top of page
Fırat Arapoğlu

Video biriktirmek


Bugün yaklaşık 50 yılın üzerinde bir tarihselliğe sahip olan video, farklı kullanım alanlarını kapsayarak akademik müfredata girmiş durumda. Dilinin özgür kullanımı ise radikal dili ve yaratabildiği özgürlük alanları nispetinde devam ediyor. Bu uzun bir tartışma, hatta buna dair bir yayın çok yakında Kısa Film/Belgesel/Video Sanatı başlığıyla Ferhat Özgür ve Nagihan Çakar Bikiç editörlüğünde yayınlanacak.

Video konusunda teorik tartışmalar önemli zira en temelde tartışmaya açılan konunun netlikle ortaya konulması lazım. Hem teknolojik yeniliklerin getirdiği dönüşümler hem de bir teknik ya da üretimin farklı tarihselliklerde farklı anlamlara gelmesi olgusu, bunu gerektiriyor. Bu yazıda değinmek istediğim nokta ise, video üzerine düşünen bir sergi üzerine olacak: Ankara’da Arte Sanat’ta açılan Videoist’in gerçekleştirdiği Katmanları Açmak (Unfold).

Öncelikle, görünen o ki, Videoist Arte Sanat’ta bir sergi gerçekleştirme kararını verdiğinde, video arşivlerini bir araya getirip, bir sunum yapmaktan ziyade, yeni bir söz üretmeye odaklanarak, videonun sadece “izlemeye” dayalı tanımlanan doğasını paralize etmeye yönelmiş. Bu biçimiyle sergide Guy Ben-Ner, Serdar Yılmaz, Kaya Hacaloğlu, Khaled Hafez ve Nancy Atakan gibi isimlerin dışında kalan işlerin, videonun konvansiyonel “yansıtan olma” niteliğinden kaçındıklarını söyleyebilirim. Peki Videoist’in bir videonun bitmiş ve izlenmeye hazır bir iş olarak “gösteriminin” (bir televizyon ekranı, monitör ya da projeksiyon cihazı) aksine, videonun arka planı üzerine düşünme refleksi yeni mi? Bu soru bizi 2010 yılına geri götürüyor.

Videoist’in 12 Mart 2010’da, bugün artık var olmayan Manzara Perspectivesde gerçekleştirdiği Unplugged sergisi için, küratör Kristina Kramer şunları yazmıştı:

“…Elektriği keserek Videoist, materyali ve hareketli imgelerin arka planını sorgular ve seçilmiş video işlerin süreçlerini, erken gelişim aşamalarını görselleştirir…”.

Mekan büyüklüğüne göre daha az sayıda sanatçının yer aldığı sergide, bir organizasyonu oluşturan parçalardan, bir video çalışmasının karelerinin parçalanmasına, kurumsallık eleştirisinden hikaye izleklerine kadar geniş skalada bir çok video üretim aşamasına referanslar verilmekteydi. Bu serginin içeriğinden belirli tınıların bu sergide de yer aldığı görülüyor. Böylece bu konunun, yani video üzerine düşünmenin, uzunca bir zamandır Videoist’in radarında olduğunu söyleyebilirim.

Sanat tarihsel perspektifte imgenin doğası, hadi sadece video özelinde kalalım, 1960’ların ortalarından bu yana radikal biçimler içerisinde, birçok farklı yönelimler neticesinde değişkenlik göstermektedir. Burada video tarihine değinemeyeceğim, ama bu önemli konuda okumalar yapılmasını önerebilirim. Bugün bizler, izleyiciler olarak, oldukça fazla sayıda, farklı model ve niteliklerde ekranlardan yansıtılan ve yine farklı teknik ve ekipmanlarla çekilmiş çok sayıda hareketli görüntüyü izliyoruz. Bu noktada şu tespiti yapabilirim: Videoist’in hareketli görüntülerden oluşan imge bombardımanına bir katkı daha sunmayı arzulamadığını düşünüyorum, arzuladıkları bunun çok daha ötesinde.

