top of page
Yazarın fotoğrafıUnlimited

Üretimde gelenek: İstanbul’un geleneksel üreticileriyle söyleşiler

İstanbul’un çeşitli semtlerindeki anlık üretimlerin izini sürdüğü Halletmek projesiyle 4. İstanbul Tasarım Bienali’nde yer alan tasarımcı-araştırmacı Nur Horsanalı, İstanbul’daki beş üreticiyle bir araya gelerek geleneksel üretimin geçmişini ve bugününü konuştu


Hazırlayan: Nur Horsanalı



Nida Demirbaş

Şapka ustası, Eminönü



Sümbüllü Han’a şapka ustası İsmail Demirbaş’ı aramaya geliyorum; fakat kendisinin birkaç yıl önce rahmetli olduğunu ve oğlu Nida Demirbaş’ın atölyeyi devraldığını öğreniyorum. Babasından ona kalan atölyede kendisi ile hem üretim biçimi hem üretilen nesne yönünden geleneksel olan şapkacılık üzerine konuşuyoruz. Nida Usta’nın, diğer çoğu ustaya kıyasla, mesleğine romantiklikten tamamen uzak ve gerçekçi bakışı bana farklı geliyor. Onunla konuşurken, geleneksel üretimin kaybolmaya yüz tutmuş bir mesleği sürdürme çabasınının ya da elle çalışmanın verdiği huzurun ötesinde, kaliteli bir ürün ortaya koymak için çalışmak olabileceğini yeniden fark ediyorum. Seri üretimin dayattığı kısa ömürlü ürünler yerine kaliteli ürünler üretmek, geleneksel üretimi tüketimcilikten arınmış sürdürülebilir bir üretim biçimi yapıyor.




Tanıştığım ustaların çoğu çocuklarını atölyeye getiremediklerinden bahsediyor; siz ise babanızın üretimi devam ettiriyorsunuz. Bu atölyenin geçmişinden bahsedebilir misiniz?

Babam 1952 senesinde İstanbul’a Kastamonu’dan gelmiş; Ortaköy’de bir manavın yanına çırak olarak girmiş. Orada hangi mesleğe girmek istersin diye sormuşlar: “Çorapçı mı şapkacı mı?”. Babam da şapkacı olmak istediğini söylemiş. Şapka Devrimi zaten Kastamonu’da yapılmış, bunun da etkisi var. Bulunduğumuz atölyede çırak olarak başlamış, makinacı olmuş derken Şapkacılar Odası dernek başkanı olmuş… Bu atölyenin sahibi bir kaza geçirdikten sonra burayı 1965’te babama bırakmış. Babam bu atölyede Ose ve Duman dediğimiz zamanın ünlü şapka markalarının üretimini yapmış. İki sene öncesine kadar rahmetli, 80 yaşında, hala bir şeyleri yapma peşindeydi. Kendisi hastaydı, kanserdi. Artık şapkaları bozmaya başlamıştı, iyi bakamıyordu. Müşteriler kalite düştü, güzel şapkalar gitti diye şikayetçi olmaya başlamıştı. Her şeyin bir zamanı var denir ya… Devretmek gerekli.


Babanızdan kalan bu geleneği halen sürdürmenin sizin için bugün nasıl bir anlamı var? Gelenek sizin için ne ifade ediyor?

Ben dokuz yaşımdan beri buraya gelirim; babam zorla getirdi. Geleneklerine bağlıydı; başka işler yapmamı istemedi, illa dükkan dedi. Ben o zamanlar sevmiyordum şapkacılığı ama şimdi tezgah boş kalacağına… Kasiyerlik, garsonluk, tezgahtarlık gibi başka işlerde de çalıştım ama kendi işini yapmanın güzel tarafları var. Giriş-çıkış saatine karışan yok, gelmediğinde bir şey diyen yok. Yani, gelenekten çok iş diye yapıyorum bunu; hobi olsun diye yapmıyorum. %20 gelenek, %80 para için yapıyoruz diyelim. Hem paramızı kazanıyoruz, hem burayı ayakta tutmaya çalışıyoruz. Ben rahmetli gibi 80 yaşına kadar da çalışmam açıkçası.

Şapkanın kültürümüzdeki yeri neydi? Bugün İstanbul’da görmesek de şapka Anadolu’da gündelik hayattaki yerini hala korunuyor anladığım kadarıyla…

1925’te Şapka Devrimi yapıldıktan sonra herkes şapka takmaya başlamış. Babamın anlattığına göre, o dönemde şapkacıların işleri o kadar çokmuş ki yetiştiremiyorlarmış; gece gündüz çalışıyorlarmış. Bu işi yapan Rumlar, Ermeniler, Yahudilermiş. Onlar yaşlanınca da çırak olan Türklere geçmiş meslek.

