top of page

Vive la résistance

Arter, Bugün de Yaşıyorum başlığı altında Cengiz Çekil’in bugüne kadarki en kapsamlı sergisine ev sahipliği yaptı. Eda Berkmen’in küratörlüğünde, Çekil’in 1970’li yılların başlarından 2015 yılındaki ölümüne kadar ürettiği, kimi ilk kez izleyiciyle buluşan farklı dönemlerden eserlerini içeren geniş bir seçkiyle sanatçının pratiğine derinlikli bir bakış sundu


Yazı: Murat Alat


“Cengiz Çekil, insanın doğadan koptuğu ilk ana, kültürün oluşmaya başladığı evreye bakar ve soyut düşüncenin ürünü olan soyut geometrik şekilleri tercih eder. Doğa ile insan arasındaki uyumsallığa değil gerilimin başladığı ilk evreye odaklanır.” —Erden Kosova

Cengiz Çekil, Günce, 1976, Günlük üzerine mühür baskı ve karton

kutu, 14x20,3 cm. Bu iş önce Günce (Bir dönemin hatıratı), sonraki aşamada ise Günce olarak adlandırıldı.


Hayatım boyunca bir günce tutmaya çalıştım ama bunu bir türlü beceremedim. Halen başımdan geçenleri kelimelere dökmeye gayret ederim ki hayat ya kelimeleri doldurmayacak kadar bayağıdır ya da kelimelerden taşacak kadar renkli. Ben ise ne gündelik rutinimi kelimelerle süsleyebilecek ka- dar yaratıcıyım ne de hayatın hercümercini kelimelere sığdırabilecek kadar edebiyatta mahir.

Yazı ve yaşam ikiliği diyebilirim ki adına Batı medeniyeti dediğimiz uzun ve ne yazık ki muzaffer hikâyenin kurucu gerilimi. Okumakta olduğunuz metni de yazmama vesile olan merhum Cengiz Çekil’in Arter’de 09.02–22.10.2023 tarihleri arasında açık olan Bugün de yaşıyorum namlı retrospektifini, yazı, soyutlama, soyutlamalar üzerine bina edilen toplumsal sistemler ile tüm çıplaklığıyla canlı kanlı yaşam arasındaki enerjik alışveriş üzerinden yorumlamak istiyorum. Konumuz düzen, kaos ve bitmeyen, bitmemesi gereken, sayelerinde var olduğumuza kani olduğum ebedi ve ezeli münasebetleri.

Küratörlüğünü Eda Berkmen’in yaptığı sergi başlığını Çekil’in Günce adlı, sergide ne yazık ki bulunmayan, eserinde geçen bir cümlecikten alıyor. Çekil bu eser için alelade bir kırtasiyeden kapağında dönemin popüler çizgi film kahramanı Pembe Panter, sayfalarında da birbirinin tıpkı basımı çiçek motifleri olan bir defter alır ve bu defterin her yaprağına iki farklı kaşe vurmakla yetinir. Sağ üst köşeye tarihi belirten bir kaşe, sayfanın ortasına da çaprazlamasına üzerinde “bugün de yaşıyorum” yazan bir kaşe. Seri üretim defter böylece şahsi, biricik bir günceye dönüşeyazar, lakin ironi bu noktada devreye girer ve tüm denklemi tersine çevirir. Herhangi bir güncenin asli niyeti sayfalarını insan yaşamının çeşitliliği ve tekilliği ile canlandırmak iken, Çekil güncesini doldururken el yazısı yerine kaşelere başvurarak ironik bir şekilde modern yaşamın gayri şahsiliğine ve tekdüzeliğine işaret eder. Günce’nin sayfalarında sanatçı her ne kadar yaşadığını ifade ediyor, tarihe bir iz bırakıyor olsa da bu yaşam tıpkı defterin kendisi gibi seri üretim zincirinin ruhsuz bir halkasıdır. Bireysellik ve canlılık, tıpkı sayfaları süsleyen matbu çiçeklerin cansızlığı gibi, bu sayfalarda bulunmaz. Klişelerle örülmüş, tekilliğe izin vermeyen, ayrıksılığı, tesadüfleri devre dışı bırakan bir denetim sistemi altında düzenlenmiş tekrara dayalı banal bir yaşamdır söz konusu olan. Böyle bir yaşam her ne kadar odağına aldığı özneyi uzun ve güvenlikli bir hayat vaadiyle baştan çıkarmaya çalışa da bu hayat ancak ve ancak can sıkıntısına imkân tanır. Daha fazlasına değil. Çekil’in Günce’deki hamleleri bu noktada bitmez. Diğer sayfalardan ayrıksı olan bir son sayfası da vardır bu güncenin.


