top of page
Esra Oskay

Bir ipin iki ucundan: Sepetteki Diyalog

Varduhi Balyan’ın yönetmenliğindeki Sepetteki Diyalog'un gösterimi 18 Nisan 2024 tarihinde Depo’da gerçekleşti. Filmi yakınlıklar ve mesafeler üzerinden ele alıyoruz


Yazı: Esra Oskay


Varduhi Balyan, Sepetteki Diyalog, 2020, Videodan durağan görüntü, Fatma Teyze ve Varduhi Balyan


“N’apıcaz? Seninle belgesel yapacak mıyız?” diye başlıyor Sepetteki Diyalog. Varduhi Balyan, bir belgesel filmi açılışı için oldukça mütevazi ama aynı zamanda da iddialı bu soruyu belgeselin ana karakteri Fatma Teyze’ye yöneltiyor. Sepetteki Diyalog, geleneksel sınırları içinde düşünüldüğünde belgeselin bilgiyle kurduğu ilişkinin ötekine yönelen şiddetine karşı konumlanarak başlamış oluyor böylece. Nesnesine ve kendine bir soru cümlesinin içinden bakarak ve bu bakışın keskin sınırlarına şerh düşerek. 


Karantinanın yakın teması tehditkâr kıldığı bir zamanı kaydeden belgesel, iki komşunun birbirini daha yakından tanıma isteğine tanık ediyor seyirciyi. Fiziksel temasları bir sepetle sınırlı, altlı üstlü oturan iki komşu, pandeminin nefes alınabilinen tek alanından, balkondan sesleniyor birbirine. Aynı havayı güvenli bir mesafeden paylaşıyorlar. Sepetteki Diyalog bana en çok mesafeler üzerine bir çalışma gibi geliyor: Evlerimize kapandığımız pandemi döneminde en yakınımızdakilerle aramıza giren mesafe, birbirine komşu olan iki kadının mesafesi, Fatma Teyze’nin dilinin dönmediği Varduhi ismine mesafesi…


Varduhi Balyan, Sepetteki Diyalog, 2020, Videodan durağan görüntü, Fatma Teyze'nin balkonu


Belgesele hâkim olan mesafe kavramının en sembolik noktası Fatma Teyze’nin belleyemediği Varduhi ismi belki de. Bellemek ve belgesel ötekini bilmeye dair benzer bir arzunun iki farklı kipi gibi çıkıyor burada karşımıza. İlki tekrar tekrar karşılaşılan, toprağa bata çıka, onu kabartarak, havalandırarak belleğe kazıyan bir tanışıklıksa eğer alışıldık anlamıyla belgesel, bilme arzusunun yöneldiği nesneyi kendi dışında tutma konusunda kararlı gözüküyor. Varduhi’nin “Adımı yanlış söylemesine sinirlenmediğim tek insan” dediği Fatma Teyze’nin dilinde, onları aşan uzaklık sesli bir şekilde kendini gösteriyor. Varduhi kadar çok heceli ve çok sesli Melisa ismini bir çırpıda çıkarsa da Fatma Teyze, gündelik hayatta çok da aşina olmadığı Varduhi’yi sökemiyor. Varduhi’nin yabancılığına karşın Melisa’nın tereddütsüz ağızdan dökülüşü dilin belleğindeki bu boşluğun ardında daha büyük bir sessizliğe işaret ediyor. Bu yazıyı bilgisayarımda Türkçe dilinde yazarken Fatmaları Melisaları tanıyan Microsoft Word programının Varduhi’nin altını kırmızı zikzaklı çizgilerle çizmesi gibi bir yabancılık. Gündelik, alışıldık ve unutulmuş. 


