İki haftada bir Cuma günleri unlimitedrag.com’da yer bulacak olan Ters Perspektif başlıklı yazı dizisinde Oğulcan Yiğit Özdemir, Panofsky ve Florensky gibi isimlerin izinden giderek, tarihsel bir icat, bir resimsel düşünün ürünü, sanat tarihinin resim sanatından ödünç aldığı bir “aygıt” olan perspektifi sembolik yüküyle beraber kenara alarak sanat tarihinin olaylarına "tersten" ya da alışılmadık açılardan, bir deyimle "kadrajı kaydırarak" yeniden bakıyor. Önce ve sonra ilişkilerinin coğrafya ve ideolojiyle harman olduğu bu karmaşada, şeyler ve olaylar arasındaki ilişki de, “bu açıdan” farklı görünüyor. Serinin bu haftaki yazısında 17. yüzyıla, Gian Lorenzo Bernini’nin Azize Teresa’nın Vecdi isimli heykelinin arka planına uzanıyoruz
Yazı: Oğulcan Yiğit Özdemir
İlahi aşk olarak da tasavvur edilen vecd, yoğun dini duygular altında hissidilen ekstasis (ecstasy) anlamına geliyor. Stazis, Latin tıp literatüründe kan dolaşımının bir engele takılarak durması anlamında kullanılıyor. Liturjik manasına dönersek, kişinin kendini alıkoyan dünyevi bariyerlerden, bedensel sınırlardan uzaklaşması, uhrevi varlığa yakınlaşması, kendini bu bariyerlerin “dışına” atması demek. Bakalım 16. yüzyılda yaşamış, sonradan azize ilan edilecek rahibe Teresa kendi vecd deneyimini nasıl tarif etmiş:
“Yanımda solda vücuda gelmiş bir melek belirdi… Uzun değildi, kısacaydı ve çok güzeldi (…) ellerinde altından harika bir ok tutuyordu ve demir kargısındaki alev alazlıydı. Bunu birkaç kez kalbime fırlattı ve bu ok, iç organlarımın içine değin girdi. Bu oku geri çekip aldığında, organlarımı da okla beraber aldığını sandım ve içerimde büyük bir Allah sevgisi hissettim.”
Ve devam ediyor:
“Acı o kadar büyüktü ki birkaç inleme bırakmama neden oldu (…) Bu fiziksel değil ancak ruhani bir acıydı, gerçi bedenin de bunda payı vardı –önemli bir pay.” ¹
Bernini’nin komisyonunu Avrupa kıtasındaki otuz yıl ve seksen yıl savaşlarını aynı anda bitirecek Westfalya Barışı’nın (1648) imzalanmasından bir sene önce aldığı Azize Teresa’nın Vecdi adlı heykeline ilham veren vaka, işte bu satırlarda gizli.
Tinsel ve tensel
Gian Lorenzo Bernini (1598-1680), Cizvit eğitimi almış reform karşıtı Aziz İgnatius tarikatına mensup bir katolikti. Yanı sıra 17. yüzyılın şöhreti tüm Avrupa kıtasına yayılmış önemli bir heykeltıraşıydı. Bugün o döneme barok adını veriyoruz. Napoli’de heykeltıraş bir babanın oğlu olarak doğan Bernini, çocukluk dehasını sanat alanında gösterdi ve küçük yaşta yeteneğini ispatladı. Doğduğu sırada Habsburg hanedanına bağlı Katolik, reform-karşıtı güçlerle Martin Luther’in başını çektiği reformcu Protestan güçler seksen yıl savaşlarını veriyordu. Onun da, elbette, tarafı belliydi.
Gösterdiği müthiş yetenek ve ruhsal olanla tensel olanın hareketini nakşederek mermere oymakta gösterdiği istidat onu kısa zamanda döneminin heykeltıraşlarından ayırdı. Şöhret ayağına geldiğinde, Roma kentinin en şatafatlı villalarının sahibi kardinaller evlerini onun heykelleriyle süslüyorlardı. Bernini yalnızca otuzlu yaşlarındayken, Roma’nın en önemli villa ve saray yavrularında eserleri bulunuyordu.
Gerçi, reform hareketi bu gibi dünyevileştirmelere karşıydı. Reformistlere göre papalığın elde ettiği zenginlik ve İsa’nın vaaz ettiği mütevazı yaşamdan alabildiğine uzaklaşmış olmaları, kendisini bu gibi harcamalarda da belli ediyordu. Keza, eski ve yeni Ahit’teki betimlemeleri barındıran bu eserler, sıradan Hıristiyan için artık bir şey ifade etmemek bir kenara, adeta dünyevi şatafatın sembolleriyle Hıristiyanlığı kirletiyordu. En azından, kuzeydeki ikonoklastların (put kırıcı) inandığı şey buydu.
