top of page

Bu bir Solunum olayıdır!


Kerem Ozan Bayraktar’ın üretimlerinden oluşan Kayalar ve Rüzgarlar, Mikroplar ve Kelimeler sergisi Kevser Güler küratörlüğünde 5 Eylül-20 Ekim 2019 tarihleri arasında SANATORIUM’da gerçekleşti. Sergiyi canlılık, hareket, mikro ilişkiler bağlamında değerlendirdik

☕️12 dakikalık okuma

Kerem Ozan Bayraktar, Kayalar ve Rüzgarlar, Mikroplar ve Kelimeler sergi görünümü, Küratör: Kevser Güler, Fotoğraf: Zeynep Fırat, SANATORIUM izniyle

Üniversite öğrenimimi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümünde tamamlamış olmak, bu formasyonun benim sanat yapıtlarıyla ilişkilenmem konusunda neye denk geldiğini sık sık sorgulamama sebep oluyor. Her gezdiğim sergide sanatçının ilgilendiği mesele ya da bağlam kapsamında çevresindeki yaşam formlarını, doğayı nasıl kavradığı ve konumlandırdığına dair sorular sormam da sanıyorum bununla ilgili. Kerem Ozan Bayraktar’ın bu sergisi de bana sanatçının işaret ettiği sorularla birlikte hem geçmiş bilgilerimi hatırlama hem de bilimsel ve sanatsal düşüncenin yöntemlerine dair bir tür gözlem yapma olanağı sundu.

Bilimsel bilgi, ürettiği kapsam çerçevesinde -aslında neredeyse kendiliğinden- insanı merkezden çıkarır. Bu hümanist olmadığını, yani “insan için” olmadığını söylememize izin vermese de, objektiflik ve zamansızlık talebiyle, insanı da diğer tüm etmen ya da etki biçimlerinden biri gibi görmeye meyillidir. Bu sergiyle kurduğum diyalogda da sık sık bu düşünce zihnimde yankılandı: “İnsan farkında olmasa hatta parçası olmasa bile yeryüzünde her şey birbiriyle sürekli etkileşim halinde ve burada herhangi bir etmenin merkezi ya da kontrol sahibi olduğunu iddia etmek imkânsız.”

Şimdiye kadar pek çok kişiyle ettiğim sohbetlere dayanarak, sanat ve bilimin (bu metin için daha çok biyoloji bilimi), birbirinden uzak iki alan olarak görüldüğünü söyleyebilirim. Ancak günümüz teknolojisinin bilgiye erişim konusunda sunduğu imkânlar ve çeşitli sebeplerle yükselen doğayla haşır neşir olma arzusu, bilimin sanat dahil başka pek çok disiplin tarafından ilgi çekici hale getirildiğini düşünüyorum. Bu hem evrende olup bitenleri kavramayı sadece bilime bırakmamak, hem sanat dahil tüm bu disiplinlerin yöntemlerinin bilimsel düşünceye düştüğü şerh hem de bilimsel form, bilgi ve düşüncenin bu alanlara getirdikleri açısından pek çok olanak barındırıyor. Bilime yaklaşmanın sebeplerini düşündüğümde ise, tespit ettiğim ilk başlık bugün kıyamet veya ölüm düşüncesiyle ilgilenme biçimlerimiz oldu. İnsanın sonu (aslında aynı anda insansız bir varoluşun başlangıcı) olarak görülebilecek kıyamet nasıl bir ölüm düşüncesini barındırıyor? Kerem’in bu sergi için ürettiği yapıtlar bu ölüm fikrine dair hangi sorulara işaret ediyor?

Kayalar ve Rüzgarlar, Mikroplar ve Kelimeler, Manuel de Landa’nın Çizgisel Olmayan Tarih kitabında işlediği üzere, varoluşun maddesel etkileşimlerinin karmaşık süreçleriyle ilgileniyor. Tıpkı mikropları, rüzgârı, kelimeleri ve kayaları bir arada anmasında olduğu gibi, maddesel varoluş bakımından oldukça çeşitli varlıkların etkileşimlerine dair bir merakın peşinden gidiyor. Süreçteki sürekli dönüşüm, kayıplar kazanımlar, ölüm yaşam, yok olmayla ilgili kasvetli olabileceği kadar hayranlık da uyandırabilecek bir alemi işaret ediyor. Aslında bu yaratım süreçlerinde sıklıkla duyduğumuz da bir konumlama. Hatta modern düşüncenin bunu teşvik ettiğini söylemek de mümkün belki, yaratımı bir çeşit yıkımla, özdeşleştirmek daha evvel karşılaştığımız okumalar.

