nin romanından önce yazılmış iki romanın, Ermeni harfleriyle Türkçe yazılmış Akabi Hikâyesi ile Yunan alfabesiyle yazılmış Temaşa-i Dünya’nın peşine düştüm. Bahsedilen romanların ilk bölümlerinin kopyası ve onların üstüne okunmakla okunmamak arasında, Latin alfabesiyle alınmış notlar, dağınık bir transliterasyonu yer alıyor. İkinci bölüm üç kara tahtadan oluşuyor. Bu kara tahtalardaki üç metin ise bir çocuğun gözünden farklı alfabeler ve farklı dillerin olduğunun idrak anını tanımlıyor aslında. Bir tanesi herkesin evinde gizli bir dilin konuşulduğunu zanneden, okula başlayan bir çocuk. Fark ediyor ki o gizli dili sadece o konuşuyor, diğer herkes okulda konuştuğu dili evinde de konuşuyor. Diğer ikisi ise benim kendi ailemden gelen hikâyeler. Bir çocuğun eğitim öncesi oynadığı arkadaşı okula başlıyor, bir sene sonra diğeri başlıyor fakat aynı alfabeleri öğrenmiyorlar. Aynı alfabeyi öğreneceğini düşünürken bir anda hayal kırıklığı, dünyaların ayrıldığı nokta. Sonuncusu ise bizdeki alfabe değişikliğiyle ilgili. Anne ve baba aralarında yazışıyor, çocuklar okuyamıyor. Bu benim kendi anneannemle dedem ve annemlerin hikâyesi, ikincisi ise benim hikâyem. O metinleri kendim de o sırada ne yaptığımı anlayamadan çok hızlı bir biçimde yazdım. Açıklaması aslında kuru ama birkaç katmanlı ve çok duygu yüklü. Kara tahtaya Ermenice harflerle bahsettiğim hikâyeyi yazmaya çalışırken atölyenin duvarlarında çeşitli harfler vardı. Ben bu yerleştirmeyi çözmeye çalışırken 19 Ocak'ta Hrant Dink öldürüldü ve birdenbire çok ağır bir şeyin içinde bulduk kendimizi. Cenazeden sonra atölyeye gittiğimde duvara asılı harfler benim için tamamen sembolik ve duygusal olarak anlamını değiştirmişti zaten.

Sonraki beş senede çok daha fazla okudum, bilgi ve araştırma sonradan geldi aslında. 2012’de Atina Güncel Sanatlar Müzesi’nde küratörlüğünü Anna Kafetsi’nin yaptığı solo sergimde o zamana kadarki metin bazlı işlerimi bir araya getirdik. Kurulumu yaptıktan sonra sergiyi baştan sona gezdim ve Anna’nın öngördüğü akışı o an anladım. 2007’deki çok sade, küçücük, endişeli kara tahtalar, içinde bulunduğu ortamda, benim yapmış olduğum araştırmanın etkisiyle daha büyük ve güvenli bir biçimde ortaya çıktı o sergide. Değer verilip göründüğü hissiyle ‘buradayım’ diyebildi. O dönüşümü görebilmek çok ilginç. 2015’te SALT’taki Yüzyılların Yüzyılı sergisinde son hali sergilendi ve orada tam yerini buldu bence. Bu süre zarfında bu işin etrafında bir dolu başka iş ortaya çıkmıştı. Mesela Oğuz Atay’dan bir alıntının farklı alfabelerle yazıldığı tek bir metin, Karamanlıca bir tiyatro eserine dayalı bir video, alfabe videoları, alfabe anıtlarıyla ilgili fotoğraf dizisi gibi. Şu anda da bakınca aslında hala kafamı kurcalayan bir şeyler var. Geçmişle bağımızı nasıl kuruyoruz, bellek üzerinden, belleğin olmaması üzerinden nasıl bir aidiyet hissi kuruluyor…

Okumak ve Yazmak Üzerine’nin anahtar bir iş olmasının nedeni nasıl çalışmak istediğimi tam tanımlayabilmemi sağlaması. Bir grup insanı bir araya getirerek bir bilgi alışverişi ortamı kurarak çalışmak istediğimi biliyorum. Bir merakın peşinden giderken karşılaştığım çok çeşitli ilginç insanla kurulan dostluklar ve bilgi paylaşımı sanatla ilgili en sevdiğim şeylerden biri sanırım. Şanslı hissediyorum kendimi.”



Dilek Winchester, Okumak ve Yazmak Üzerine (2007), Yerleştirme görüntüsü, Komşularla Konuşmalar, Feshane-i Amire, İstanbul, 2007

Fotoğraf: Atıf Akın

bottom of page