Filmin gösterimleri sonrası yönetmenle yapılan söyleşilerde bu yabancılık hissi sık sık gündeme geliyor. Bu iki karakter arasında geçen diyaloglarda görünen ve birbirini anlama arzusunun temelinde yer alan oldukça hayati bir his bu. Sepette gidip gelen kamera ve ses kayıt cihazı birbirinin hayatına yaklaşmanın aracısı oluyor. Eski zaman mahallelerinin kadim bir iletişim ve ulaşım aracı olan sepette gidip gelen kayıt aletlerinin eşliğinde belgeselin sınırlarını zorlayan bir diyalog seyrediyoruz. Aşağı “uzatılan” ve yukarı “çekilen” sepet, belgeselin hareketini belirleyen “kamerasız” bir kameraya, yaklaştırıp uzaklaştıran merceksiz bir merceğe dönüşüyor. Kamerayı aşağı yukarı hareket ettiren sepet, bu ikiliyi birbirine bağlayan, diyaloğun rengini değiştiren ve bir kamera kadar kritik bir araç haline geliyor. İki komşu arasındaki muhabbete sonradan dahil olan kamera, bazen zor soruların sorulmasına yardımcı olan bir aralık yaratıyor. Sepet, kameranın yabancılığının yarattığı sert köşeleri yumuşatıyor. Gündelik rutin içerisinde seslendirilmeyen, bazen yutulan konular belgesel türüne atfedilen nesnel bakışa yerleşilince daha rahat konuşuluyor sanki. İki komşu arasındaki incir çekirdeğini doldurmayan konuşmaların, rutinleşen temasların, tekrar eden sözlü geliş gidişlerin aksını kaydırıyor kamerayı elinde tutan her kimse. Hem gündelik olarak sorulamayan sorular ortaya dökülüyor böylece hem de belgeselin araya soktuğu mesafeyle yakınlığı tesis eden bazı sessizlikler konuşulmaya başlanıyor. Kamera uzaklaştıran ve aynı zamanda yaklaştıran bir araç haline geliyor. “Türkleri sever misin?” diye soruyor Fatma Teyze. Varduhi’nin cevabına “Teşekkür ederim, ben de seni severim” diye cevap veriyor. Daha sonra Varduhi, ya da Fatma Teyze’nin dilinin döndüğü ismiyle “Vartoni”, benzer bir soru sorduğunda Fatma Teyze’nin cevabı kimliğin bu soyut sınırlarını kişiselleştirerek bozuyor gene: “Sevmesem ismini çağırmam/salamam kızım”. 


Varduhi Balyan, Sepetteki Diyalog, 2020, Videodan durağan görüntü, Fatma Teyze'nin balkonundan görünen Varduhi Balyan ve kedi Binnaz


Çağırmak ya da salmak… Belgeseli tekrar tekrar durdurup Fatma Teyze'nin sözlerini anlamaya çalışıyorum ama asıl ifadeyi yakalayamıyorum. Sepeti aşağı “salıp” ilaç listesi veren, Varduhi’yi birbirine bakan apartmanların boşluğuna sohbete “çağıran” Fatma Teyze, iki yabancının birbirine yaklaşmasının şartlarını anlatıyor gibi bu sözlerle. Ancak ötekine seslenebildiğinde -bu ses her ne kadar bir ismin kendine has sınırlarını kavrayamasa da- yakınlığın tesis edildiği kanıtlanmış oluyor. Bu anlamda ses, oldukça kilit bir öğe olarak çıkıyor karşımıza. Alt kat ve üst kattaki mesafede gelip giden ses, izlediğimiz ekranın düzlüğünü aşıp sesin hissettirdiği uzaklık ve yakınlıkla seyirciyi içine çekiyor. İkilinin diyalogunu anlamak sesteki dalgalanmalar yüzünden zorlaştığı anlarda, biz de ekrandaki görüntülerden çok sese yaklaşmaya çalışıyoruz. 


Ötekinin sesine yönelen dikkatin, “gücün dengelenmesine, ilişkisel yoğunluklara ve mücadelelere, etik duyarlılığa ve kişilerarası bağlılığa katkıda bulunduğunu” belirten Brandon LaBelle, dinleme eyleminin adaletin inşasında kilit bir yere sahip olduğunun altını çiziyor. Çünkü dinlemek, bir ortaklığı inşa etme niyetine, birbirine yaklaşabilme kapasitesine işaret ederek asimetrik bir ilişkinin sınırlarını zorluyor. Birbiriyle geçinmeye niyetlenmiş karşılıklı bir ilginin hissedildiği bu çalışmada da soyut ve hayali sınırları dışarda tutan bir diyalogu dinliyoruz. Belki medeni bir mesafeyle dile getirmekten sakındığımız sorular gündelik meşgaleler içinde konuşulduğunda hafifliyor. Varduhi Balyan’ın zaman zaman bir gazeteci merakıyla yönelttiği soruları Fatma Teyze, kişisel tanışıklığın rahatlığı ve kayıtsızlığıyla tatlı bir şekilde bertaraf ediyor: “Nerden bileyim yavrum ben Ermenistan nerede? Tabii ki komşu olduğunu biliyorum da gittim mi ki? Giderim götürürsen.” (Gülüyor)


Varduhi Balyan, Sepetteki Diyalog, 2020, Videodan durağan görüntü, Elinde kamerayla Fatma Teyze


Pandemi bittiği zaman eşiyle sinemaya gitmek istediğini söylüyor Fatma Teyze. Kamerayı eline aldığında etraftaki Ermeni ve Rum komşuları saydıktan hemen sonra konu en sevdiği manzaraya geliyor. Sevdiği ağaçları, “Canım” dediği dut ağacını sonra da komşunun halısını çekiyor. Bu hızlı ve neredeyse unutkan akış içerisinde birlikte yaşamanın dinamiklerine dair uzun uzun düşünmek mümkün ama belgeselin niyeti bu cevabı zor soruya nihai bir nokta koymaktansa daha çok gündelik deneyim içerisinde süregiden bir akışı göstermek ve bu soruyu izleyiciyle paylaşmak gibi. 