Kerem Ozan Bayraktar, Kayalar ve Rüzgarlar, Mikroplar ve Kelimeler sergi görünümü, Küratör: Kevser Güler, Fotoğraf: Zeynep Fırat, SANATORIUM izniyle

Sergide, sergilenen yapıtların her biri, bu dönüşüm fikriyle, ölüm ve yaşam fikriyle başka şekillerde ilişkileniyor. Konumlanmaları da, birbirleriyle ve mekânla olan ilişkileri de madde olmalarına dair hatırlatmalarda bulunuyor. Sergiye Tenler adı verilmiş, ışıklı pano yerleştirmesinin kablolarıyla yüz yüze gelerek giriş yapıyoruz. Işıklı pano, ışıklı imge, göz alan dijital tanıtım teknolojilerinin hipnotik mesajlarını sunan bir mecrayken, sergide bir strüktür içinde konumlanmış; neredeyse tuhaf bir kırılganlıkla, enerji sistemlerine bağlılığını açık eden kablolarıyla izleyiciyi karşılıyor. Yapıt, seramik bir vazodan topa, yumurtadan geyiklere, koltuktan solunum cihazına pek çok figürü aynı tarzda gösterdiği ayrı ayrı dijital resimler içeriyor. Bu aynılaştırma ve kategorileştirme, bir yandan varlıkların gerek veri olarak gerek meta olarak (bu ikisinin birbirine her gün biraz daha yaklaştığı bu dijital çağda) sınıflanması ve hapsedilmesine dair soruları akla getirirken diğer yandan burnumuza sokulan bu hem tanıdık hem tuhaf figürlerin hareketle ilişkilerini şüpheli hale getiriyor. Bunlar canlı mı, ölü mü? Bu dijital resimler kutuların içindekilerin sureti mi, yok olmuş varlıkların kaydı mı? Birbirinden ayrı kutular içinde, hiçbir bağlantısı yokmuşçasına resmedilmiş bu nesneler yalnızca kendi dünyalarının parçalarıymış muamelesi görürken aslında yeryüzünde birbirleriyle kaçınılmaz bir etkileşim halindeler. Bu etkileşim ve ortak durum içinde bulunma halinin, işaretleyerek gösterilmemiş olan tüm bu ilişkilerin neredeyse her bir figüre içkin olduğunu hissetmeye de alan açıyor. Işık (bilgi? sanatçının üretimi?) sanki onları o an için sabitleyen şey. Dönüşüm imkânları ellerinden alınmış gibi duran nesneler artık yaşlanmayacak, eskimeyecek, uçamayacak, koşamayacaklar gibi görünüyorlar. Ya da belki de tüm bu ihtimallerin hareketin imgesinde kavranmasının imkânsızlığını söylüyorlar; hareketi algılayamadığımız bu yapıtta, figürler ölmüş olabilecekleri kadar, canlı da olabilirler.

Kerem Ozan Bayraktar, Kayalar ve Rüzgarlar, Mikroplar ve Kelimeler sergi görünümü, Küratör: Kevser Güler, Fotoğraf: Zeynep Fırat, SANATORIUM izniyle

