top of page

Sonsuz tarla ya da mağara alegorisi


Zilberman Projects Space_ISTANBUL, 19 – 21 Şubat 2017 tarihleri arasında, Performistanbul işbirliğiyle Ata Doğruel’in Sonsuz Tarla isimli performansını düzenledi. Meltem Tüzün performansı izlemenin onda yarattığı duyguları kaleme aldı.

Ata Doğruel, Sonsuz Tarla performansı, 2017

Türkiye’de şimdiye dek hep arka planda kalmış bir disiplin olan performans sanatını sanatseverler ile sık sık buluşturan ve bu konuda önemli çalışmalara birlikte imza attığı sanatçıları ile Performistanbul yine elini taşın altına koyarak sanatçısı Ata Doğruel ile oldukça önemli bir projeye imza attı. Doğruel’in gerçekleştirdiği Sonsuz Tarla isimli performans, benim bildiğim kadarıyla, Türkiye’de 48 saat aralıksız süren ilk performans olması sebebi ile oldukça önemli ve kaçırılmaması gereken bir deneyimdi. İzleyiciyi de performansın içine katarak hikayesine ortak eden sanatçı bana kalırsa hem kendisi için hem performansı izleme fırsatı bulanlar için oldukça önemli bir gelişimi/değişimi sağladı.

Sonsuz Tarla performansı, 2017

Sonsuz Tarla, Ata Doğruel’in 48 saat boyunca aralıksız olarak gözlerini bir göz bandı ile ve kulaklarını ses geçirmeyecek bir kulaklıkla kapatması ile bu 2 günü yalnızca dokunma duyusu ile geçirerek, düşünme yetisini daha çok çalışmaya zorladığı bir deneyimdi. Özellikle tüm performans sanatlarında sanatçının ana malzemesinin bedeni olduğunu düşünürsek bu performans, sanatçının beden sınırlarını oldukça zorladığı Türkiye’de gerçekleşen önemli deneyimlerden birisiydi. İzleyici açısından bu ana şahit olmak hatta ortak olmak ise başlı başına ayrı bir deneyimdi. Doğruel’in bu performansı yapma fikrinin ortaya çıkma sebebi ise insanların hızla gelişen ve geliştiği hızla akan hayatlarında düşünmeyi hep ötelemeleri ve bu eyleme ayıracak vakit bulamamaları. Daha çok görsel ve işitsel olarak yaşadığımız dünyanın ise sürekli olarak bilincimize akıttığı zehir ile bilincimizi giderek körelttiğimiz düşüncesi oldu. Doğruel, 2 gün boyunca dış dünya ile görsel ve işitsel tüm bağlarını keserek insanların hep önemsiz gördüğü ancak bir insanın varlığının belki de yegane kanıtı olan düşünme yetisini, dokunma duyusu ile destekleyerek ve bilincini kaybetmemeye çalışarak “Sonsuz Tarla” olarak isimlendirdiği bilinç düzeyine ulaşmaya çabaladı. Performansın en etkileyici yanı ise bu 48 saatin izleyicilere açık olan her anında sanatçı ile dokunarak iletişim kurmaya çalışan kişilerdi.

Sonsuz Tarla performansı, 2017

Sonsuz Tarla performansı, 2017

Bir insanla konuşamadığınızda ya da onunla göz göze gelemediğinizde geriye onunla konuşabilmenin tek yolu kalır, dokunmak. Ata Doğruel kendi deneyiminde vücudunun ve bilincinin sınırlarını zorlarken ve kendi eşsiz deneyimini yaşarken izleyiciye de çok önemli bir şey öğretti bana kalırsa; iletişim kurabilmeyi. Her yanımızın teknolojik cihazlarla dolu olduğu bir çağda iletişim araçlarının çoğalmasına rağmen azalan insan iletişimini o 48 saate eşlik eden herkes olması gerektiği şekli ile yaşadı. Kimisi sarıldı Ata’ya, kimisi elini tuttu, kimisi oyun oynadı onunla ama herkes sanatçı ile iletişim kurdu, iletişim kurmanın bir yolunu buldu. Ata, performansına eşlik eden herkesi kendi sonsuz tarlasında bir yerlere götürdü.

Sonsuz Tarla performansı, 2017

Performansa şahit olduğumda benim ise aklımı kurcalayan ve Ata’nın yapmaya çabaladığı bu zor eylemin beni götürdüğü yer Platon’un idealar kuramı oldu. Bilindiği gibi Platon idealar evreninden ve içinde yaşadığımız nesneler evreninden bahsederken asıl olan bilginin ve gerçeğin idealar evreninde olduğundan ve içinde görerek ve duyarak yaşadığımız dünyanın ise idealar dünyasının yalnızca bir yansıması olduğundan bahseder. İdealar dünyası bilincimiz var olduğu ve açık olduğu sürece orada olmaya devam ederken içinde yaşadığımız nesneler dünyası ise biz görebildiğimiz kadar gerçektir. Aslında belki de hepimiz Platon’un Mağara Teoremi’nde[1] bahsettiği o mağarada ellerimiz ve ayaklarımız zincirli olarak mağara duvarına yansıyan gölgelerin gerçekliği ile yaşamaya devam ederken, Ata Doğruel Sonsuz Tarla isimli performansı ile mağaradan kurtulan kişi olarak bize yaklaştı ve bu mağaranın dışında farklı bir gerçeklik olduğunu bize anlatmaya çalıştı.

[1] Platon’un Devlet adlı kitabında bahsettiği Mağara Alegorisi: Alegoriye göre bazı insanlar elleri ve ayaklarından zincirlenerek, karanlık bir mağaraya kapatılmışlardır. Bu insanlar başlarını sağa ve sola çeviremezler sadece karşılarındaki duvarı görebilmektelerdir. Doğuştan itibaren bu mağarada bulunan insanlar mağaranın girişinden yansıyan nesnelerin gölgelerini görür ve bunları gerçeklikleri olarak algılarlar. Nihayet bir gün bu insanlardan bir tanesi zincirlerinden kurtulur ve mağarayı terk eder. Mağarayı terk eden bu insan mağaranın dışında yeni bir gerçeklik ile tanışır ve duvarda gölgelerini gördüğü nesnelerin gerçek olmadığının farkına varır.

bottom of page