Filmin Depo’da gerçekleşen gösteriminde seyirciden yükselen kahkahalar, belgeselin bu ağır soruları ekranın öteki tarafında duranlar için de yüzleşilebilir bir hale getirdiğini gösteriyor belki de. Kahkahayı baskın anlamları reddedişin ve dolayısıyla özgürleşmenin ilk aşaması olarak düşünürsek nihai cevapların keskin ciddiyetine karşı bir ses olarak çıkıyor bu kahkahalar. Bilindik sorulara bilinmedik cevaplar aranabilecek bir başka ihtimale işaret ediyor belki de böylelikle.  Bu kahkahalar Varduhi ile Fatma Teyze’nin arasındaki diyalogdan bulaşıyor izleyiciye. Fatma Teyze’nin beklenmedik ve nüktedan cevaplar, Varduhi’nin bunlara karşılık verdiği tepkiler ekranın öteki tarafına da sızıyor. Konuşmanın zorlandığı noktalarda, bazen birbirine temas etmeyi imkânsız kılan sosyal görgü kurallarının sınırlarını aşan kırılma noktalarındaki gerilimi gidermeye yarayan bir taktik olarak hissediliyor bu hafifmeşrep yaklaşım. 


Varduhi’nin Fatma Teyze’nin söylemesini istediği türkü de belki bu yumuşak tonun, ötekini dinleme ve sesini duyma niyetinin başka bir tarafı. Fatma Teyze’nin kaçamak bir şekilde araya sıkıştırdığı şarkılar, bunların aslında evin içinde kalması, dışarı çok da sızdırılmaması gerektiğini hissettiği başka bir sesi bize duyuruyor. Kameranın bakışından kaçan bir kör nokta gibi duran evin içiyle, bir yabancıdan sakınılması gerektiğini bellediğimiz sınır alanlarıyla bu kısa aralıklarla karşılaşıyoruz. Sepetteki Diyalog’da yabancı olanla olmayanın yerlerinin sürekli değiştiğini görüyoruz. Fatma Teyze herkesin günlük rutini içerisinde aşina olduğu ama belki tanıdık olmadığı bir komşu teyze olarak karşımıza çıkıyor. Varduhi ya da namıdiğer Melisa ise tanıdık bir yabancı olarak seslenilen biri gibi kameranın hem önünde hem de arkasında görünüyor. Bu karşılaşma, kimliğin soyut ama ikna edici sınırlarının gölgesinde cereyan ediyor. Evin kör noktalarının birbirine açıldığı apartmanlar arası derme çatma bir boşlukta yabancının ve tanıdık olanın sesleri birbirine karışıyor. Beton duvarlar, komşu pencereler ve ağaçlarla çevrilmiş bu boşluk kahve fallarının bakıldığı, alışveriş listelerinin paylaşıldığı, havadan sudan konuşulduğu kimin kime misafir olduğunun artık bilinmediği bir misafir odasına dönüşüyor. Çünkü hep aynı yerde, kendi evlerinde ama birbirlerine açılan bir boşlukta buluşuyorlar. Misafir ve ev sahibinin birbirinin rollerini çaldığı nice hikâyeyle biçimlenen kelimelerin izinde bu yer değiştirmenin önerdiği ihtimalleri düşünüyorum. Anne Dufourmantelle Latince hostis kelimesinin hem host (ev sahibi, misafiri ağırlayan) hem de hostility (düşmanlık) kelimelerinin kökenini oluşturduğunu hatırlatıyor bize[4]. Dostlukların nasıl hızla düşmanlığa dönüştüğünü, misafirin nasıl istenmeyen bir yabancı haline gelebildiğini biliyoruz tabii ki. Kimin dost kimin düşman olarak tanımlandığının kolektif temsillerin inşasında kullanışlı ve tehlikeli bir araç haline geldiğini de. Sepetteki Diyalog, ziyadesiyle idealize edilen çok kültürlü eski İstanbul mahallelerinin sıcaklığını anımsatsa da bu sıcaklığın ne kadar yakıcı olduğunu da hatırlıyoruz bu kibarca sorulan hassas sorularda. Bu anlamıyla da iki komşu arasındaki ilişkiyi belki bu yakınlık vaadiyle çözen, döken, gerilimleri yumuşatan, tartışmalı bir geçmişin yumuşak karnına dokunan bir hafıza nesnesi gibi salınıyor sepet.


 

[1] “Peki sen Ermenileri sever misin?”

[2]LaBelle, B. (2021). Acoustic Justice Listening, Performativity, and the Work of Reorientation.Bloomsbury Publishing. s.3

[3]Irigaray, L. (1985). This Sex Which is Not One. Cornell University Press. s.163

[4] Dufourmantelle , A. (2013). Hospitality—Under Compassion and Violence (ed.). Claviez, T. The Conditions of Hospitality içinde. s.14


Comentarios


Los comentarios se han desactivado.
bottom of page