Sergideki bir diğer yapıt, bilgisayar üretimi imgelerden oluşan bir tür slayt gösterisi. Burada tanımadığımız nesneler, birer anomali gibi kendilerini göstermekte. Bu bir tür dijital evrim mi? İmgelerin kendi alemlerinde çaprazlanması mı? Yaratılan bu tuhaf görünümler beni, 50 yıl öncesinin bilim kurgu hikâyelerinin pek çok düşünün gerçek olduğu günümüzü yeniden düşünmeye çağırıyor. Uçan arabalarla, özgürleşen yapay zekâ varlıklarıyla, tüm hastalıkların çaresinin bulduğu bilgi ve müdahale cenneti/cehennemi milenyum çağı hayallerine dalmadan, evrim düşüncesini sonsuza kadar değiştiren, 20. yüzyılda meydana gelen bilimsel gelişmeleri aklımdan geçiriyorum. 1950’lerin başında DNA’nın James D. Watson ve Francis Crick tarafından resmen keşfedilmesi ve 1990’da başlayıp 2003 yılına kadar süren ve tamamlanan İnsan Genom Projesiyle (bu projeyle birlikte insan genomunun tamamının dizisi belirlenmiş oldu) bilim evrimsel süreçlerin doğrudan bir aktörü haline geldi. Bir bakıma genetik biliminin insafına teslim olmuş belli evrimsel süreçler bugün artık birer olgu. CRISPR Genome Editing bunlardan biri ve organizmanın görünüm özelliklerini ve fizyolojik işleyişlerini belirleyen DNA üzerinde oynamalar yapılmasına izin veriyor. Küçük bir video ekranında karşımıza çıkan daha önce karşılaşmadığımız bu karmaşık imgeler, bu gibi bilimsel teknikler kullanılarak yapılacak uygulamaların fantastik bir hayaline sürüklüyor beni. Robotik canlılar (!) çok da uzakta değil. Ve korkutucu olabilecek bir şeyin haberini de verir gibi bu durum. Bir biyokimyacı olan ve CRISPR aracılığıyla genom düzenleme teknolojisini geliştirme sürecine liderlik eden Jennifer A. Doudna, “Bilimciler, geni düzenlenmiş ilk maymunları yaratmak için CRISPR’ı ilk kullanmaya başladığında, başına buyruk bilimcilerin aynı işi insanlarda yapmaya kalkışması ne kadar sürer diye soruyordum kendime.” diyerek risklere işaret etmişti. Öjenik kontrol ve tahakkümün neredeyse her an gündemde olduğu bir dünya içerisinde bu tip korkuları sadece evham olarak kavramak olguları görmeyi reddetmekle aynı şey olur!

Kerem Ozan Bayraktar, Kayalar ve Rüzgarlar, Mikroplar ve Kelimeler sergi görünümü, Küratör: Kevser Güler, Fotoğraf: Zeynep Fırat, SANATORIUM izniyle

Kerem Ozan Bayraktar, The Great Oxydation Event (ve detayı), Küratör: Kevser Güler, SANATORIUM izniyle

Serginin çıkış noktalarından biri olan, ve karmaşık bir diyagramla süreçleri sergi içinde de gösterilen, Büyük Oksidasyon Vakası yeryüzünde yaklaşık 2.45 milyar yıl önce gerçekleşen, en basit tarifiyle siyanobakteriler tarafından üretilen suda birikmiş O2’nin serbest kalması sonucu atmosferin oksijenli hale gelmesini sağlayan olaydır. Mevcut bulgulara göre, yeryüzünde yaşamın yaklaşık 3.5 milyar yıl önce başladığı kabul edilmekte. Dolayısıyla Büyük Oksidasyon Vakası vuku bulduğunda, yeryüzü 1 milyar yıldır canlı yaşamın olduğu bir gezegendi. BOV, yeryüzünde yaşamın tarihinde en kritik noktalardan biri olarak kabul edilir. Oksijenin atmosferdeki oranının artışıyla bakır gibi metal elementler oksitlenmiş ve mevcut yaşam formlarının büyük kısmı yok olmuştur. Sonrasında dünya gitgide aerobik bir hale gelir. Yeryüzünün oluşumundan bugüne kadar meydana gelen sayılı makro evrimden biri olarak kabul edilen Büyük Oksidasyon Vakası yeryüzünde yaşamın şiddetle değişimine sebep olur.. Var olan canlı yaşamı ve ortamlarına dair süreçleri yok eder ya da kesintiye uğratır. Büyük oksidasyon ile yok olan canlılık yerini oksijenle yaşamaya adapte olabilmiş canlıların varlığına bırakır. Yeryüzü nüfusunun büyük kısmının kıyımı, bu büyük kriz, önceki formlarını kapsamayan fakat başka formda yeniden doğan yaşamı mümkün kılar.