Çünkü, gergi alanına girdiğiniz anda izleyicide kalan etki, multimedyal bir sergi sunumuna şahit olduğu yönünde. Ama izleyici, bir kere işlere odaklanmadan dahi sadece işlerin etrafında dolaşmaya başladığında video, fotoğraf, desen, resim, heykel, katılımcı projeye dayalı çalışma gibi birçok farklı sanat üretim tekniğinden oluşan, ama temelinde çıkış noktasını 'videonun doğası' olarak tanımlayabileceği bir sergi olduğunu görecektir. Sergiyi yukarıdan gösteren bir fotoğraf, nispeten bunu anlatabilirdi.

Sergide yer alan sanatçıların birçoğu, temelde video çalışmalarıyla tanınıyor. Ama sergiye baktığınızda Antje Feger & Benjamin F. Stumpf’un Panter isimli ses işi, Ferhat Özgür’ün Fetih başlıklı yerleştirmesi ya da Serdar Yılmaz’ın Puddle heykel çalışması, büyükçe bir enstalasyonun parçaları gibi, sergi alanına dağılmış durumda. TUNCA’nın tarihte önemli bir yer işgal eden dünya liderlerinin sevdiği yemeklerin tariflerini içeren katılımcı projesi ve İrem Tok’un çizimleri bu açıdan örneklendirilebilir. Sergideki çalışmalar, videonun istikrarlı “ilerleme” aşamaları olarak görülebilir. Ama diğer yandan, aynı çalışmalar, ekran görüntüsüne dikkatlice bakıldığında, arkada görülenlerin sergilenmesi olarak, bir videodocumentary (video-belgesel) olarak da görülebilir. Bunu şöyle daha iyi açıklayabilirim sanırım: Birçok sanatçı ileriye doğru bakarak çalışır, yaptığı her işle birlikte bir aşamayı geçtiğini ve sergiler, katıldığı etkinlikler ile geliştiğini düşünür. Bu biraz da bilgisayar oyunlarında yer alan levelların atlanması olarak da düşünülebilir. Bu sergiyi, sanatçılar ileri doğru ilerlerken, bir an durup, sade ve basit bir biçimde ne yaptıkları ve hangi aşamaya geldiklerini düşündükleri bir an olarak görmekteyim. Bilgisayar oyununda levelı bitirdikten sonra, bir sonraki aşamaya geçmeyip de, geri dönüp kalan bir şeyi aramak ya da sadece oyunun grafik tasarım özelliklerine bakmayı arzulamak gibi.

Sergide yer alan sanatçıların birçok önemli çalışması galeriler, müzeler, fuarlar, bienaller, festivaller veya diğer alternatif etkinliklerde sergilendi, duvarlarda, ama projeksiyonlar ama televizyon ekranları ya da monitörler aracılığıyla? Ama bu noktada Videoist’in şunu gördüğünü söyleyebilirim: “Sahi bir görüntüyü yansıtma aşamasından önce ne gelir? Bir video oynatıcıyı (DVD player’lar, bilgisayarlar ya da USB okuma özellikli projeksiyonları) ve yansıtma cihazlarını elektrik prizine takmadan önceki süreç nasıldır?

İşte biraz da bu soruların karşılığı karşımıza bu sergiyi çıkarıyor. Nancy Atakan’ın Belgeleme ve Guy Ben-Ner’in Kaçış Sanatçıları gibi işleri, video görüntünün doğası ve amacını tartışırken dahi, her ne kadar bitmiş bir iş ve biri projeksiyondan diğeri TV ekranından gösterilen ve izlenmelik işler olarak görülse dahi, imgenin doğasına dair bir 'tartışmayı' gün yüzüne çıkartıyorlar. Böylece sergide, ayrıksı gibi görünen her bir çalışma aslında bir araya gelmeye başlıyor; sanki evlerimizde bilgisayar, monitör, modem, ses çıkışı kablolarının oluşturduğu dağınıklığın bir 'ip' aracılığıyla toplanması gibi. Sergideki yapıtlarla ilk karşılaştığınızda sergi size bir örümcek ağı gibi görünebilir, hatta bir tür labirent (video-labirent?) gibi de gelebilir. Bu zihin karışıklığını çözmenin yolu, şimdi, çalışmalara odaklanmak. Böylece, o dağınık kablolar bir araya gelebilecek.