 

"Cengiz Çekil’in Günce işi ile tekrara dayalı soyut denetim sistemleri ve hercümerç halindeki somut çıplak yaşam arasında kurduğu diyalektik ilişki, diğer işlerini de anlamak için bir kodeks oluşturur. Her ne kadar Çekil hemen hemen her işinde bu ilişkiyi başka formlarda, başka açılardan, başka araçlarla ele alıp mevzuyu zenginleştirse de temel denklem daima kendini belli eder."

 

Çekil bu son sayfada bambaşka, şok edici bir kaşe vurur hayata. Kaşe bu sefer “Bugün askere gidiyorum” demektedir. Gündelik hayat ve askerlik; özgürlük ve güvenlik vaadi ile komuta altında canını tehlikeye atma; yaşam ve ölüm arasında bir diyalektik kurulmuş olur. Lakin bu kurulan ilişkide roller o kadar da alışıldık ve öngürülebilir değildir. Çekil’in art arda defalarca tekrarladığı “Bugün de yaşıyorum” tümcesi her ne kadar yaşamı imlese de bu yaşam plastik bir yaşamdır. Öte yandan askerlik genel olarak ölümle ya da en azından ölüm tehlikesiyle ilişkilendirilse de banallikten, beyhudelikten kurtuluşu ve yaşamın, doğumun ancak ölümün kıyısında yeşerişini imler Günce’de. Burada söz konusu olan modern askerlik sistemlerinin akli örgütlenme biçimleri ya da varlığını yüce bir amaç uğruna feda etme söylemi değildir. Modern askerlik her ne kadar ileri derecede akli bir yapı olsa da temelinde insanın fıtratına ters akıl dışı bir çekirdek içerir. Çok daha arkaik olan bu çekirdekte temel insani düstur olan yaşamı korumanın yerini canını riske atmak, fanilikle yüzleşmek bunun karşılığında da dolayımsız bir yaşamı tatma imkânı yer alır. Bir vatani görev olarak değil de insanın hayat yolculuğunda onu erişkinliğe götürecek bir erginlik ritüeli olarak askerliğin varlığını paganizmden günümüze sürdürdüğü bir bakıma söylenebilir. Askerlik ve yarattığı tehlike vesilesiyle modern iktidar sistemlerinin tesis ettiğini iddia ettikleri, gözünü ölümsüzlüğe dikmiş güvenli yaşam idealinin içine bir miktar belirsizlik, bir miktar ölüm zerk edilir ve bu asgari düzeydeki bozulma banal yaşamı tekrar anlamlı kılar. Günce bu son notla biter zira geri kalan tüm sistemlere direnen kendinde dünyadır. Üzerine yazılmaya ya da konuşulmaya gelmeyen, harflerden, kelimelerden, söylemlerden kaçan çıplak yaşam. Evet bu çıplak yaşamın kıyısında harfler, kelimeler, sistemler sayesinde dururuz ama kudret kelimelerde değil kelimelerin üzerine yazıldığı bedenlerdedir.


Cengiz Çekil, Günce, 1976, Günlük üzerine mühür baskı ve karton

kutu, 14x20,3 cm. Bu iş önce Günce (Bir dönemin hatıratı), sonraki aşamada ise Günce olarak adlandırıldı.


Cengiz Çekil’in Günce işi ile tekrara dayalı soyut denetim sistemleri ve hercümerç halindeki somut çıplak yaşam arasında kurduğu diyalektik ilişki, diğer işlerini de anlamak için bir kodeks oluşturur. Her ne kadar Çekil hemen hemen her işinde bu ilişkiyi başka formlarda, başka açılardan, başka araçlarla ele alıp mevzuyu zenginleştirse de temel denklem daima kendini belli eder.