Kerem Ozan Bayraktar, Kayalar ve Rüzgarlar, Mikroplar ve Kelimeler sergi görünümü, Küratör: Kevser Güler, Fotoğraf: Zeynep Fırat, SANATORIUM izniyle

BOV’nin kritik süreçlerinden biri metallerin oksitlenmesidir. Oksijenle temas eden metaller oksitlenir ve metabolik süreçleri sona erdiren zehirler olarak ortama yayılır. Metallerin oksitlenmesi, örneğin demirin paslanması/paslandırılması, şu şekilde basitçe temsil edilebilir:

3Fe(k) + 2H2O Fe3O4 + 2H2+ ısı

Bu bir Solunum olayıdır!

Kısaca demir O2 ile temas ettiğinde paslanır. Meydana gelen kimyasal yanma tepkimesi demirin fizyolojik yapısını değiştirip başka bir maddeye dönüşmesine sebep olur. Sergideki Solunum çalışması bir havuz içinde bırakılmış metal küplerle bu solunum düşüncesine dair inorganik bir öneri olarak okunabilir. Bu çalışmanın beraberinde State isimli küçük ambulans formlarının yerleşiminden oluşan yapıt ve Solunum isimli videonun birlikte dijital mekân ile sergi mekanı arasında tuhaf bir kayma yarattığını düşünüyorum. Bu yerleşimde, izleyici kendini ambulanslarla ve oksitlenen metallerle aynı düzlemde bulur. Bu düzlem, ekranın düzlemi midir, diyagram çalışmasının düzlemi mi, büyük oksidasyon vakasının düzlemi mi, kayalar ve rüzgarlar, mikroplar ve kelimelerin varoluş düzlemi mi? Öyle hissediyorum ki, bu kayma, serginin canlı ve ölüm, tekillik ve bir aradalıkla ilgili sezdiğim önerileri bakımından özellikle güçlü ilişkiler öneriyor. Canlı ve cansız varlıkların çok çeşitli hareket ve durağanlık modlarıyla, etkileme ve etkileşim tarzlarıyla yaşam ve ölüm süreçlerini bir tür süreklilik olarak okuyor, sürekli bir temas, sürekli bir etkileşim, sürekli bir dönüşüm. Büyük Oksidasyon Vakası, İngilizce terminolojide Oksijen Krizi olarak da anılıyor. Her kriz gibi, bir akışın, sonrası belirsiz bir kırılmayla sarsılması, dönüşmesini tarif eder. Bugünün küresel krizlerini kavrarken, 2.45 milyar yıl öncesindeki bu kriz bize bir şey söyleyebilir mi? Toplumsal krizlere önerebileceği bir şey olabilir mi? İnsanı “var olanlardan bir var olan” olarak konumlarken, politik bir varlık olduğunu vurgulamak elzem diye düşünüyorum. Merkezi, ayrıcalıklı ve üstün kabul edilmiş olmasının yarattığı şiddeti ve tahakkümü eleştirir ve bunlardan sıyrılmasını savunurken, yapabildiklerinden feragat etmemek gerektiğini düşünüyorum. Öyle hissediyorum ki, Kayalar ve Rüzgarlar, Mikroplar ve Kelimler’in önerisi de bu yönde. Yeni bir politika ve yaşam tasavvuru için, yeni bilim metodları, bilme ve eylem formları için, yeni bir insan kavrayışı gerekiyor. İnsan, karmaşık etkiler altında ve çok çeşitli imkânlar barındıran, fakat merkezde veya üstün olmayan bir varlık olarak, sadece kendi için olmayacak, kurulmayacak bir dünyanın var oluşu için nasıl bir faildir?

Kerem Ozan Bayraktar, Kayalar ve Rüzgarlar, Mikroplar ve Kelimeler sergi görünümü, Küratör: Kevser Güler, Fotoğraf: Zeynep Fırat, SANATORIUM izniyle

All rights reserved. Unlimited Publications.

Meşrutiyet Caddesi No: 67 Kat: 1 Beyoğlu İstanbul Turkey

Follow us

  • Black Instagram Icon
bottom of page