Böylece hem elektriksiz bir video işinin sergilenmesi hem de elektriğe bağlı olanlar arasındaki bağlantıyı kurabiliriz. Bazı kablolar Nancy Atakan, Hera Büyüktaşçıyan, Serdar Yılmaz, Kaya Hacaloğlu, Gülsün Karamustafa, Khaled Hafez, Guy Ben-Ner’in çalışmalarına elektrik sağlıyor, kabul. İlk bakışta diğer çalışmalar için herhangi bir elektrik enerjisi gerekmiyor gibi. Gerçekten böyle mi? Ferhat Özgür’ün Fetih yerleştirmesi, İnsel İnal’ın Gerilim başlıklı enstalasyonu ya da Hülya Özdemir’in fotoğrafı bir enerji yüküne sahip değil mi? Bu sorunun cevabını hemen vermek doğru gelmiyor bana. Biraz da serginin büyüsünün burada yattığını düşünüyorum.

Çalışmalar, 1996’dan 2017’ye kadar, yaklaşık 20 yıllık bir tarihi içeren işlerden oluşmakta. Tarihsellik konusunda, videonun bir malzeme olarak üzerine düşünülmesi noktasında sergi birçok önemli detayı içinde barındırıyor. Fakat bu tarihselliğin, sergide kronolojik bir biçimde gösterildiği zannedilmemeli. Aksine, çalışmalar birbirleriyle kurdukları içerik ve tema ilişkilerine odaklı bir biçimde yerleştirilmiş. Hülya Özdemir’in fotoğrafı bakışımlı olarak Serdar Yılmaz’ın su birikintisi çalışmasından türeyen heykele bakarken, Yeni Anıt’ın duvar enstalasyonundaki serisi, Khaled Hafez’in ürettiği ikonografileriyle karşı karşıya geliyor.

Arte Sanat’ın açılışından bu yana açtığı sergilerin üzerine, bu serginin de önemli bir katkı sunduğu görülüyor. Mekan eğer bu ivmeyi korursa, sanat dünyası içerisinde enformasyon girişi sağlayan önemli bilgi üretim merkezlerinden birisi olacağı açıktır, bunu elbette onların direnci gösterecek. Sergileme üzerine de son olarak şunu söyleyebilirim: Videoist – her ne kadar zamanın bir yerinde bir retrospektif sunumu gerçekleştirmelerini arzu etsem de – izleyicinin bir deneyim yaşamasını, sadece Videoist tarihi ve biyografisiyle karşılaşmasını istememiş. Böylece de düz bir hikaye anlatımından da, ustalıkla kaçınmışlar.

Sergiye eşlik eden katalogda Ferhat K. Satıcı, Barış Acar ve naçizane benim yazılarım yer alıyor. Videoist daha önceki tüm sergilerinde olduğu gibi kendi pratiklerine dair metin üretimlerini oldukça önemsiyor. Ferhat K. Satıcı’nın katalog yazısı sanat dünyasının sanat nesnelerini metalaştırmasından, küratöryel pratiklere, sanatçı-merkezli bir sanat uygulamasından, bir işin arka planının önemine dair geniş ölçekli tespit ve önermeler içeren bir metin kaleme almış. Bunun yanında Barış Acar’ın Türkiye’de Video Sanatı Ne Zaman Bitti? başlıklı spekülatif metnini ve benim Kendi Videonu Kendin Yap makalemi de bu birikime eklemeliyim – yorumlar elbette izleyici-okuyucunun olacaktır. Sergi üzerine düşünürken Videoist’in girişimlerinden ilham alan bir kaynağın varlığının ne kadar önemli olacağını düşündüm. Kim bilir, belki de zaman bunu da bize gösterecek.

Kommentare


bottom of page