Çekil, Saplantı adlı işinde iplerden örülmüş örümceklerinkine benzer bir ağı ve sıradan siyah deri kalemlikten türetilmiş vulvayı çağrıştıran amorf bir nesneyi iç içe geçirir. Örümcek ağı insan dışı bir akılcılığı imler. Ağın merkezinde yer alan, hayali örümceğimizin ikametgahı olan bölgede konuşlanan vulva benzeri kalemlik hem içinin karanlık oluşuyla hem fermuardan oluşan dişleriyle hem de düzensiz formuyla tehlike arz eder. Akıl dışı saplantılı bir arzunun nesnesidir, tekinsizdir zira ölümü ve doğumu aynı anda imler. Doğa ve kültür arasındaki ilişki birbirine dolanmıştır bu eserde. Doğal olan ağ, kültürü; seri üretim olan kalem kutusu ise doğayı temsil eder. Kültür burada insanı aşan neredeyse genetik bir üretimken ölüm de kültürel olanın alanında kalır, zira ormanda ölüm yoktur, ölüm fikri insan kültürlü olmanın hem birincil şartı hem de nihai sonucudur.


Cengiz Çekil, Saplantı, 1974 [2013], Ahşap, kalem kutusu, keten iplik, 220 x 20 x 5 x 220 cm, Fotoğraf: Barış Özçetin

Örümceğin kendine dünya kurmak için ördüğü ağ Cengiz Çekil’in başka eserlerinde insanların evlerini inşa ederken kullandıkları yapı malzemelerine denk düşer. Saklı Işık bu tarz eserlere mütevazı bir örnek oluşturur. Kare, beyaz bir bez parçası, beton plakalar ve mavi floresan lambadan mürekkep bu yalın işteki asıl ayrıksılık yaşamla metanomik bir bağ kuran akış halindeki elektrik enerjisinin temel malzemelerden biri oluşudur. Kefen ve dolayısıyla ölüm çağrışımı hayli güçlü olan beyaz bez üzerine konulmuş, endüstriyel yapı malzemesi olarak beton plakalar ve bu plakaların altlarında oluşturdukları küçük boşluğa yerleşmiş, içinde barındırdığı elektrik enerjisini ısıya ve böylece ışığa, yaşama çeviren floresan lamba Çekil’in işlerini bir kez daha metafizik bir araştırmanın odağına getirir. Çekil beyaz bezi pek çok işinde kullanır ve bu kullanımların her daim birbirinin içine geçmiş iki anlamı vardır. İlk anlam tüm yalınlığı ile ölümdür. Müslümanlarda cenazeyi biz yaşayanların dünyasından ayırmak için kullanılan bu lekesiz bez, kefen, Çekil’in işlerinde aynı zamanda mevzu bahis eserleri, paylaştığımız dünyadan ayıran ve onlara biz insanların düzenli olmaya gayretkeş dünyasıyla kendinde dünyanın hercümerci arasındaki Araf ’ta bir ontolojik mekân sağlayan fon görevi görür. Bu Araf ’a ulaşmak Çekil’in işlerinin ilk hedefidir.

Ürettiklerinin birer kültürel yapıntı olduğunun ve bu yapıntıların da hayatın kaotik akışı içinde naif düzenlemeler olduğunu bilir Çekil, lakin o, eserlerini ne kültürün tahakkümüne teslim eder ne de onların hercümercin içinde kaybolmalarına izin verir. Çekil eserleri için özerklik yaratacak bir Araf ’ı mümkün kılmaya çalışır. Beyaz bezin görevi tam da budur.