Tabii Luther’den daha ileri giden, arkasına daha sonra Fransız Devrimi’nde karşımıza çıkacak sans-culottes (bizdeki adıyla “baldırı çıplaklar”) takımını alarak, prenslere kafa tutan Müntzer’i de düşündüğümüzde 16. yüzyılın sonlarında Avrupa kıtasının pek de öyle dengeli bir siyasi durumunun olmadığını kabul etmek gerekiyor. Keza bu uzun savaşların sonunda, Bernini’nin bugün en ünlü eseri olan Azize Teresa’nın Vecdi heykelinin bitiminden dört sene önce, egemenlik ve bağımsızlık kavramlarını siyasi literatüre ekleyecek olan Westfalya Barışı bugünkü Almanya’nın Osnabrück ve Münster kentlerinde imzalanır.
Tam da bu yıllarda, mezhep savaşlarına tutuşmuş Avrupa için tene ve ruha saplanan okların anlamının birbirine girdiğini, en büyük savaşların aslında Hermann Broch’un daha sonraki tabiriyle “uyurgezerliklerin”, şapşallıkların sonucunda çıktığını, böylelikle derindeki anlaşmazlıkları en çıplak haliyle ortaya serdiğini söylemek mümkün. Keza Bernini’nin yapıtı, Avilalı Azize Theresa de Jesus’un adını taşırken, bu kırsal menkıbeleri taş vasıtasıyla duyumun, izleyicilerin tensel katılımlarının bir parçası yapıyordu.
Bir sanat hamisi: Papa Innocent X
Sanat tarihinin en meşhur papası da, bu barış sürecinde rol oynayan Papa Innocent X idi. Diego Velazquez’in meşhur tablosuyla ölümsüzleşen ve ardından Francis Bacon’un modern yorumuyla tekrardan gündeme oturan bu papa, aslında Bernini’den hazzetmezdi. Kiliseden Bernini’ye giden bütün siparişleri görev başına gelir gelmez durdurdu.
Buna neyin sebep olduğunu bilemesek de, Roma kentinde kendi villasına kondurduğu bir çeşme için komisyonu Lorenzo Bernini’ye verdiğini biliyoruz. O halde bu itibar suikastının Papa’nın şahsından çok, Bernini’nin kendinden önceki papayla olan sıkı ilişkisinden kaynaklandığını düşünmemek için pek az sebep var.
Velazquez’e sipariş ettiği 1650 tarihli portre yapıldığı sırada, Bernini’nin Azize Teresa’nın Vecdi heykelini bitirmesine iki sene var. O sırada Westfalya Barışı imzalanmış, Papa Innocent X tarihi başarısını kazanmış. Gerçi, beş sene sonra görev süresi, ani ölümüyle sonlanacak.
Barışı getiren ekstaz
Sonraları, çağdaş tarihçiler Azize Teresa’nın Vecdi’ne konu olan pasajdaki anlatının, heykelin tenselliğiyle beraber düşünüldüğünde cinsel imalar barındırıp barındırmadığını da sordular. Eser ise bu türden soruları neredeyse sessiz bir istihzayla geçiştirmesiyle ünlü. Acaba Azize Teresa’nın anlattığı olay, bir orgazm deneyimi olabilir miydi? Daha da ötesinde, bu dini vecdi temsil ederek taşa oyan Bernini’nin eserindeki açık imalarla beraber düşünüldüğünde (ok, Azize Teresa’nın yüz ifadesi, arkada parlayan ve tanrı sevgisini ilan eden bakır plaka), sanatçı bunun farkına dahi varmadan, göksel bir duyguyu yere mi indirmişti?
Bugün hala bu eseri duyumsal yükü nedeniyle eleştirenler var. Bu kadar dini bir deneyimin böyle alelade ve dünyevi bir temsile kavuşmasını reddeden Hıristiyan âlimleri, Bernini’yi elbette topa tutuyorlar.
Her halükarda, Bernini’nin eseri tarihin önemli bir dönemecinde, o zamana kadar pek de önemsenmeyen bir azizeyi şöhretlendirmekle kalmıyor, ruhani, mistik olanla dünyevi ve tene dair olan arasındaki klasik ikiliği yerle bir edecek şekilde, iç içe geçiriyor. Sadece bu yüzden, eserdeki bu sarmal sebebiyle bile heykelin, yerleştirildiği bütün teçhizatla birlikte bu kadim soruyu, bugün bile provokatif bir biçimde sual edindiğini söylemek mümkün.
Comentarios