Anadolu’da, kadınlar nasıl eşarp takar, başları açık dışarı çıkmazlar, erkekler de aynı şekilde şapkasız dolaşmazmış. İstanbul’da böyle değil tabii; ben şapka giymiyorum, babam da şapka giymezdi… Biz Anadolu’ya üretiyoruz; bugün bu şapkayı o kültürden gelenler giyiyor. Her yörenin kendine has bir şapkası var. Ose dediğimiz şapkayı Adana, Antalya, Çarşamba yöreleri giyer; Duman dediğimiz şapkayı Malatya, Adıyaman, Antep yöresi giyer. Duman ve Ose 70-80 senelik markalar; giyenler bu şapkaları benimsemişler. Nasıl sen kot giyerken Levi’s markasını tercih edersin, hep onu alırsın… Yaşlı adam da Duman’dan başkasını giymez. Piyasada şapka satan çok; çocukları gider oralardan alırlar ama babaları giymez.


Zamanla Eminönü’nde üretim kültürü nasıl değişti? Bu bölgedeki üretim gelenekleri ile ilgili çocukluğunuzdan neler hatırlıyorsunuz?

Çocukken buradan Çakmakçılar Yokuşu’nun başına kadar şapka taşırdık, günde 15-20 sefer ine çıka götürürdük. Tabii o dönemde buralarda daha çok çırak vardı. Yukarıdaki terasta top oynardık. Buralar daha canlıydı, daha güzeldi… Bu handan Valide Han’a, 100 metre ötesine kadar, yedi sekiz tane şapkacı vardı. Şimdiyse eskiden burada olmayan şal, başörtüsü satan kişiler geldi. Sokağın adı bile Yazmacılar oldu. Eskiden bu handaki komşularımız konfeksiyoncular, gömlekçiler, korsecilerdi. Şimdi ise depo olarak kaldılar. Atölyeleri olanların çoğu yaşlı insanlardı, hepsi rahmetli oldu. Benim babam gibi… Ben olmasaydım bu atölye de öyle olacaktı.




Babanızdan devraldığınızdan beri atölyenizde ya da üretiminizde neler değişti?

Yukarıları görüyor musun? Oradakiler 50 senelik tozlar, 30 senelik gazeteler… 1965’ten kalan malzemeler var hala. Babamın devraldığı zamandan beri bu atölye şekil olarak değişmedi; her şey aynı. Tarih kokuyor ama tabii biraz tozlu bir tarih… (Gülüyor). Rahmetli burada sadece makinede dikerdi; kesimini, ütüsünü, el işini kendisi yapmazdı. Yanında beş altı eleman çalışırdı. Ben ise şapkayı baştan sona tek başıma, 45 dakika içinde, üretebiliyorum bugün. Benim avantajım o. Çırak ustayı geçermiş derler…

Ziyaret ettiğim diğer ustaların üretimleri daha tekil ve günden güne farklılaşıyor; siz ise yıllardır aynı modelleri üretiyorsunuz. Hiç gelenekselin dışına çıkan modeller ürettiniz mi?

Bana hangi şapkayı getirirsen getir dikerim ama model çıkarma, tasarım yapma yeteneğim yoktur; bendeki üretme yeteneğidir. Bazısı kafasına göre model çıkartır; öyle ustalar da vardır… Babamın zamanından beri modellerimizin dışına çıkmadık; zaten kendi modellerimizi zor yetiştiriyoruz. Birisi farklı bir şapka sipariş verdiğinde babam o modeli yapmıyoruz derdi. Ben mesaiden sonra, pazar günleri kendim çalışıp yapayım derdim; babam yaptırmazdı. Ben burada bildiğim beş altı modelin ustasıyım. Sekiz köşe, beş köşe, düğmeli şapka gibi modeller çok eskidir ve bugün bunları baştan sona üretmeyi bilen üç dört kişiyi geçmez. Bugün gençlerin giydiği Amerikan şapka vesaire üretenler var tabii; ama ben onları şapka olarak görmüyorum. Önemli olan bu eski modelleri yapabilmektir. Sekiz parça modelini şimdi gençler de giymeye başladı; ona da siparişler geliyor.


Bugün üretim makineleşmiş, ucuzlamışken elle üretmenin sizce ne gibi değerleri var?

Bu ürünler piyasada yapılabilir ama bizim mallarımızın kalitesinde yapılamaz. Biz kaliteli ürünler yapıyoruz; renk atmayan, kaliteli kumaşlar kullanıyoruz. Biri bu şapkayı her gün giyse senelerce eskimez. Piyasadan aldığını ucuza alır ama üç ay sonra şapkayı atar. Bu yüzden hala insanlar bizden alırlar. Örneğin, az önce Hatay’dan biri aradı, iki tane şapka istedi. Niye aradılar? Şapka yok mu orada? Çünkü kaliteyi arıyorlar.

Commentaires


bottom of page