Söz konusu enerji olunca ilk bakılması gereken yer termodinamiğin ilkeleridir, özellikle ikinci ilke evrendeki değişimi henüz yeri doldurulamamış bir yetkinlikle açıklar. Bu ilkeye göre kapalı bir sistemde enerji her form değiştirdiğinde bir miktar düzensizleşecek kullanılamaz hale gelecek ve de kaosa karışacaktır. Bizim evrenin aralıksız akışı içinde zamanın geçtiğine dair tek teorik kanıtımız bu düzensizlik, entropidir. Entropi, yaşamın kendisidir, insanın yaşlanmasının, şeylerin bozulmasının ve de düzenli sistemlerin hızla kaosa dönüşmesinin kanunudur ama aynı zamanda bize bilincimizi de verir, yeni düzenlerin doğumuna da yer hazırlar. Cengiz Çekil’in eserlerinde de bu bozulmanın asli bir yeri vardır. Günce’de bozulma askere alınan gencin düzenli ve banal hayatının düzensizleşmesi iken Saplantı’da örümcek ağını oluşturan geometrik formların son bulduğu amorf vulvadır. Tüm bu bozulma emareleri istenirse metaforlar olarak okunabilir lakin Çekil pek çok eserinde basit elektronik düzenekler kurgulayarak entropiyi ve yarattığı gerilimi bizzat somut bir gerçeklik olarak odağına almıştır. Saklı Işık’ı bir de bu açıdan okumak gerekir. Çekil’in başka eserlerinde beton plakaları ölümle ilişkilendirilebilecek şekilde şahideler olarak kullandığı da göz önünde bulundurulursa Saklı Işık’taki küçük beton yapıyı hem bir mesken hem de yaşamın üzerine kapanan bir mezar olarak okumak mümkün olur. Bu mekân ışığı hem korur hem de hapseder. Maksat düzeni temsil eden beton plakalarla kaostan bir parça taşıyan ışık arasında kefen bezi tarafından mümkün kılınmış Araf ’ta bir ilişki tesis etmektir. Bu ilişki doğa-kültür ilişkisidir, yaşamdır. Çekil “doğakültür”ün peşindedir.


Yaşam ne saf bir düzende yeşerir ne de mutlak kaosta vuku bulur. O korunması ve kollanması gereken bu iki varoluş biçiminin diyalektik ilişkisinde açığa çıkar. Çekil bu orta noktaya elektrik enerjisini ısı enerjisine çeviren, aynı zamanda floresan lambalarda da kullanılan rezistanslardı, dirençleri yerleştirir. Çekil’in pek çok eserinde kullandığı rezistans bir metafor değil canlıların yaşamıyla metanomik bağ içeren bir sistemdir. Bu bağ benzerlik üzerinden değil aynı kökene ait olmak üzerinden tesis edilir. Enerjinin yasaları basit bir aydınlatma aparatında olduğu gibi insanda da geçerlidir. İnsan da tıpkı floresanın içindeki rezistans gibi düzene boyun eğmemeli, direnmeli ama aynı zamanda kaosun içinde kaybolmadan kendi yaşamını, kendi düzenini inşa etmelidir. Binlerce yıldır hakikati temsil eden ışık ancak böyle imkân bulur. Bir miktar karanlık sayesinde. Floresanlar beton plakalar tarafından sağlanmış gölge bir kuytuda parıldar. Modernizmin mahsulü birbirinin aynı bireylerin karşısına ancak böylesi bir taktikle tekillik olarak çıkılabilir.


Cengiz Çekil, Şeyler (detay), 1998, 144 adet yakılmış Coca-Cola kutusu ve demir çubuklu konstrüksiyon, Değişken boyutlar BüroSarıgedik ve sanatçının varislerinin izniyle


Enerji, Çekil’in pek çok eserinde sahne önünde olsa da sanatçının bazı işlerinde bize sadece perdenin ardından gülümser ve arka planda kalıp ediminin sonuçlarını sergiler. Akli bir sisteme göre dizilmiş böceğimsi Coca Cola kutularından oluşan askeri bir taburu andıran Şeyler böyle bir eserdir. Hepimizin belleğinde son derece önemli bir yere sahip olan Coca Cola kutuları metal çubuklarla dolanıp birer böceğe benzetilmiş, bu böcekler de askeri bir nizamla dizilip teftişe hazır hale getirilmiştir. İlk bakışta birbirinin aynı gözüken ve de modern endüstriyel üretim süreçlerinin birbirinin aynı bireyler imal etmesine göndermede bulunuyor intibaı bırakan bu düzenleme aslında yakından bakılınca tam tersi bir yoruma imkân verir. Evet Coca Cola kutuları ilk bakışta birbirinin aynısıdır, ya da bize öyle geliyordur zira bu kutuların hepsi yanmış, içlerinde sakladıkları âtıl enerji açığa çıkmış ve her biri kendilerine has bir renk, bir doku kazanmıştır. Karşımızda tüketim toplumunun birbirinin aynı kılınmış bireylerinden ziyade aynı tornadan çıkmış olsalar bile hayat yolunda yanmış ve tekilliklerini kazanmış nesneler durmaktadır. Böylesi bir yanma, tasavvufta olduğu üzere, Bir’in içinde erimeye götürmekten ziyade tekilliklerden mürekkep birçokluğa kapı aralar. Dehşet verici böcek Saplantı’dan sonra Şeyler’de bir kez daha karşımıza çıkar ve bizi bir kez daha doğal olanın içindeki güven verici düzene, düzenin de içindeki ayrıksılığa, dehşet verici olana gönderir. Cengiz Çekil’in eserlerindeki her öğe doğa/kültür ikiliğini alaşağı edecek şekilde iki anlamlı olarak okunabilir. Coca Cola kutuları hem düzenin hem de bozulmanın işaretidir, böcekler hem doğanın canlılığını hem de ölümü çağrıştırabilir.


Cengiz Çekil, 1200 Saat (detay), 2005, 1200 adet kayışsız kol saati ve etiket, 5 adet camlı çinko kaplı ahşap tezgâh ve ayakları. Fotoğraf: Reha Arcan


Saat kimi zaman bir lafza olarak kimi zaman da bir hazır yapıt olarak Çekil’in eserlerinde sıklıkla kendine yer bulur ama burada en örnekleyici eser 1200 saat adlı düzenlemedir. Çekil bu eser için eskicilerden bin iki yüz adet kol saati toplar ve bu saatlerin her birine el yazısıyla kendi adını yazdığı etiketleri iliştirir. Bu çalışma için özel üretilmiş işporta tezgahlarını andıran bir düzenekte sergilenen1200 saat, zamanın öznelliğini ve de kamusallığını bir araya getirir. Her bir saat başka bir zamanı işaret ederken durmuştur. Kol saatleri her ne kadar kişisel olsalar da ortak bir zamanı göstermek, ortak zamanı paylaşmak gayesiyle takılırlar. Modern dünyada insanları ortak bir zeminde buluşturan tabir-i caizse hizaya getiren en önemli teknoloji saattir. Gündelik hayatlarımızı bu ortak saate göre kurgularız, lakin durmuş ve kendilerini döndürecek enerjiden mahrum kalmış saatler ölümümüzü imler. Her ne kadar yaşam ortaklaşa olsa da ölüm biricik ve kişiseldir. Çekil, totaritalizm karşısında kişiselliği, tekilliği ölümün yamacında bir hayatta bulur.


Cengiz Çekil, Günce, 1976, Günlük üzerine mühür baskı ve karton

kutu, 14x20,3 cm. Bu iş önce Günce (Bir dönemin hatıratı), sonraki aşamada ise Günce olarak adlandırıldı.


Yazı mütemadiyen akış halindeki şeylerin hercümercinden bir nebze soyutlanma, mesafe alma, böylece de doğa denen karmaşayı düzene sokup üzerinde işlem yapılabilir ve de olan biteni insanlar arası aktarılabilir kılmak üzere geliştirilmiş bir teknolojidir. Tüm diğer teknolojik tedrisatlar yazı sayesinde birbirlerinin üzerine inşa edilir. İşin aslı, nihai hedefleri insanın faniliğine çare bulmak olan teknolojik yapıntılar insan evladı için birer pharmakon, diğer bir deyişle hem derman hem de zehirdir. Teknoloji bir yandan yaşam süremizi uzatırken öte yandan yaşamımızın anlamını kaybetmemize yol açabilir. Cengiz Çekil’in işleri insan yaşamını mümkün kılan soyut sistemlerle bu yaşama can veren somut kaynaklar arasındaki muhabbete adanmıştır.


Teknolojilerin yarattıkları sistemlerin tahakküme varan dayatmaları karşısında insan olmak canla başla direnmek demek olsa gerek. Çekil bu direnişi çok uzaklarda aramaz hemen sistemlerin yanı başında tahayyül eder, niyeti dünyadan kaçmak değil mevcut dünya içindeki direniş hatlarını göstermektir.



bottom of page